Bugün Yine On Kasım
Bugün yine on kasım; kadın erkek toplandık.
Sevgimizi sel edip, Ata’yı yine andık.
Ne cıvıltı ne neşe; saat, dokuz sıfır beş.
Durdu bütün hareket; bitiverdi keşmekeş.
..
24 Kasım 1928 Millet mekteplerinin açılışı ve “Öğretmenler! Erkek ve kız çocuklarımızın aynı suretle bütün tahsil derecelerindeki talim ve terbiyelerinin pratik olması mühimdir. Memleket evlâdı her öğrenim aşamasında ekonomik hayatta verimli etkili ve başarılı olacak surette donatılmalıdır “ diyen ATATÜRK’ün başöğretmenliği kabulü olan 24 kasım; 1981 yılından beri öğretmenler günü olarak kutlanmaktadır.
Yeryüzünde barışı sağlayacak sihirli değnek analarla öğretmenlerin elindedir. Eğitim demek, vücutta ve ruhtaki güzelliği ve mükemmelliği son mertebesine kadar geliştirmek demektir. (Eflatun)
Hep yaşam içerisinde ehemmiyet arz eden,olmazsa olmazlardan bir şeylere benzetilegelmiştir öğretmen.Güneştir,mumdur,umuttur,annedir,bahçıvandır.Daha nice nice meseller.Oysa bizi farklı kılan değer Et kemik değil ruh tur.Tinimize kazılı sarsılamaz İnanç ve muzaffer olma güdüsü.Ya olmazsa diyen yok aramızda.Bir tane daha der yürürüz yıllar yollarca.(1)
Ne kadar süreceğini bilmeden ve besmele ile çıktığım yol,aydınlıktı ve bugün 10. yılını gururla, ilk günkü iştiyakle kutlamaktayım. Her duyguya yer vardı bu aydınlanma yolunda.Ağladık,güldük,öğrendik öğrettik,sarıldık koruduk,belki de inanmadık/güvenmedik da sırt sırta verdik mücadele için verdiğimiz ikrahı unutup.…İnsancıl ne varsa barındı benliğimizde,evvela SEVGİ.Bize miras size lütûf; karışınızda yıllardır durduran yegane mihenk taşı.Sizi sizden fazla sevdik ki hastalık demedik,46 km yol demedik,evimiz evladımız,ana babamız demedik koştuk,başlayıp bitişine de şahit olabildiğimiz her gün,utanmadan,usanmadan,size yarınları kucaklarcasına.
Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın (kültürün) müspet fikirlerini veriniz. İstikbalin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler tatbik (uygulama) mevkiine konduğu vakit Türk milleti yükselecektir. Demiş ya(Ulu Önder Atatürk) ,biz sizi necat(KURTULUŞ) kabul etmiş te öyle taçlandırmışız sizi,alabildiğiniz ve gayretli olduğunuzca bilgiyle.Size kendimizi,geleceğimizi,neslimizi ve sizin ta kendinizi emanet etmişiz evvelallah!
Size,şehadeti,ecdadı,zaferleri,üç kıtada at oynatan bahadırları,ay yıldızlı kızıl asumanda vücuda getirilmiş, körpe kortakların uğruna feda edildiği vatan topraklarını,uzayı,evreni kuşatan ilmi verebilme azmi ile çabalamakta/sabahlamakta ve inşallah emeğimizin karşılıksız kalmayacağına sonsuz bir umutla bağlanmaktayız her geçen gün! Evladımız,çiçeğimiz,kınalı kuzumuz,ebedimiz,mabedimiz,cansuyumuz her şeyimizsiniz.Katıksız duygularda sizi yaşarken,kimi çıplak/sail ayaklar basar limelenmiş yüreğimize. Hüzün açmaz yapraklarımız sizden beklenmedik bir nobranlık gelmedikçe.Haşin bir savaşın tam ortasında,cehalet savaşında baştır benim meslektaşlarım,sizler ise bize kol bacak,gövde.
..
İstiyerek olmadı pardon değil
Bile bile birden bire çarpıştık
Adını koyarak ve isteyerek
Duyarak
Duyurarak bile bile
Aşk bana
Ben aşka yandık
..
_ Hangisi daha iyi orijinli, daha iyi hangisiyle inşa yeniden edebilirsin Kasım’ı? November (1) Rain’le mi, Amy Lee’nin(2) October’ıyla mı yoksa, ya da belki Blue October’in(3) şu ‘Hate Me’sidir, ‘Nefret et benden’idir, kim bilir? Sırf bir ‘Ekim’ ise alacağın tavır, samimisindir sanırım, koca bir çerçevede. Kasım yağmurundaysa, koskocaman bir tavır var gibi, çiviyi çiviyle sökmek misali. ‘Mavi Ekim’se, o ‘sırf Ekim’ hali vardı ya onun; ondan sanki az daha güçlüdür, olaya şeklen bir renk getirmiştir ve o da ama saftır, arıdır. Öyleyse, tüm bunlar aldatıcı mıdır?
_ Kendini cephelere atan filozof Aus. Wittgenstein’i anlıyorum, cephede, cephede en ön bir yere! ! Ama sorguluyorum da! Hangi şampuanı kullanmış yıkanırken, ki en ön cepheye bile 1 senede razı edebildiğinde yetkilileri, de yetmemiş orası bile: Neden öncülerin de önlerine atılırsın. Bunca mı nefret kendinden ettin, durduramadığın için gidişatları onca ceset ve kan görme arzusu… Sanırım bunu sen istememiştin: soru işareti bile koymadım…
_ Gülümseyerek yalan söyleyen ve somurtmayarak yalan söyleyen insanlar tanıdım, ki somurtmayan-
lardı yüzünden tek bir nur tanesi bile düşürmeyen –fer, ne arasın? ! ! ! - ve gülümseyenlerdi, hep unut-
maya nazır, unutmaya hazır; bunla da kalmaz, hep de düşündüğünü yapan unutan –bir teki hariç, gerçekten tanıdığım biri. Üst bir gökyüzü altınca bir en yüksek dağda ölümcül bir ovada izledim onları ki burası da ufuksuz –nasıl olur? ? ! Yukarıda büyük bir plazma döndükçe, o karanlık gökyüzü; onlar huzursuzlanır: kah bu gülümseyenler, kah da somurtmayan tepkisizler. Sonuca çıkışta, hepsi de aynı. Alttaki ufuksuz-karanlık ovada oynaşıyordum, koşuşup dururken bir kendi güneşimin altında; yüzünde fer ışıtan bir örümcek gördüm –kafası yerine bacaklar asılı olan ve ayakları yerinde de kafalarıyla yerde sürünmeye çalışan hayaletler taşıyordu onu eller üstünde. İnce bacakları vardı onun, narin ve ama alımlı; belli, bir tarantuladan çok daha gün görmüş. Ah bir ağlamayı deneyebilseler, hiç değilse deneseler! Ne çıkardı… Belki o zaman bu taşıdıkları örümcek gülümsemesinin gerçek ve gönülden aslında olduğunu, kanıksayabilir; kafalarıyla yürüyen tepkisiz bacak yoksunlarını yalanlayarak, çamur ata ata o hayaletlere! ! Sonra hepsi bir ses duymuşçasına durdu, ve ellerindeki dişi yere düştü. Kardinal giysili bir Papa, ki görüntüsü yaklaştıkça oldukça netleşti. 1000 yıldır güç adına esir eden ve öldüren ruhbanların başı ve emir vericisiydi, ki haşa ya Tanrı ya da peygamber sanardı kendini, o yakama ilişti bir rozet. Elimin tersiyle ittim bu ruhbanı yere Ve yere düşen örümceği aldım. İleride, ona aşık olacaktım. Dedim ki ona: “Ben hayalet değilim ve asla seni ellerimden düşürmeyeceğim.”:Sevindi buna. Benim kadar sevindi mi? :Risk o kadar çok diğer şeylere alırım ki, ona dair ettiğim böyle, buna, bu lafa asla almam. Değindi ki: “Ben tarantula bacakları istiyorum.”..Güçlü olup düşmemek için.” Ben de nakil yaptım böylece ona, yamalar ekledim isteği üzerine –hoş, istediği her şeyi yaparım ya. Ve küfürler ede ede yokoldu aniden yukarıdan inen ve o an kaybolan bir başka görüntü. Bu görüntü, Kafdağı dedikleri olmalıydı, gülümseyerek uzaklaşan. Anlam veremedim. Ama yerdeki eş ikizi, o hala yanı başımda! Sanırım, gülüşünün anlamı –(ş) imdi`ce bir tünaydın- bu eş ikizinde saklı olmalı; üstelik, biz’e daha yakın olan kısmi. Baktım sonra sevimsiz hayalet görüntüleri yokoldu ama o uçsuz bucaksız karanlık ova, o hala var, Erycle`angeth’te*- bu geniş ama yampiri dağ zirvesinde. Ve kararsız Vorsux,* döndükçe dönüyo hala yukarıda (ama tek yaşama geldiğim, doğduğum nokta da burası, ki asla da istemezdim bu yüzden bir başkasını) …
_ Gri soytarı’nın çivi sökenleri ve uysallığı Mavi Ekim’in; tamamen sadeleştiriyor birbirini. Kötülerin çoğalır gözükürken sayısı, aslında bu sadece bir görüntü aldatmacası- bilen bilir, gelip geçici. Çünkü iyilerin enerjsi büyüdükçe büyüyor ve hep de böyle olacak. Fakat ahh, gene de bir curcuna kalıyor geriye. 10 Kasım’da bir 18 Kasım yoksa hiç bir 1Nisan 23 olabilir miydi! ! ! ...
_ Boşver, sen danset Scissor Sisters; (4) öyle ki, tek, boşvermen bu gibi bir şey hep olsun. Bilirsin, ‘Death of Sister George’daki(5) Susannah Yorke aslında masumdur ve unutmayalım ki George onun için ne kadar da az uğraşmıştı. Yanı sıra, Susannah’da arzularına ve gösterişe yenilendi –o da pek uğraşmayandı.
..
"İTİRAFLARIM" Adlı Kitaptan Cümle Derlemem:
/ İyi bir insan olmanın peşinde koşmak için çok genç, tutkulu ve yalnız, yapayalnızdım! . /
{ Kitap Adı: İTİRAFLARIM - Kitap Yazarı: TOLSTOT - Türkçesi: İlhan ÖZDEMİR - ANTİK DÜNYA KALSİKLERİ/İstanbul/2006 Sayfa:010- Cümle Derleme: Kemal KABCIK / Antalya/15 Kasım 2013 Cuma 06:12:04 }
“Yeni Bir Başlangıç İçin Daima İmkan Sunar Yaşam! ...”
..
Dağ Dağa Kavuşmaz ama Asker Askere Kavuşur
Atalarımızın hiçbir sözünün boş olmadığı bir kez daha kanıtlandı. Oğlum Yunus Emrenin düğünü için Darende’ye gitmek üzere Adana’dan bir araç tutuldu, gece saat 01:00 de Mersin’deki evimizden yolcuları almak üzere geldi. Gelen araç sahibini tanır gibiydim ama yolculuk telaşından kim olduğunu sormak aklıma gelmedi.
Gelin arabası olacak araçla birlikte yola çıktık, Pozantı civarlarında hafif bir kar yağmaya başladı, Kayseri’ye gelince sabah ezanı okunmuştu, merkeze yakın bir yerde bir camide mola verdik. Abdest alırkenustam nerelisin diye sordum, o daKozan’lıyım dedi. Orada Yusuf Altıntaş adlı bir Selimiye kışlasında asker arkadaşım vardı. Kışlanın hamam görevlisi yazmıştım ağlayarak gitti, sonra rahatlığı görünce bana çok dualar etti dedim, tanır mısın onu diye sorunca tanımaz mıyım birlikte bende orada askerdim dedi. Hiç yanılmamışım,sen Fehmi Gür olmalısın dedim. Kendi de beni hatırladı ve bir muhabbet başladı. Bulunduğumuz bölüğün nöbet çizelgesini hazırladığım için çoğunluğu hafızamda olsa gerek, bizimkiler Fehmiye bakıyorlar olamaz bu diyorlar Fehmi çok yıpranmış benden on yaş belki daha fazla görünüyordu, dayanamayıp sordular kardeş sana ne olduda böyle çok yıprandın. O da yıllarca kamyonla nakliye işi yaptığını ve ailevi sorunlarla bu hale geldiğini anlattı. Muhabbet devam edip gitti.
Kayseri’den sonra yollar buz tutmuş hala kar yağıyor bir çok araç yan yatmış onları görünce içimizde bir tedirginlik oluştu ama tecrübeli asker arkadaşı bir şoförün direksiyonda olması rahat bir şekilde seyahat etmemizi sağladı, dua ede ede 200 km boyunca buz pistinden farklı olmayan yolda yolu yani Gürün’e varana kadar sürdü. Gürün’den sonra fazla bir şey yoktu, gençler diğer arabada idiler onlarla buluştuk, iki araç birlikte saat 10 gibi Somuncu baba da idik.
Sonradan öğrendim, bizden gizlemişler diğer aracımız Pınarbaşı yakınlarında olduğu yerde birkaç defa dönüp yol kenarındaki direklere vurup durabilmiş, çok şükür bir şey olmamış, Somuncu babada işleri bitirip Asker arkadaşımla da resimler çekilerek Darende merkezde gerekli işler yapıldıktan sonra gelinimizi alıp Mersin’e döndük. Bir gelinle birlikte 41 yıl sonra birde asker arkadaşımla buluşturan, sağ selamet seyahat ettiren Rabbime şükürler olsun.
13 kasım 2011 Yusuf Sönmezler
..
Üryan bir uykuda
Gittiğinde ellerim darbukanın dostluğuna
Acemşiran suzinak
Saba hicaz geçerek
Kütüüüür kütür hayatın yürek dokunuşlarında
Değdikce elavuçta durmayanlardan yüreğim
Hiç acımıyor hiiiiç
..
Sayın Başkan,
Sayın İl genel Meclisimizin Saygın Üyeleri ve Değerli Yöneticileri.
1 Kasım 1928 tarihinde, 1353 sayılı yasayla kabul edilen “Harf Devrimi”’in 79. yılını kutlamaktayız.
Bu nedenle, şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlarken, hepinize saygılarımı sunarım.
Sayın Başkan,
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurmuş oldukları, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanını müteakip, çok hızlı bir biçimde gereklilik gösteren devrimleri yaptılar. Bu devrimlerden en önemli olanlarından biriside, 1 Kasım 1928 tarihinde yapılan harf devrimidir. Bu devrim 1353 sayılı yasayla Arap abecesinin yerine, dilimize ve düşüncemize uyan Latin abecesinin kabul edilmesiydi. Bu değişimin adı da “Harf devrimidir”.
Bu devrimin yapılmasında, birçok gerekçe vardır. Bu gerekçelerden en önemlisi, Osmanlı İmparatorluğunun kalıtı olan yazı biçiminin, birçok sorunlar yaşatmasıydı. Türkçemizin doğasında var olan seslerle uyumsuzluğu bulunan Arap abecesinin, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kendini ifade etmesinde aşırı sıkıntı yaratmaktaydı. Bir başka önemli durumda, halkımızın okuryazar sayısının çok az olmasıydı. Hâlbuki yönünü çağdaş uygarlığa çeviren “Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin amacı”, devrimlerin kalıcılı olmasını sağlamaktı. Bu kalıcılık ancak ve ancak anlaşılır bir yazı diliyle sağlanabilirdi. İşte bu gerekçeler nedeniyle, bu değişim sağlanmış oldu.
..
Aşk obası
Sevgi sobesi
Çiçekler dizecekse papatyalardan gerdana
Söndü sanılan mevsim gene yanacaktır
Sevgi harından...
Kimi zamanda soğuk tandırın sıcak çöreğiyle
Damağa bulaşmış bal tadından
..
Babası
Annesi...çocuğu olmaktan
Artıp çoğalmış mesafelerin hayatıyla arasına engeller koyan
İstemiyorum diyorsa biri
Çıkıp yaşadığı yerin cadde sokaklarına bakmalı
Nasıldır ışık
Trafik nasıl
..
Rahatsız olanlardan, şüphemiz kanındadır
Yarın siren çalacak, sakın ha korkma sakın
Sebep kulakda değil, sorunu yanındadır
O gün saat duracak, on kasım kalbe yakın
Hayalleri satamaz, benim kahramanlarım
Hiçbir şeyi atmayan, Atatürke sevgimiz
..
Yalan söylem
Eksik beyan
Dessas duyum
Desise dolap beygir...
Hiç bir kıymeti yoktur yani kapıda bağlı
Kişnemesini unutmuş cokey atının
An meselesidir yalaka seyisin sahip değiştirmesi
..
Araya bayram girer
Araya hüzün ve seyran
Rekli lambaları yanar kalabalııııııık fenerlerle
Biraz alaylı
Gelesi umudu kesilince yol yoldan
Usulca susup yeniden
Sanki yolcu o değilden kendi
..
Seninle bir kent doğar hergün
Sonra alıştığın yer olur gittiğin geldiğin
Niye uyuduğuyun ipuçlarından
Yeni çığırlara
Varolanların ucu bucağında
Zil çalar ya da çalmaz farketmez
Eğer aklında kalmışsa hayat
..
Bunun için olacaksa maksat
Selam verir vermez
Oralardan zindandan kurtulmuş gibi savuşmak
O kör çıldırışın
Üstünden gailesini atma kaygısıyla şeklen
Şematik...
Ha olmuş ha olmamış ne gerektir
..
Yol arızalı
İl uzak ve çapul
Araba işlemez, arabacı alkolden beter sancı, yolcu bi karar
İş..ağaçsız bir toprağı oturur gibi
Ilık geceler, serin rüzgarlar omuz başın dal dal
Yıldızlar ve uslu uslu oturan dağlar..
İş turnaya kaldı desen...Durum o kadar vahim..
..
Aşk dedim..
Ve orda durdum
Vurulursam vurulurum...
Ondan öte vurulmak mı var...?
Aşk dedim
Dostun kalbine alsın diye sevgiyle
Aşk dedim zalime
..
Yok da yani
Kendi aklından taşınmış olup
Başkasının gözlerinde hayata rastlamakta
Israrla pirim artırmaktan eli kendine değmeyen zaman
Yok da yani, o kapı bu köşe
Nerde ne yapıp
Nerden nereye nasıl çadır sökeceğini muhanet muhtaç
..
Dünyaya gelişim nasıl
Su gibi
İçtim gidip göreyim nasıl diye bu yer
Vardıkca
İlerisi kendi şaraboldu gitti hayat
Tutup elinden yandığımın nesine
Tutup gül sundu diken
..
İnsanlar iki gönül bir olmaktan bıkıp
Kapı aralığında kalan sıkışmışlıklarıyla
Tıka basalanan ışıksız
Küflü ve karalık bir koridoru hız artırarak
Birbirine vakitleri yoksa
Eksik olan şık yazılı mezar taşlarıdır orada
Ne samanlık...
..