1/:
Ya Yakhya!
Dokunma Meryem'ine Yarusalem'in...
Bil ki meyveye durma anı gelmiştir çorak diyarda,
Ay ışığından izindir sana ey kavruk adam, git.
Ama sakındığın gölgen iz bırakır sanma,
Suların zemini dahi oynak yüzünde. Yine de yürü! ...
Bakarsın gözlerinin ıslaklığını tanır yağmurlu bulut.
Saklama cenaze alayında karadutlarını ağaçların.
Belki de güzelliğine yanmıştır Kara Ali ölümün,
Ben ve bütün geçmişim bilmeyiz, Nedir aşkın lisanı? ...
Onu kendine sormak gerek ölüler zenatkarının.
Belki de saklanmış çirkinliklerde aşk vardır.
Kim bilebilir yazgını esrarını?
Eğer ya Yakhya masallardan geliyorsa esriktir,
Bütün şiirler, beyit yurdu yüreklerde.
Beynimizdeki bahçe ağaçlarının yavrusu ise,
İrem bağımızdadır Babil'den bu yana.
Sakın beyaz çiçeklerini kirletme sabahın,
Mora keser çünkü ak çarşaf ve gökyüzü,
Alacakaranlık şafakta geri dönmemecesine,
Eğer koygun bir geceye açarsa yürek hududunu,
Kaçağa keser aşk ve ışk'ın seyyahları omuz omuza.
Haksızlıktır biliriz ki karşılıksı sevdalar o diyarı kenan'da,
Ve gelip de gidecek kanat bulamamak Babil'e oysa.
Yani ya Yakhya bil ki, geridekilerini alamamanın acısı arkadan,
Ve önden gelir yaşamın ğöğ ekini.
Öteki kendini,
Bırakmıştın ya vaktin son karesinde bir kozmik düğün öncesi,
Bağırıyordum gördün ya, Ya Yakhya,
İşte böyle bir kaçkın eyvahı içerek yani.
Oysa daha çok yanacak mağma vardı son hudutta,
Ya da ateş fışkıran kuyu-yu gayya...
İşte böyle asayiş ey Yakhya.
Haydi!
Hu de ve kapaklansana...
Kayıt Tarihi : 20.3.2006 17:36:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!