Her gün, sokaklarda rastladığımız ama (nedense) pek önemsemediğimiz sahipsiz köpeklerin gözlerindeki mülteci hüznü, eşzamanlı yalnızlığı ve ürkekliği gördünüz mü?
Ve bir an olsun onlarla duygudaşlık kurup/ onların dünyasında yaşayıp, hayata onların gözlerinden baktınız mı?
Yüreğinin duvarlarını zorlayan bir tiz korku ile çöp yığınlarının arasında/ kasıkları zayıflıktan içine çökmüş etten arık vücudu, üstüne çöreklenen tedirginliği-korkusu yüzünden kuyruğu bacakları arasında; bir anne köpeğin bal rengi gözlerindeki üzüm buğusu acıyı hiç yüreğinizde duydunuz mu?
Aklı, şehrin bilmem hangi kuytusunda doğurduğu, henüz gözleri açılmamış yavrularına emzireceği birkaç damla sütü memesine dolduracağı çöp yığınlarının (yemeklerinin) balçığına takılmış bir anne köpek...
Yüreği; kendini bekleyen ve soğuktan bir yaprak gibi titreşen ve üşümemek için birbirlerinin minik vücutlarına sığınan/ ve insan yavrusu gibi ağlayan/ ve acıkan, süt isteyen/ ve korkan/ ve çırılçıplak, damsız-duvarsız, yavrularına kenetlenmiş bir anne köpeğin durmadan büyüyen kavgasını hiç yaşadınız mı?
Ve bu kavgayı verirken; belediyelerce bırakılmış bir zehirli et parçasına yaklaşırken adım adım, ya da itlafçıların tüfeklerinden çıkan bir yağlı kurşun yaratırken kızgın bir acıyı, ya da bir arabanın frenlerinden çıkan ölümcül ses ise son duyduğu...
Sizler, hiç avuçlarınıza yeni doğmuş bir köpek yavrusu aldınız mı?
Daha gözleri açılmamış, kulakları tıkalı, ince bir endişe ile tüm ümitleri daha göremedikleri annelerine düğümlenmiş...
Siz, hiç avuçlarınıza yeni doğmuş bir köpek yavrusu aldınız mı?
ve onun küçücük vücudundan dökülen sıcaklığı avuçlarınızda biriktirdiniz mi? ..
Onurlu yaşam mücadelelerini ecelsiz ölümlerle yarım bırakan diğer türdeşleri gibi/ anneleri filanca sokağın taş zemininde boylu boyunca, hançeresinde son kalan can kırıntılarıyla çırpınmakta soğuk...
Zayıf, çelimsiz vücudunu taşıyamamanın ıstırabı/ yavrularına içireceği birkaç damla sütü götürememenin ıstırabı...
Ve aklında onların üşüyen vücutları narin/ ve üşüyen yalnızlıkları...
Son kez çırpınır bir deri-bir kemik kalmış vücudu...
Ağzından ince ince sızar kan...
Ve gözlerinin fersizliğinde ise henüz gözlerini dahi göremediği çocukları...
Siz; hiçbir köpeği ağlarken gördünüz mü?
Gürkal Gençay
17.Ocak.1993
Adana
(““Yarınları Tüketmek Dünden”” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları–1999)
*******************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...
http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html
* Şarköy Sanat Dergisi - 15.Eylül.2008 / Sayı: 45(21)
(Sayfa: 44 / 45)
Gürkal GençayKayıt Tarihi : 25.3.2010 10:14:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
* BİR KÖPEK KAHROLUR (Perihan Mağden) Güzel Anadolu’muzda bir yerde köpek dövüşü yaptırıyor yerliler. Köpeklerin dövüştüğü çemberin içinde on yaşında bir oğlan çocuğu da duruyor. O çocuk gerekli: zira köpeklerden biri (beyaz olanı) ona bağlanmış, sevmiş. Oğlana zarar vereceğini sanıp diğer köpeğin, onun için dövüşüyor. Beyaz köpek kaybediyor dövüşü. Yerde kanlar içinde yatarken oğlanı görüyor: Uğruna az sonra öleceği oğlan çocuğunu. Kuyruğu sallanmaya başlıyor son kez. Ölmeden son kez. Bağlandığı çocuğu görmenin coşkusuyla kan revan içinde yattığı yerde, kuyruğu bi ileri bi geri- Ölüyor sonra köpek. Bir köpeğe böyle bir sonu kimler reva görürler, bilemiyorum. Bir oğlana da öyle. On yaşındaki bir oğlan, onu sevip bağlandığı için bir köpek dövüşünde telef edilen köpeğinin ağırlığını, nasıl taşıyacak ki? Anladığım internette dolaştırılıyor yukarda tasvir ettiğim 'Türkiye'de Köpek Dövüşü' görüntüleri. Ben görmedim, göremem. Birkaç zaman önce Bekir Coşkun'un köşesinde okudum. Okudum okuyalı da içimden atamıyorum. Hayvanseverler Türkiye'ye ait pek çok Hayvanlara Eziyet çekimi dolaştırıyorlar dünyada. İnternette. Ben şahsen hayvanlara kötü davranan milletlerden nefret edebiliyorum. Çok yanlış bir kanaatle kesip kesip yemedikleri için hayvanları (bunun işlevci antropolojik nedenleri var) çoğu kişi Hintliler'i hayvan dostu zanneder mesela. Oysa hırsızların, katillerin reenkarnasyonu diye kemiklerini kırar Hintliler kedilerin, köpeklerin. Hayvanlarına bu kadar kötü davranan bir millet düşünülemez! Hayvanlara bağlanmışsan, diyelim benim gibi köpeklere gönül vermişsen bir kere, bunun geri dönüşü yok. Olmasın da.Birkaç gün önce oturma odamızın ortasında, bir seksen yatan Çombo'ya bakıp: 'Siz taşınırsanız çok üzülür Çombo,' dedi Fatoş. 'Artık iyice ev köpeği oldu. Görüyorum tirtir titriyor soğuktan artık sokakta.' Taşınacağımız maşınacağımız yok. Ama Çombo'nun üzülebilirliği ihtimali kaç gündür aklımdan çıkmıyor. Çombo'nun üzülmesine tahammülüm yok. Çünkü üzüldüklerinde çok üzülebiliyor hayvanlar/köpekler. Tam olarak bilmiyoruz 'ne' kadar üzülebildiklerini. Ama ben kahrolduklarını düşünüyorum bir yerden atıldıklarında. Terk edildiklerinde... Onları oyuncak gibi satın alan, sonra da ilk sıkıntılı dönemeçte, sıkıntı dönemecinde kapının önüne koyanları hakikaten kat'i surette anlamıyorum. Anlamak da istemiyorum. Fatoş bir gün çarşıdan Çombo'yla döndü. Bir deri bir kemik bir sokak köpeği. Bu arada, çok yakışıklı bir av köpeği Çombo. Aşırı sosyal, aşırı insan düşkünü. Herhalde birileri büyüyünce kapı dışarı attı. İnce, uzun. İnsanın üstüne abanıp patilerini omzunuza koymak gibi berbat bir huyu da vardı. Yağmur, çamur, samimiyetin sınırları dinlemeden. Kapının önünde beslemeye başladık. Bizim evdeki huysuz yegânemiz nedeniyle de, içeri almama arzusuyla. Hem çok büyük filan. Baktığımız bir sokak köpeği olsun, dedik. Sokaktaki evladımız, olsun. Sonra tabii olanca akıllılığı ve tatlılığıyla eve sızma harekâtını başlattı Çombo. 'Yağmur var; içeri alalım'la kalınmıyor tabii ki. Evimizin çocuğu oldu. Günde üç-dört saatini dışarda geçiren özgür bir ev köpeği ya da bir evi olan sokak köpeği denilebilir. Şimdiki hayatına. Sıkılınca salonda turlamaya başlıyor, ya da kapının önüne konuşlanıyor. Kapıyı açıyoruz çıkıp gidiyor. Dönünce ya havlıyor 'kapıyı açın! ' diye ya da vikvikleniyor. Açıyoruz, giriyor. Yaz geceleri bu sıkıntılı ve enerjik arkadaş için dört-beş kez aşağı kata inip kapı açıp kapı kapayıp: böyle bebeği olan anneler misali, Özgür Ruh çıksın girsin/e, artık şımarıklık sınırlarını da ihlâl ediyor, doğru dürüst uyuyamadığım geceler oldu. Oluyor. Birkaç gün önce oturma odamızın ortasında, bir seksen yatan Çombo'ya bakıp: 'Siz taşınırsanız çok üzülür Çombo,' dedi Fatoş. 'Artık iyice ev köpeği oldu. Görüyorum tirtir titriyor soğuktan artık sokakta.' Taşınacağımız maşınacağımız yok. Ama Çombo'nun üzülebilirliği ihtimali kaç gündür aklımdan çıkmıyor. Çombo'nun üzülmesine tahammülüm yok. Çünkü üzüldüklerinde çok üzülebiliyor hayvanlar/köpekler. Tam olarak bilmiyoruz 'ne' kadar üzülebildiklerini. Ama ben kahrolduklarını düşünüyorum bir yerden atıldıklarında. Terk edildiklerinde. Onları oyuncak gibi satın alan, sonra da ilk sıkıntılı dönemeçte, sıkıntı dönemecinde kapının önüne koyanları hakikaten kat'i surette anlamıyorum. Anlamak da istemiyorum. Fatoş bir gün çarşıdan Çombo'yla döndü. Bir deri bir kemik bir sokak köpeği. Bu arada, çok yakışıklı bir av köpeği Çombo. Aşırı sosyal, aşırı insan düşkünü. Herhalde birileri büyüyünce kapı dışarı attı. İnce, uzun. İnsanın üstüne abanıp patilerini omzunuza koymak gibi berbat bir huyu da vardı. Yağmur, çamur, samimiyetin sınırları dinlemeden Kapının önünde beslemeye başladık. Bizim evdeki huysuz yegânemiz nedeniyle de, içeri almama arzusuyla. Hem çok büyük filan. Baktığımız bir sokak köpeği olsun, dedik. Sokaktaki evladımız, olsun. Sonra tabii olanca akıllılığı ve tatlılığıyla eve sızma harekâtını başlattı Çombo. 'Yağmur var; içeri alalım'la kalınmıyor tabii ki. Evimizin çocuğu oldu. Günde üç-dört saatini dışarda geçiren özgür bir ev köpeği ya da bir evi olan sokak köpeği denilebilir. Şimdiki hayatına. Sıkılınca salonda turlamaya başlıyor, ya da kapının önüne konuşlanıyor. Kapıyı açıyoruz çıkıp gidiyor. Dönünce ya havlıyor 'kapıyı açın! ' diye ya da vikvikleniyor. Açıyoruz, giriyor. Yaz geceleri bu sıkıntılı ve enerjik arkadaş için dört-beş kez aşağı kata inip kapı açıp kapı kapayıp: böyle bebeği olan anneler misali, Özgür Ruh çıksın girsin/e, artık şımarıklık sınırlarını da ihlâl ediyor, doğru dürüst uyuyamadığım geceler oldu. Oluyor.Seyahate gittiğimizde hep beraber, bir yere bırakamıyorum. Sonuç olarak sıkıntılı bir 'dışarları' köpeği de zira. Tamam etrafa çok hâkim. Büyük bir sokak tecrübesinden geliyor. Ama üç-beş günden fazla kalmışsak gittiğimiz yerde 'Çombo iyi mi? ' diye yanıp kavruluyorum. Aylar önce çıktığım son seyahatte taksiye binerken baktı yüzüme. Nerden geldiyse geldi; 'Hani o bırakıp giderken seni Bu öksüz tavrını takmayacaktın' şarkısı yapıştı ruhuma günlerce. Hem merak ediyorum acayip, hem de hüzünleniyorum. Çombo kalbimize nüfuz etti. Öylesine bir bakışların efendisi ki! Gidip gözlerini dikip de tavlayamayacağı birilerini düşünemiyorum. Müthiş bir göz kontağı hadisesi var, yani. Köşedeki süpermarkette çok tatlı bir oğlan çalışıyor. Onu tamamen ele geçirdi. Her sabah gidip kemik tahsilatını yapıyor kasap reyonlarından. Bu sabah gazete almaya indiğimde: 'Gelmedi daha. Merak ettim' dedi o iyi oğlan. 'Yukarda dolanıyor. Bizimleydi. Gelir birazdan' dedim. Telefonunun duvarkâğıdı Çombo'ymuş. 'Alışınca fena oluyor yani' dedi. Ben bu lafa da fena oldum. Hayır! 'Alışmak sevmekten daha zor geliyor' şarkısını mırıldanmadım ey okur! Ama köpekleri sevmeye başlayınca, ucu bucağı olmayan bir yola giriyorsun. Sevginin ve kederin yoluna. Galiba eve kapatmazsan 24 saat; bu ikisi kaçınılmaz oluyor. E artık gereken dersi, size bırakıyorum. Radikal - 18.03.2007
