Apostol'la Dört Yüz Seksen Birinci Sayfaya Ek
1/:
Yani zamanın bergüzarı,
Yazmanın el be el şahı,
Yüreğimizde harlayan hissimiz ilkel ipilti,
Mevtanın rezonansı yansımaz çevremize,
Ve ne renk olursa olsun maviye çalar ödünç sevmeler,
Aşkın taç yaprakları ise,
Her kimse geceleyin ziyafet bahçelerine dadanan?
Her sonda mutlaka makul ve umutlu çıkar inayet,
Nihayet, sondan bir sonraki duraktır.
Ya da öyle umarlar ki sedefkar yazıcılar,
Açılsın gazellerin yasaklı olukları,
Çağıl çağıl sesleri,
Nefesleri yürek koridorlarında,
Kızılca kıyamet kısrakları altlarında,
O anda anlaşılır sakiliğin gereksizliği,
İster ki her Kamilzade, irfanile haşrola,
Kol kola ilerlerken tütün, tabaka ve nefes,
Enfes bir tad damaklarda halay halaya,
Uzanır beyinle el aşk-ı duaya…
İster ki can, kırk göz köprülerde görünsün,
Duyulsun kırk konak ıraklarda raks ve rakkase.
Herkese bir mısra düşmez zamandan,
Belki de bana düşer Mesiyanik mersiyeler klanı,
Her anı bir gazel olan divanenin arzusu...
Doğrusu budur turaçların kanadına yazılan şiir,
Ya da kekliklerin burnundaki kına artığı…
4/:
Ve ey aşk ve şiir sever yamyam-ı zenciyan ehli...
İşte böyle bir hikayettir ki benimkisi aşkın bir hayal masiva enleminde:
Mersiyenin sözel ellerinde katı zamanlar eriyordu,
Mekan kendini kemiriyordu sıçan misali. Kırk kızlar, kırk kere kirtim kirt diyor, her kirtte bir meyve, her kirtimde bir yaprak… Kızlar göz kırparak, kırk göz köprülerin altından akıyor, arkalarından sisli yaldız izleri görülüyordu. Duyuluyordu kırk konak ıraklarda kırk yıl savaşları... Son şiirin, son iki mısraını seslendiriyordum. Genç bir Etrüsk, ikinci seslenmemi beklemeden koşarak iniyordu İtalya’nın bulunduğu ökçeden. Karamsar bir Kelt oğlunun yanakları ıpıslak oluyordu. Aşkelonlu pedegogun gözleri kızarıyor, hemen hemen akları görünmez oluyordu. Sibirya’daki karlı dağların hakeza. Bu da kim? Eyvah Tesla...
***
Ve ey şiir ve aşk sever antimanyetoğulları...
Kadehime doldurduğum hüznümün bulutlarından süzülenlerdi,
Üzülenlerdi beni peşimden hüznüme çeken eller,
Kırk yıl savaşlarının ardından içtiğim kahrı,
Sanrılı binlerce yaprağa kusuyordum,
Susuyordum,
Yo yo...
Vallaha üzüntüyle içiyordum...
***
Kadehim bitiyordu şahım,
Yüreğimdeki şiir gölü kuruyor,
Ben bitiyordum içini yiyen bir çekirdek gibi,
Kalakalmıştım toprak altında,
Öyle ya,
Kıyamette canın ilkbaharı değil miydi?
Ne kadar vardı ki sunun şurasında mirzam,
Beklenen kozmik nisanın galaktik ilk haftasına.
'Lan barba ikiletme de doldur,”diye fısıldıyordum.
“Şıradan olsun itin ölümü, atın ölümü şeytan suyundan...'
Böyle diyordum ya, tek çıkar yoldu bu, yolun sonunda...
Ardından kevser içmeye ve varsağı yazmaya duruyordu.
Şiir burada tek ihanet ve cinayet teskiniyetiydi çünkü,
Bu kuruntularla avunuyordum...
***
Kayıt Tarihi : 11.1.2011 13:44:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!