05Beş On Yoksul Kafiyeye Muhtacız

Ahmet Yozgat
2011

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

05Beş On Yoksul Kafiyeye Muhtacız

Apostol'la İki Yüz Yetmiş Dokuzuncu Sayfa Dibacesi

1/:
Ah şahım!
O demi anımsasana,
Kapan kendi yorüngene be ruhunu dinle,
İnle bencileyin,
Karacalayın türküler söyle…
Güneş mahreçli tacının aydınlığındaydık ya hani,
Yol alıyorduk karanlık anılar ülkesinde,
Açtık ölümüne kadar,
Dil bilsek üç beş hece,
Yol bilsek beş on yoksul kafiyeye muhtaçtık...
Ama mahreci şaklaban güneşti senin başındaki Kronanın,
Birer kahırgam ananın şaki ve said evlatlarıydık biz de,
Denizde gemi, gemide usturlab, usturlabta kutup yıldızı…
Ancak o gösterirdi çünkü yolu bu fetret karanlığında.
Senin payına altı sekizlik bir 'do' notası,
İkincil planda Roma’ya ulaşan bir patika düşmüştü,
Sürgün yeri olarak sevmenin karşılığında,
Bana da yüreğimin merkezindeki karıncık zindan.
Oysa karaya ulaşmayan yolların ne çekiciliği vardı?
Bin bir direkli sefineler için ki...
Ama hız da kimi zaman başa bela idi değil mi şahım?
Eğer önümüzsıra tespihlenen zaman,
Ardımızsıra kavranan yusufçuk misali hıza eş değilse,
Bize de kendi kendimizi geçmek kalırdı ancak,
Toroslardan artakalan kafiye yollarında,
Üryan ve yayan yapıldak,
Bahtsız bulutlara toslayarak,
Yuvarlanarak ak şakaklı karlar içinde,
Ve ardından asimetrik bir sahraya ulaşırdı şiirin atı,
İşte burada bir aşık Kerem,
Bir döşü açık aslı, Ve sert bir vezne diz üstü düşmektir,
Karanlık dehlizlerde kaderi karakalemle yazılanların,
Koridorlarında avadan keşiş koşuşturan sarayların,
Kızı da kehribar dizer,
Gözlerini de süzer küllerinden doğan gelinlerin kaderi,
Her yeri yalanır kızı kaçan bey,
Ve kısrağı çalınan ağa,
Kim ki dağa yaslar ardını,
Gardını almış demektir yellere karşı.
2/:
Ve ey şiir ve Dadal sever nazik ademoğulları...
Böyle bir hikayetti benimkisi de zatınıza uzak bir tarihte:
Ortalık yerde ben ve demirci Vandal ve kılıç ustası Bulgar ve papaz Ostrogot ve jül Sezar'dan arta kalan kılıç kırıkları yatıyorduk. 'Aman Allah'ım, diye mırıldanıyordu Kisra’nın sarayını yıkan ebu Fettah ibni Şammar. Hannibal: 'Bu ne lan? ' demiyordu ve o da içiyordu zıkkımım dibini. Lüksemburg'un sarışın parşömen yüzü sükûnet içinde öylece yüzüyordu Atlantik okyanusunun tortulu sahillerinde. Çünkü ikinci savaş daha yeni bitmişti. İlginçti, zavallı insanlık hala aranıyordu yitirdiği kendini. Ama çoktan bitmişti saygıdeğer erdem... Derken... Hüzünleniyordu fakir. Hakir görüyordu kendini. Ellerini ovuş ovuş...
***
'Lan Barba,” diyordum, “ikiletme şairi kupayı doldur! ”
“Belki de son demdir bu arza ait takvimde,
Bil ki bu sınırda eyvahlı bir nihayetteyiz.
Hatta şimdi, zamanın sonu belki de hemen her yerde...
Yani bütün gözyaşı bundan ibaret,
Ve görüp göreceğimiz kader öyküsü,
Ve koçaklama şiiri bu kadar.
Çıldırtan şıradan ve mersiyeden olsun itin ölümü,
Rahvan atın ölümü ise şeytan ve ateş suyundan...'
Ne çıkar sanki bundan böyle adem için?
***

Ahmet Yozgat
Kayıt Tarihi : 1.1.2011 18:26:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ahmet Yozgat