05-) Yarınları Tüketmek Dünden / Doğu ...

Gürkal Gençay
85

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

05-) Yarınları Tüketmek Dünden / Doğum Günü İletisi

(âşk; cüzde tâhakkuk etmez ise, külde tecelli edemez...)

Sevgili! ..

Neredeyse bir yıl bitecek...
Bitmeye yüz tutan bu travmatik yılın sonu ne kadar önemli şeylere gebe benim için, biliyor musun? ..

Ben, birkaç gün sonra doğum günümü kutlayacağım yapayalnız...
Piç gibi...
Kendi karaltımı/ yansımamı sınadığım ve havasında ağır bir ceset kokusu olan soğuk odamda...

Şarap gibi, kekremiş sirke gibi, ağı gibi buruk, tatsız...
Ve ağzımda/ içerimde bir acı-bir hüzün çoğaltarak/ bir başıma...
Parmaklarımı, dişlerimi sarartıncaya kadar yoğun içeceğim cıgaraları peşi peşine...
Ciğerlerimin orta yerini cehennemi bir yangın yerine çevirene dek...
Geleceğimden intikam alırcasına...

Bir doğum günü kutlayacağım...
Akrep burcunun/ on bir kasımında/ tek tabanca...
Ve ana-avrat söveceğim hayat denen renkli, şımarık görüngünün/ derinde gizlenen karşılığını yağmalayan metaforuna...

Ardından (senin) Oğlak burcunun doğum günü kutlanacak...

Ben burada, sana göndermeye cesaret edemediğim bir tutam papatyayı (içinde aspirinli su bulunan) bardağa koyacağım ve “Doğum Günün Kutlu Olsun” diyeceğim...
Sana, içimden geçirip de söyleyemediğim şeyleri karşımdaki boş sandalyeye söyleyeceğim...
En sevdiğin makamdan ağlayıp, zırlayacağım...
Ve ellerini tutuyormuş gibi yapacağım boş masada...
Bir tane de senin için içeceğim karşılıklı, bir cıgara daha sürerken kuruyan dudaklarımın arasına...

/ Doğum Günün Kutlu Olsun Oğlak Burcu; Doğum Günün Kutlu Olsun! ../

İkimizin de doğum günlerimizi, bir ay ara ile ben kutlayacağım iki kişilik...
Önce Akrep, sonra Oğlak...
Bir acı gülümseme olacak dudaklarımda/ kıvrımlarında ise itler gibi bin pişmanlık, tutam tutam...
Kendime güleceğim... (Bunu hep yapıyorum zaten son zamanlarda...)

Bilmediğim adreslerin içine koyacağım adımı/ adresimi...
Sonra çıkıp sokaklara, deliler gibi kendimi arayacağım bir kanlı adada...
Gözyaşlarım tuzundan yanacak/ ateşin gözlerinde...
Ve bir leylek fırtınasına tutulacağım tam da o saat, cinayetçilerin şürekâsında...

Yılın sonu gelirken, yıldönümümüz de yaklaşmakta artık...
(Biliyorsun.) Yıllar önce bu günlerde tanışmıştık...
Sonbahardı...
Berbat/ boktan bir yağmur vardı...
Bir öğlen sonrasıydı, Odabaşı’nda bir apartmanın kuytusunda buluşmuştuk...
Tam tarihini hatırlayamıyorum...
Bilirsin; tarihleri tutamam aklımda...

/ Hatırladığım tek şey; randevuya (her zamanki gibi) geç kaldığım için bana bağırıp- çağırıp sonra da mütebessim koluma girmendi...
Bir de diazemle beraber içtiğim rakının, aklımı çelip durduğu intihar isteği... Her hücreme yerleşmişti sanki bu sinsi, bu çekici ölümün taammüt duvaklı cazibesi... Ve (ayaklarım ıslanıp-üşümüştü o gün herhalde) acayip çiş yapma isteği.../

(Neden doğum gününün tarihini yazmıyorum da, hep “Oğlak Burcu, Oğlak Burcu” deyip duruyorum, biliyor musun? .. Çünkü doğum gününü de unuttum senin... Böyle geçiştiriyorum/ durumu kurtarmaya çalışıyorum işte aklımca...)

Sensizliğin içimdeki boşluğuna biraz rakı, biraz kenevir tohumu ve çokça da cıgara doldurup yıldönümümüzü (de) kutlayacağım; ciğerlerim dayandıkça...
Akrep’in ve Oğlak’ın doğum günlerini/ ve onların yıldönümlerini kutlayacağım ikimizin yerine/ sanki varmışız gibi...
Belki bu bet sesimle şarkılar söyleyeceğim...
(Yarım yamalak da olsa) hüzünlü şiirler okuyacağım...
Bilirsin, ben hiçbir şiiri de tutamam aklımda...
Ve duvarlara günün önemini belirten hamasi sözler söyleyeceğim...
Kan sızacak kulaklarımdan / sağır olacağım bütün renklere, kırmızının pıhtısında...

/ U n u t a m ı y o r u m; _ u n u t m a y ı _ b e c e r e m i y o r u m _ d i y e c e ğ i m! ../

Böyle kutlanacak doğum günleri ve yıldönümümüz benim buralarda...
Sakal tıraşı olmayabilirim (üşeniyorum) ama tırnaklarımı mutlaka keseceğim...
Belki bir de banyo yaparım...
(Üzerime sinen nikotin kokusundan ekşimiş makarna gibi sası sası kokuyorum...)
O gün önemli bir gün...
Merak etme; (üç aşağı-beş yukarı) adama benzeyeceğim...

“ Nice Yıllara Oğlak Burcu; Nice Yıllara! ..”

Sen aldırma sakın bana; siktiret...
Sen doğum günlerini bildiğin gibi kutla olur mu?
Pastana renkli mumlar/ maytap falan diz ve “Happy Birthday”i söyleyin bir ağızdan...
Yeni bir yaşın ilk basamaklarını mutlulukla, umutla çık/ mavi peri kuşunun kanatlarıyla...

{ Nice Yıllara Oğlak Burcu, Nice Yıllara! ..}

Akrep ise, bu soğuk ve kasvetli sonbahar mevsiminde, yeis ile yağan yağmurların söndüremediği (etrafını kuşatan) bir ateş çemberinde; hem yeni yaşını (ihtiyarlığını) hem de yıldönümünü kırık bir su bardağından içecek kana kana...
Ve özlemini koyacak bardaktaki aspirinli suya...

{ Mutlu Yıllar Oğlak Burcu, Doğum Günün Kutlu Olsun! ..}

Yıldönümleri mi?
Ha, onları da boşver sen...
Onlar geçmişin izbe kuytularında bir yerlerde saklıdır şimdi...
Belki bir nostalji/ hatıralar müzesinin tozlu cam dolaplarından birinde kendini yok etmeyi beklemektedir...
Çıkarıp da ne yapacaksın? ..
Önünde çıldırasıya yaşanmayı bekleyen bir yeni sevda ve yaşanacak onca güzel / mutlu doğum günleri varken...

A n ı l a r ı n ı _ k ı ş k ı r t m a m a l ı _ i n s a n...


Gürkal Gençay
27.Ekim.1991
Adana

(“Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları–1999)
********************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...

http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html

* İşbu yazı, yazarının adına tescillidir. Tescil Kayıt No: 621626280810
*********************************************************************************

(Sayfa: 41 - 42 - 43)

Gürkal Gençay
Kayıt Tarihi : 1.1.2007 17:19:00
Hikayesi:


* ŞİİR, OSURUKLA GÖĞÜ BOYAMAKTIR! .. Şimdilerde (özellikle şair muhabbetleri arasında) moda olan deyimle; okurun başucu kitabı’ndaki şiirler Özal’lı yılların başlamasıyla sistematik olarak ve (piyasa hareketliliğinde küçük de olsa bir dinamik unsur olarak) sektörel bir anlayışla (özellikle) yaz aylarında tasarımlanmaya/ programlanmaya başlandı ve de giderek genleşerek yaşamımızın bu anlamda var olan boşluğuna yerleştirildi ya da böyle bir boşluk ya da ihtiyaç, sektörün başındakiler (işadamı dergiciler, yayıncılar, reklâmcılar ve medya) tarafından sanki bir ihtiyaçmış gibi topluma kakalandı …/ Bu sektöre eklemlenmeye çalışılan sanatsal alanın stratejisini tanımlayan yöneticinin el kitabı da o sıralarda yazılıp çizilmiş olmalı, ama yılını unuttum…/ İlk yazdığım şiir çalışmamda şiirlerimde önemli roller üstlenen birinci ve ikinci tekil şahısları da (bir bilinç düzleminde) ne zaman yazıp çizdim, pek hatırlamıyorum; ama bugüne kadarki Gürkal Gençay şiirleri arasında en 'aslına uygun' özelliği taşıyanlardan birisidir diyebilirim o dönemlerde yazmaya çalıştıklarım…/ Her ne kadar boktan ve acemi işi şeyler olsa da…// Gerçi her şiirde olduğu gibi o zamanlar yazdığım şeylerde de ve de yeni yazdıklarımda da 'kıçımdan' uydurduğum bir sürü ayrıntı var; adlar ve tipler sallama, bazı ayrıntılar ironi ve kösnül zemin üzerine konumlandırılmış hilkat garibeleri palavrası falan; ama en azından tümü hayal ürünü değil… O yıllarda günü gününe (hatta çoğu zaman dakikası dakikasına) şiirlerimde karakterize ettiğim ve çoğu zaman sıkılıp orta yerinde bitirdiğim öykü kahramanlarından bir tanesidir oradaki birinci ve ikinci (ve hatta hatta) üçüncü tekil şahıslar… Şiir okurları belki merak ederler; 'acaba bu şiirlerin konusu belirlendikten sonra tematik senaryosu önceden mi yazılıyor? ' diye… // Başkalarını bilmem ama ben hiç bir zaman önceden şiir senaryosu yazmadım kafamda. Çoğunlukla o sıralarda kafa patlattığım bir konudan yola çıkarak karar kıldığım bir tema ve o temadan devamla kalıbını, kılığını kıyafetini oluşturduğum şiir kişilerim vardır ve onlarla birlikte başı belli sonu belirsiz bir yolculuğa çıkarım… Şiire ilham veren duygu ya da düşünceler ne kadar baskınsa, karakterler de o kadar net ve ne istediğini bilen kişilerdir. O noktadan sonra bana sadece onların kâğıt üstündeki yaşantılarını poetik bir kimliğe büründürmek kalır… Çoğu zaman şiirdeki bir bölümü (kıtayı, mısrayı ve hatta dizeyi) yazarken ondan sonraki bölüm (sahne) kafamda yoktur. İzleyen bölümlerde neler yaşanacağını şiirin aktardığı öykünün kişilerinin arasındaki açmazlar belirler. Bu yöntem iyi midir kötü müdür, bilemem. Hatta bu bir yöntem midir, onu bile bilemem. Ben sadece bir kâğıt, bir kurşun kalem ve nadiren kullandığım bir silgi alır, kendimle (yani her şeyi yüzüstü bırakıp dışarıdaki gürül gürül akan dünyaya karışma arzumla) cebelleşmeye başlarım… Ortaya satır aralarından belli belirsiz bir iç sıkıntısı sızan, hayatı didikleyip duran geveze anti-kahramanlar çıkar. Akademilerde, şurda burda gençlere şiir dersi veren (ama şiirin gramerini kendisi de bilmeyen) eski dostlardan(!) bazılarının o derslerde öğrencilere ne türlü mavallar okuduğunu da pek merak ederim doğrusu. Çünkü şiir yazmanın benim bildiğim bir tek yöntemi vardır; o da oturup yazmak…// Taammüden; ilham, esin vs. beklemeden… Yani, neye yaradığı pek belli olmayan bir uğraş adına hayattan vazgeçmeyi göze alabilecek basireti ve metaneti gösterebilmek…/ Geri kalanı sadece osurukla göğü boyamadır! .. Son söz: Benim yazdığım her şiir, ilk şiirimdir…/ Ve benim üzerime yapışan ve de ondan kurtulmayı düşünmediğim tek şey acemiliğimdir! .. /

Gürkal Gençay