Apostol'la Dört Yüz Kırk Birinci Sayfa
1/:
Ki şahım,
Çarpıcı birer iksirdir şimdi süluk,
Tavaif-i Mülük' Mülk üzerine yürür bir beylerbeyi,
Sırtındaki heybeyi alıç doldurur,
Yunus diye bir adam yüreğini dondurur,
Ucu ucuna iliklenen rüzgarlarında aşkın.
Şaşkındır fakir,
İnadına alışkın zehre ve arı suya…
Fevkalade aşkların kırk gözünden ifraz edilen,
Kefir kokuşlu bir zamanlar üstü kevseri,
Her boyutta tekrar tekrar ikram edilen farklı kaselerle,
Ve iştah içilen öz aşkın semeresi olarak dem evlerinde.
***
İsteseler de, istemeseler de onlar,
Gondollar üzerinde italik beyler,
Bil ki kesinkes geri dönecekler,
Göğünecekler soğuk ateşler galerisinde,
Neyi ilerisinde bir at,
Ne gerisinde bir konak…
Her şeyi orta yerde kördüğüm olacak,
Sonlanacak seyahat, dumura uğrayacak sülük…
Her kırk konakta bir geriye düşecek alem,
Sanem, taş halini sürdürecek; ancak bin parça…
Som cevher gözlü buraklara binmiş olarak zadegan,
Çıkıp gelecek bir porsiyon aşk arabaşına,
Belki, bir belki bin bir başına…
Tadı damaklarında kalmış olarak hem de,
Henüz yaşamadıkları sevdalarımızı bizim,
Yani hepimizin yerine yaşamak üzre,
Ancak miftahsız ülkeler nere?
Apostol nere?
Çare ne? ...
Yok ki bizi son yolculuğa çıkaracak ilk sefine...
2/:
Ve ey şiir sever sevgili aynoğulları...
Böyle bir hikayetti benimkisi de işte:
Bap bin, sahife elli altı. Kızıl yeleli bir atlı. Öykü ve masal yüküyle. Zamansız bir padişahın mülküyle. Herhangi bir tarihte. Ama belli bir zebercet mekan içre ve. Sevinçle: Her şey Apostol meyhanesinde:
Bitişin başladığı yerde.
Ben oradaydım. Şahittim sona. Dona kalmış dişlere. Ve yaşanmış nurlu aşklara. Ve bataklık fuhuşuna. Fahişelerin meslekten kurtuluşuna. Her neyse şahım. Gelelim biz o şeref budalası Don Huan’a... Evet, o idi en nihayeti gelen. Anlaşılan bizim Don (göynek) oğlan memnundu kepazelikten. Zaten yıllardan beri emaneti ulaştırmak için beklemişti yıldızlar aralığında. Mazarratlığına diyecek yok. Çok da değil hani yapıp ettikleri ancak inadına yoğun. Muhalifine berk. Ehline güven içinde her şey. Bir her ne ise daha… Şimdi de neticenin memnuniyetindeydi bizim 'göynek'. Yalbırdak. Ona göre her şey yolunda gidecekti.. Aşk yücelecekti, aşık geberecekti. Belki de çoktan ölmüş olacaktı İdris aleyhisselam. Görev tamamdı vesselam. Şimdi mutmain bir kalp ile gidebilirdi cehenneme... Üzülmüştüm çar naçar. 'Behlül kaçar! '
3/:
Ve ey şiir ve kahır sever sevgili dağoğulları...
Böyle bir hikayetti benimkisi de işte:
Son çar hayattaydı ama henüz girmemişti şiire. Kafkas dağı buz, Toroslar kız gibiydi. Gavur gözü gibiydi devir, zamanı, hırsız gibiydi. Azgın bir tipi vadilerde darlanıyordu. Darağaçlarının yağlı ipi bağlanıyordu ellere hohlanarak... Ve başımı şiire vuruyordum acı ile ben. Saçlarım toprak renkli keten. Kadehime doldurduğum ise kalbimin kataterinde kanlı balçıktı... ***
Böyle bir hikayetti benimkisi de işte.
'Lan barba ikiletme de doldur,” demeye sıra gelmişti.
“Şıradan olsun itin ölümü, atın ölümü şeytan suyundan...'
Diyordum yolun ya da şiirin istablize yolu sonunda...
Ardından kevser içmeye hevesleniyordum vildanların elinden,
Ve gazel yazmaya duruyordum gılman aşkına.
Şiir burada tek ilaç ve inayetti.
Ve ey şiir ve aşk sever adamoğulları,
Yazılan son aslında bidayetti...
***
Kayıt Tarihi : 16.1.2011 08:25:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!