Apostol'la Üç Yüz Sekizinci Sayfaya Derkenar
1/:
Öyle değil mi ki ey kerim şahım,
Bizim de bu başı bozuk ve burnu hızmalı sevdalarımız,
Seni ve beni keskin bir gavur oğlu gavur zonunda soyan,
Mayasız masallardan fırlayan hırsız-ı kibarlarımızdır,
Yani bu da, bed ve bednam bir nihayettir zahiri olarak,
Ama itiraf edelim ki –Busra'da bir keşişe mesela- mirzam,
Kendi gizli ve yerile yeksan olası duygularımızdır,
Arsız soygunların ardından duyduğumuz haz.
Ee, o halde niye bunca naz? Demenin yeridir kanımca,
Ve neden can çekişir güneş kız ömrümüzün ikindisinde?
Şiiri niçin boğarız dokuz boğumda? Demenin de yeridir kanımca,
Neden kabul olmaz dua, duyulmaz niyaz? Demekse haddimize düşmez. Ama insanoğlu insanız ne de olsa, sormadan edemiyoruz. Çünkü çiğ süt emmişiz vakti zamanında.
2/:
Ve ey aşk ve şiir ve laşe sever ins-ü cin ehli...
İşte şöyle bir hikayettir ki benimkisi de,
Zamanların birinde, bir memlekette hayali mi hayali:
Kara Ali kadrolu cellattı taa bidayetten beri. Yani deli bir devirdi. Kadim ve muhkem kaleleri devirdi bir şahi topu. Bu da ilk oluyordu uygarlık çizgisinde. Hukuk terazisinde kan ve kin tartıyordu şu menşur gözü bağlı yosma. Ve ben tanıktım tüm hudutboyundaki akınlara. Demir kasklı yalancılar kralının işaretiyle bir adım daha atıyordum her huruçta. Kalkandelen palangasına doğru. Bilcümle yaramaz savaşçıların kalkanları deliniyordu ciğerlerinden. Ve ben görüyordum ayan beyan. Neyi mi? Ne hikmetse karanlıklar içindeki ortaçağ yatak odalarındaki edepsizlikleri. Kont Drakula kanlı ve siilli elini kaldırıyordu nah böyle. Ve ileriye doğru yani Karpat dağlarının doruğuna aşağı uzatıyordu. Eyvah diyordum. Asitaneyi kızdırıyordu. Şimdi tarih kan gölüne dönecek. Meyhane delirecek. Apost sevinecek. Ben ebcetin kapağını açacağım. Ve tarih düşeceğim. Şahım olanları öğrenecek...
3/:
Ve ey şiir ve korkusever kontoğulları...
Böyle bir hikayetti benimkisi de işte dar zamanda,
Herhangi bir devirde ve herhangi bir mekanda:
Apostol bana ışmar ediyordu Ağrı ve Tendürek aralığından: 'Bak hele onun eline.' diyordu galiba Altıparmak Cebbar Paşayı ima ederek. Bakıyordum çarnaçar... Aynı o sırlı aynadaki gibiydi izanımızdaki masalın izdüşümü. Gözümüzdeki kurşunun izi besbelli duruyordu o an. Duruyor ve bekliyordu Gülek boğazında turna katarı ve Cebbar Paşa. Sonra o da içiyordu. Tabii ki ben de demlenmedeydim kadehime doldurduğum şakağımdaki sokakların sarhoş artıklarıyla. Hispanik bir lisanla tekellüm ediyordu pelteleşen dilim. Kemeri silme kafatası dolu olan bir avcı, son kuşları da kurşunluyordu. Ben acıyordum. Yüreğim karıncalanıyordu. Puvantajı binlerce yerli, yüzlerce bizon, bilmem kaç ton zehebdi onun. Ve bana yazdıracağı binlerce beyitlik ağıt. Ve bir hektar ormanlık kağıt...
***
Apostol'la bilmem kaçıncı Sayfa Dibacesidir ki bu da,
Düşülse bir dert, düşülmese bir başka dert,
Yani bizimkisi de böyle bir hikayet işte,
Ya da zatınıza şikayet şahım...
***
Sıra içip unutmada şimdi olanları:
'Lan barba gidisi ikiletme de doldur,
Şıradan olsun itin ölümü, atın ölümü şeytan suyundan...'
Diyordum ya mersiyenin sonunda...
Ardından şarab içmeye ve gazel çekmeye duruyordum hani.
Ve yine aynı krizim tuttu ey can ve cin ehli,
İzninizle yaşamalıydım bu mutsuz sonu,
Çünkü şiir burada tek teskiniyetti,
Yüreğimi teskin etti,
Ve bitti...
Kayıt Tarihi : 21.8.2006 08:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!