22.52
22.52
22.52
.
.
.
00.29…
Ben; çirkef her boku bildiğini sanan teyze kılıklı karımla çıktığım tatilde, bana “sen rezil bi adamsın” diyen seni düşünüp, seni düşleyip, seni anıp, seni arayıp, “bana ne mavi ışıktan” dediğin mavi-kırmızı-sarı veya beyaz denk geldiğim herhangi bir ışıkta selamını alacak kadar…
22.52’de takılı kalan bu Allah cezası son görülme taa ki 00.29 oluncaya kadar bedduan tutmuşçasına nefes alamayıp, ecel teri dökecek kadar…
Yanımdakiyle değil ulan aklımdakiyle sarhoş olup, “insan yanındakiyle yaşlanır aklındakiyle ölür” misali ölümü isteyecek kadar…
Ben hala sana körkütük, hala sırılsıklam, hala eşşek gibi, hala it gibi, hala deli gibi; sana, bana, ona, buna, her şeye ve herkese rağmen muazzam bir yangınla aşık olacak kadar…
Ben seni hala…
Ben seni hala…
Ben… Seni hala yanındakinin şansına ana avrat dümdüz sövecek, -ne bileyim işte seni kıskanacak, seni her gün görenlerin şansından isteyecek kadar…
Ben senin hala Cennet gözlerine meftun, -bi tek benim gördüğüm gamzene vurgun, yüzüme bakarken iki-üç-beş hatta yedi defa güzel olan o güzel yüzüne muhtaç, -konuş duyayım da ne dersen de, ister söv ister kız ister kov beni mühim değil, yeter ki duyayım birkaç kelime dediğim sesine hasret kalacak kadar…
Ben seni bir an bile; gecesi gündüzü akşamı, yazı güzü baharı, sabahın körü gecenin bir vakti akşamın dar vakti fark etmeksizin, bir an bile aklımdan çıkarmadan, kazara çıkacak olsan illa ki bir sebep halk edip tekrar aklıma, beynime, bedenime, ruhuma, düşüme, düşünceme baştacı edip, gizli gizli döktüğüm gözyaşlarıma şahit edecek kadar…
Ben seni hala…
Ben sana hala…
Dilimden değil ulan, ruhumdan dökülen ve her biri sana ait, senin, bizzat sen olan kelimelerime mâna kılacak; adını kutsal kitap, sevdaanı ibadet, o Cennet gözlerini Cennet, yokluğunu Cehennem, özlemini ecel, salladığın kolunu medet, -farkında olmasan bile bir büyük A’nı büyük bir nimet bilecek, sana yanacak, sana tapacak, senden ibaret olacak kadar rezil bir herifim.
Ve içimdeki binlerce sana bu rezalette müşterek duygularla; aşk de, sevdaa de, ızdırap de, lanet de, öfke de, nefret de, ah de, bile de… Sen ne dersen de hepsine, her birine ayrı ayrı aşık olacak kadar…
Ah be Zeynep, aaaaaaah be Zeynep; bi bilsen ben sana hala nasıl, bi bilsen ben seni hala nasıl… Bi bilsen beni seni hala ne güzel… Bi bilsen ben seni hala ne büyük… Ah be Zeynep, aaaaah be Zeynep bi bilsen!
00.29…
Çok şükür, Zeynep uyuyordur. Çok şükür ysnında değil. Ah be Zeynep bi bilsen ben nelere şükrediyorum. Nelere tahammül edip -içimde kimsenin bilmediği, bir tek senin bilip bir tek senin anlayacağın ne çetin harpler yaşıyorum. Anlayanımı kaybettim ben. Bu, ben seni kaybettimden çok farklı, çok ayrı, çok acı… Anlayanımı, anlamımı kaybettim ben. Olanca kalabalık içinde bir başıma, Allah cezası bu yokluğunda binlerce senle kendi başıma ne kalabalık, senden yoksun ama sana mahkûm, sana hasret ama sana meftun…
Belkiler, ihtimaller, olasılıklar, ah ulanlar, acabalar, olur mu lan öyle şey’ler, olmazlar, olabilemezler, olmayanlar, keşkeler, elbetler… Her biri sen olan, her biri sana çıkan düşler, düşünceler, yasaklar, suçlar, cezalar, bile’ler ve engeller…
Ah be Zeynep…
Ben seni hala…
Ben sana hala…
Kaç sigara içtim bilmiyorum; ağzımın içinin çamur gibi olmasına bakılırsa “az iç şu zıkkımı” dediğin zıkkımdan başka ahbabım, anlayanım ve anlamım yok. “İçme şu zıkkımı” dediğin zıkkımdan başka sığınacak bir limanım yok.
“Senin sevdaan beni adam etti, beni ben etti” demiş ve gerçekten doğru söylemiştim. Senin sevdaan beni benden etti be Zeynep. Beni heder etti aşkın. Cennet bildiğim gözlerinin mahşere kadar sürecek hasreti Cehennemim oldu benim.
Bak sabah ezanı okunuyor, bak saat 05.04! Ah be Zeynep bi bilsen ben seni hala nasıl. Bi bilsen ben sana hala nasıl…
Okunan ezanlar şahit, gecenin sabaha döndüğü şu seher vakti şahit, birazdan doğacak yeni gün-güneş şahit, birazdan kaybolacak ve yarın yine baktıkça bana seni hatırlatacak gökteki en parlak yıldız şahit, seni göremem korkusuyla uykulardan vazgeçip parmaklıkları ardında oturup sabaha kadar seni düşünüp seni düşlediğim şu pencereler şahit, yeri-göğü-kainatı yaratıp bu gönlüme seni bahşeden, ruhuma seni nakşeden, ömrüme seni armağan eden Allah şahit, ben şahidim, sen şahitsin… Ah be Zeynep bi bilsen ben seni ne çok. Bi bilsen ben sana ne büyük.
…
Ah be Zeynep bi bilsen… Nelere şükredip nelerde teselli bulduğumu…
Kayıt Tarihi : 18.4.2024 05:07:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Cennet gözlü kadına…
![Çizgili Mavi](https://www.antoloji.com/i/siir/2024/04/18/05-04.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!