Onur BİLGE
Sersem âşığın ardından o hararetli konuşmalar yapıldıktan ve hemen hemen bütün masalar birleştirilerek hazırlanan sofrada, gülüş cümbüş bir öğle yemeği yendikten sonra dağılan kalabalıkla suyu çekilmiş değirmene dönen Virane’de canımız sıkılmaya başladı. Dede, tezgâhının başında ağaç yontmakta ve sigara içmekteydi. Duygu bulaşıkları bitirmiş, Ahmet üst katı kontrol etmiş, bahçeyi sulamış süpürmüş, çöpleri atıp gelmişti. Bizim kadro tamam olduğuna göre, ders saatine kadar dedeyi konuşturup dinlemek, en iyisiydi. Neşe’ye dedim, o da merak içindeydi. Duygu da öykünün devamını dinlemek için sabırsızlanıyordu. Orçun’a yavaşça fısıldadım. “Tamam! ” dercesine başını salladı ve ayağa kalktı, dedenin yanına gitti, oturdu. Başladı bir şeyler söylemeye ve yontulan parçaları ikişer ikişer eklemeye. Onlar, kapalı çarşıdan sipariş edilen kedili kalemliklerdi. Daha sonra vernikleneceklerdi.
Dedenin anlatmaya ikna edilmesi konusunda Orçun’dan beklediğimiz işaret gelince üç kız yanlarına gittik. Bahçeyi sıcak basmıştı, koridor estiği için daha serindi. Bu, tozlu ve rutubetli bir serinlikti. İlk geldiğimde: “Burada hayvan bile yaşayamaz! ” demiştim. Binanın içinde kalmaya, ağzımı burnumu kâğıt mendille kapatarak tahammül edebiliyordum. O halinden eser kalmamakla beraber, ortam tamamen iyileşmiş sayılmazdı. Çünkü tahtalar, yılların kahrını emerek yer yer çürümüş, taşların ciğerleri delik deşik olmuştu. Ahşap bina, son zamanlarını yaşamakta olan bir kalp hastası gibi halsiz, bedbin, hatta canından bezgin bir haldeydi.
Define de binadan farklı değil, onun yaşamakta olan insan haliydi. Bir başka şekli yani… Artık kullanılmayan, dip kısmı çürüdüğü için tozlu bir yol kenarına devrilmiş, telleri kopuk, fincanları kırık bir telefon direği gibiydi. Bir zamanlar harıl harıl iletişim kuranlara, sağlıklı bir şekilde ve olanca gücüyle yardımcı olmaya çalışan koca gövde, çürümeye terk edilen diğer taraflarıyla, elinden geldiği kadar hizmet vermeye devam ediyordu. Bir zamanlar, başında taşıdığı kuşlar tarafından terk edilmiş, tellerinde bülbüller şakımaz olmuş. Başka kuşlara mekân olmuş, bizim gibi. Kopuk tellerine konamasak da, gövdesinde dinleniyor, bülbüller gibi şakıyamasak da cıvıltılarımızla yalnızlığını paylaşıyor, vefayla başında bekliyoruz. Bu arada deneyimlerinden faydalanıyor, verdiği derslerle hayatlarınızı yönlendirmeye çalışıyoruz. Kayda değer her sözünü kaydediyor, ağzından çıkan her şeyi can kulağıyla dinliyoruz.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim