03-) Yarınları Tüketmek Dünden / Bir B ...

Gürkal Gençay
29

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

03-) Yarınları Tüketmek Dünden / Bir Bayram İletisi

(âlem-i sagîr'in hâkîkate ve âşka ric'ât edişi, bu kuyruklu dervişlerin yaşadıkları sevgiyi örnek almaları ile mümkün olacaktır.../ bu âmentü; aklın ötesinden, yüreğin derinindendir! ..)

KURBAN BAYRAMI

değerli dost,
bayramlar istisna günlerdir.
güzel günlerdir.
insanlar güzellikleri paylaşabiliyorlarsa,
ben de bu günü paylaşmak için
bayramdan saymadığım bu günleri
bu şiirin sana çıkan yolculuğuna sarmalayıp
yola çıkıyorum
ve bu satırları bir “istisna” olarak karalıyorum.
yalnızca bayramlara mahsus bir istisna
küçük bir nostalji sadece…

bu günlerde binlerce can gidecek,
ırmaklar misali kanlar akacak,
kuzuların gözyaşları akacak analarının ardından çağıl çağıl
gözyaşları ve masum kuzucukların acıları büyüyecek
sabah ezanlarında…

insanlar ise mutlu olacaklar,
ya da öyle olduklarını sanacaklar…

ben de senin hep mutlu olmanı istiyorum.

boşver…
kesilsin kurbanlar!


Gürkal Gençay
23.Haziran.1991
Adana

(''Yarınları Tüketmek Dünden'' isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999)
**********************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...

http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html

İşbu Şiir Şairinin Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 474661125218
**********************************************************************

(Sayfa: 39)

Gürkal Gençay
Kayıt Tarihi : 19.2.2010 15:11:00
Hikayesi:


* İSTİSMAR PSİKOLOJİSİ Neal D. Bernard, M.D http://www.animalvoices.org/ sitesinden çeviridir. İnsanlar neden hayvanları kesip yer? Neden hayvanları yakmak, radyasyona maruz bırakmak, kafeslere kilitlemek ve öldürmek bilim adına kabul edilebilir bir şey olarak düşünülüyor? Neden memelileri ve kuşları vurup balıkları oltayla yakalamak zevk veren bir spor olarak görülüyor? Bir psikoloji öğrencisiyken, farelerin kulak zarlarına onları stereotaksik bir halde sabit tutmak için metal çubuklar sokmak rutin bir eylemdi benim için. Anestezi uygulanmış farelerin bile delinmiş kulak zarlarıyla uyanmaktan hoşlanmadıklarını söyleyerek şikayet ettiğimde, profesörümüz farelerin nasıl olsa stereo müzik dinlemeyeceklerini söyleyerek espri yapmıştı. O zamandan beri, istismar davranışlarının devam etmesine izin veren bir çok psikolojik faktörün önemini idrak etmiş durumdayım: 1-Ket vurmanın Yetersiz Kalışı Hayvanlara saldırgan davranışlarda bulunmakla insanlara saldırgan davranışlar sergilemek arasında bağlantılar bulunduğunu söyleyen ciddi bir bilimsel literatür mevcut. Psikologlar şiddet uygulayan suçlularla görüştüklerinde, mesela, sık sık, bu insanların hayvanlara da zalim davrandığını ortaya koyuyorlar. Özellikle çoculukluk semptomları arasında 3 tanesi- hayvanlara zulmetmek, ateş yakmak ve yatak ıslatmak- yetişkin hayatında da bu kişide agresif davranışların gelişeceğine dair bir ipucu. Bu semptomların ortak noktası ise ket vurmanın yetersiz kalması. Hayvanlara karşı agresif davranışlarını kontrol edemeyen çocuklar sıklıkla insanlara karşı agresif davranışlarına ket vuramayan yetişkinlere dönüşeceklerdir. Tipik olarak, bu kişilerin aileleri agresif davranışı kontrol etmeyi başaramamış ya da bundan memnuniyet duymuşlardır. Agresyon genellikle sadizmle alakalı değildir. Herkesin agresif bir dürtüsü olabilir. Buradaki sorun dürtünün eyleme dönüşmesine engel olunamamasıdır. Benden farelerin kulak zarlarını delmemi isteyen profesör hayvanların acı çekmesinden zevk almıyordu. Aslında o sebep olduğu ızdırabı idrak edemiyordu. Hayvanlar üzerinde deney yapan bir çok bilim adamı gibi onun da problemi değerlerinin ızdırab çekmeyi tanımayan bir bilim kültüründe gelişmiş olmasıydı, aynı kültür ızdırabın tanınmaması için öne sürülen itirazları destekliyor, ayrıca insanlardan başka hissetme yeteneği bulunan canlıların ölümünün de kabul görmesine karşı çıkıyordu. İşte bu yüzden horoz dövüştürenlerle alakalı yürütülen bir psikolojik çalışmada, dahil olan hayvanların %85’inin öldüğü bu “spor”u uygulayan insanlarda, aynı coğrafi bölgede yaşayıp da horoz dövüştürmeyen insanlara kıyasla daha fazla bir sadizm ya da psikoz oranı bulunamamıştır. Eğer agresyon her zaman sadizmden kaynaklı olsaydı, o kişinin eylemlerinin zalimliğini anlamak için herkesin majör bir kişilik değişikliği geçirmesi gerekirdi. Allahtan mesele bu değil. Eylemlerinin sonuçlarını öğrenmek bir çok insanın çevresindekilere karşı agresif tavrını azaltmasını sağlamıştır. 2-Rasyonalizasyon Alıştığımız şeyleri savunmaya meyilliyiz. Rasyonalizasyon eylemlerimizi açıklamak için gerekli sebepler bulmamıza izin verir. Örneğin; diseksiyonlar lise öğrencileri için tatbiki bir tecrübe denilerek rasyonalize edilir. Ekonomi bir faktör olduğunda rasyonalizasyon en kötü halindedir. Tütün çiftçileri kendilerini haksız çıkaran binlerce kanıta rağmen zarar veren bir ürün yetiştirmeye devam ettiler. Büyükbaş hayvancılığıyla uğraşanlar kendilerine” çevreci” diyerek rasyonalizasyona başvuruyor, avcılar da aynı şeyi kendilerine “doğayı koruyanlar” diyerek yapıyorlar. Eleştirildiklerinde, hayvanlar üzerinde deney yapanlar, hasta çocuklar var gibi bahanelere sığınarak yaptıkları işi savunuyor. 3-Çocukluğu Hatırlatan varlıklar Olarak hayvanlar Çocukken diğer canlılarla aramızdaki ortaklığı doğal olarak biliriz. Onlarla aramızda bir bağ hissederiz, onları hikayelerimize ve oyunlarımıza dahil ederiz. Çocukluğun kalıntılarını ardımızda bırakmaya çabalarken, hayvanlarla aramızdaki bağlantılar bizi- özellikle de aramızdaki erkekleri- huzursuz eder. Hayvanların çektiği acıları umursamak insana geride bırakmaya çabaladığı çocukluğunu hatırlatır. Bazı insanlar yetişkinliklerinin kabul edilmesi mücadelesi için sapık hayvan imajları kullanır ya da zalimce eylemlerde bulunurlar. Örneğin; köpekleri, boğa yılanlarını ve kaplan yavrularını kendi sertliklerinin bir işareti olarak dövüştürürler. Allahtan, insanlar hayvanların kompleks yapılarını öğrendikçe diğer hayat formlarının takdir edilmesi çocukluğun işareti olmaktan çıkarak sofistike olmanın bir işareti olmaya başlamıştır. 4-Yetkinin Gecikmesi Bilim dili bizler küçükken anne babamızın kullandığı dil kadar kavrayışımızdan uzaktır. Çoğumuz doktorlar ve bilim adamlarının bilgiye sahip olduğuna, bununla beraber ahlaki değer yargılarının olduğuna ve bu manada bizden üstün olduklarına inanmışızdır. Klasik bir deneyde psikolog Stanley Milgram gönüllülerden insan deneklerine potansiyel olarak ölümcül olduğuna inandıkları elektrik şokları vermesini istemiştir. Gönüllüler bilmese de aslında “şok” uğrayan denekler Milgram için çalışıyordu. “elektrik akımı” yükseltildikçe bazı gönüllüler devam etmekten kaçındılar. Ancak deneyi yürütenin özgüveni devam etmelerini sağladı ve bu deneğin hayatını riske attıklarına inandıkları anda da değişmedi. Milgram bu deneyi yürüttüğü için ciddi şekilde eleştirilmiştir. Ancak burada korkunç olan şey normal gönüllülerin diğer bir canlıya zarar verecek emirlere boyun eğmekte gösterdikleri istekti. 6-Hayvanlarla İlgili Fanteziler Bizler agresif dürtülerimizi hayvanlara yansıtıyoruz. Kediler bazen sinsi ve soğuk yaratıklar olarak görülür, bunun sebebi kedilerin yüz kaslarının köpeklere ve primatlara kıyasla daha az ifade kapasitesi taşımasından kaynaklı olabilir. Aslında ne hissettiklerini bildiğimizi söyleyemeyiz. Husumet duygusunun majör bir sorun olduğu insanlar kedilerde husumet olduğunu hayal edebilir ya da kendi agresif dürtülerini kedilere yansıtabilir. Hayvanlara işkence eden insanlar köpeklerden çok kedileri kurban seçerler. Kedi kelimesi nin dişilikle bağıntısı sebebiyle kadınlara şiddet kullanan erkeklerin kedileri de istismar etmiş olması mümkündür. 7-Sadece İki Kategori İçerisinde Düşünmek Küçük çocuklar kompleks düşünceyle sıkıntı yaşarlar. Dünyayı aşırı uçlar halinde kategorize ederler: iyi-kötü; biz-onlar; temiz-kirli; siyah-beyaz gibi. Olgunlaşmak grileri de algılamayı gerektirir. Ancak “biz-onlar” tarzı düşünme biçimi sıklıkla yetişkinlik döneminde de sürer, burada da politikacılar ve film yönetmenleri vb. tarafından istismar edilir. İnsanlar ve hayvanlar arasındaki farklılıklar benzerlikleri aşıyor görünür ve bu yüzden de hayvanları bizden ayrı bir kategori olarak hapseder. Bu türden bir düşünme tarzı, etik kararlar verirken ahlaken bağlayıcı bir kritere başvurmaktansa da önyargının kullanılmasına (örneğin, fareye karşı bebek gibi) yol açar. İnsan psikolojisi adına uzun vadede iyimser olmak için sebepler var. Bebeklik dönemimizde gelişirken, dürtülerimize göre hareket etme kapasitemiz o eylemleri modüle etme ya da engelleme kapasitemizden önce olgunlaşır. Böylece, biz saçma sapan sözler söylediğimiz, altımızı ıslattığımız, nesneleri kırıp döktüğümüz bir aşamadan geçeriz. Ancak sonradan konuşmayı, vücut işlevlerimizi kontrol etmeyi, nesneleri kırmaksızın onların doğasını keşfetmeyi öğreniriz. Medeniyetler de aynı şekilde olgunlaşır. En grotesk agresyonları geliştirdikten sonradır ki yavaş yavaş o eylemleri engellemeyi öğrendik. Yamyamcılıktan vazgeçtik. İnsan köleler özgür bırakıldı. Çoğumuz hanımlarımızı dövmenin kabul edilemez olduğunu idrak ettik. Hayvanlara gelince, hayvanlarla da saçma sapan konuşma, altını ıslatma ve kırma dökme aşamasından çıkıyoruz. Bir gün mahcubiyetle geçmişimize bakacak ve onlara bu kadar uzun süre ızdırap ve acı çektirdiğimiz için utanacağız. ____________________________________________________________________________________________________________________ YILDA KURBAN BİR OLUR, BEN HERGÜN KURBANIM SANA Kurban sözcüğünün “yakın olmak” anlamındaki “kurb”dan türediği söylenir. Dini bir terim olarak kurban Tanrı’ya yaklaşmak amacıyla belli günlerde kesilen hayvana verilen addır. Bilirsiniz, İbrahim Peygamber Tanrı’ya “Eğer bir oğlum olursa onu senin yoluna kurban ederim” diye yakarır. Sonra da dünyaya gelen oğlunu Hakk yoluna kurban etmek ister. Bunun üzerine Cebrail tarafından bir koç indirilir ve çocuk kurban olmaktan kurtulur. Yine de merak ederim “kurban” sözünün sevgi, saygı, hayranlık anlamlarını da taşıdığı Türkçe’den bir başka dil var mı acaba? Belki canından geçmeye hazır olduğu bildiren bir anlamı da olduğundan, İstiklal marşımızdan aşk türkülerine bir aşk belirtme, bir yalvarma olarak yer alır “kurban olma”. Bu deyimin çok anlamlılığı başka dillerde var mı deyişim, “kurban” fiilinin çok eski ve hemen bütün dinlerde var olan bir kavram oluşundan. Kurban dünyanın pek çok yerinde ve pek çok inançta bulunan bir ibadet. Eski Yunan ve Roma toplumlarında da, daha basit örgütlenmiş toplumlarda örneğin Kızılderili kabileleri, Japonya’daki Ainu klanlarında da törensel kurban belli başlı uygulamalardan. Ancak kurban edilen hayvanların türü ve cinsinde farklılıklar var. Her zaman da hayvan kurban edilmiyor. Japonların eski doğa dini Şintoizm’de doğa tanrılarına ve ölülere sunulan kurban ve adaklar pirinç de olabilirmiş, hayvan da... Ancak hayvanı keserek kurban etme anlayışı pek yokmuş. Eski Çin’de kurban en büyük tanrı T’ien ya da Şang-ti’ye, yaşamı kontrol ettiğine inanılan tanrısal varlıklara ve ölen atalara kurban olarak ev hayvanları, hububat, çeşitli yiyecekler, mayalandırılmış içki, ipek sunulurmuş. Bazen de yaşlı ve işe yaramaz beygir. Tarihin ilk çağlarında insan kurbanı da yaygındır. İbrahim Peygamber ile oğlu söylencesini tekrarlamaya gerek yok... İbrahim’in Tanrı’sına ilk oğlunu/en sevdiğini kurban etmeye kalkışının çok tanrılı dinler döneminden kaldığını söyleyen bilimciler var. Çocuk kurbanı da sadece İbrahim Peygamber’e özgü değilmiş. İbrahim’in ulusunun komşu olduğu Kenan toplumu ve onlarla akraba olan Kartacalıların (yani Batı’da yerleşmiş Fenikelilerin) çocuk kurban etmelerinin yaygınlığı Kartaca’daki arkeolojik kazılarla da kanıtlanmış. 1921’de, Kartaca mezarlığında yapılan kazılarda, yanmış çocuk iskeletleri bulunmuş. Buradaki dikilitaşlardan birinin üzerinde de, kucağında çocuk taşıyan bir rahip görüntüsü varmış. Eski Güney Amerika’daki toplumlarda da yapılan kitlesel insan kurban etme törenleri ile ilgili kanıtlar varmış... Tarihten bugüne kurban Biliyorsunuz İbrahim Peygamber tek Tanrılı dinlerin ortak atasıdır. İsa’dan 1263 yıl önce yaşadığı sanılır. Tanrı’nın bir sembol (put) yerine gözle görülmez, dokunulamaz bir güç oluşu, inançlarda nasıl önemli bir aşama ise Tanrıya insan yerine bir başka canlının kurban edilişi de yine önemli bir dönemeçtir... Bir de İbrahim Peygamber’in Tanrıya hangi oğlunu sunduğu konusu da var. Karısı Sara’dan olan oğlu İsak’ı mı, cariyesi Hacer’den doğan oğlu İsmail’i mi? Müslümanlar İsmail’de, Museviler İsak’ta ısrar ediyorlar... Hıristiyanlar, İsa’nın çarmıha gerilişini bir kurban olma eylemi saydıklarından onun eti yerine kutsanmış ekmek, kanı yerine şarabı paylaşıp günahlarından sıyrılıyorlar. Kurban sunma geleneği, dinsel kaynaklara göre ilk peygamber Hazreti Adem’in oğulları Habil ile Kabil dönemine kadar uzanıyor. Habil hayvancılık, Kabil de çiftlikle uğraşıyormuş. Kabil toprağın ürününden, Habil de sürünün ilk doğanlarından bir bölümünü Tanrılarına sunmuşlar. İslam kaynaklarına göre Habil ve Kabil kurbanlarını sunağa koyduktan sonra gökten gelen bir ateşin Habil’in kurbanını, kabul edildiğini göstermek için, yakıp yok etmiş. Bu anlatı kurbanın yakılmasının başlangıcı belki. İbrahim döneminde de kurban sunakta yakılıyor... (İç yağına sarılıp yakıldığı için, Museviler hâlâ iç yağı yemez.) Yani kurban başlangıçta eti yensin diye kesilmiyor İbrahim’le kurban edeceği oğlunu gösteren Musevi temsili resimlerinde de sunakta yanan bir ateş görülür. İbranice’de “kurban yakma yeri” anlamına gelen bir sözcük var: “Tofet”. Kartaca’da yanık çocuk iskeletlerinin bulunduğu mezarlığa da “tofet” adını vermişler. Kurbanın Tanrı’ya sunumunun kaç yüzyılda değişime uğrayıp İslam’daki halini bulduğunu bilmiyoruz. Ama İbrahim Peygamber’in oğlunu kurban edeceği sırada gökten koç inmesine benzer bir olayı Antik Yunan söylencelerinde bulmak şaşırtıcı değil mi? (Hemen söyleyeyim İbrahim Peygamber daha eski) Truva savaşına gidecek Agamemnon’a, gemisinin yelken açabileceği bir rüzgarın esmesi için kızı İphigenienia’yı, Tanrıça Artemis’e kurban edilmesi bildirilir. Genç kız kurban edilmek üzereyken, tanrıça onun yerine dişi bir geyik koyarak onu tapınağına kaçırır. Bir başka söylencedeyse iki çocuğu üvey anaları İo’nun elinden gökten inen altın postlu kutsal bir koç kaçırır. Sonradan kurban edilen bu koçun postu bir başka söylence konusudur. Asgari ücretle kurban olur mu? İslam inancında, Hicretin ikinci yılından beri kurban kesilmektedir. Türkiye’de kurbanın kanının ve kullanılmayacak iç organlarının bir çukura gömülmesi, kurban etinin üçe taksim edilip bir bölümünün fakirlere, bir bölümünün akraba ve dostlara dağıtılması bir bölümünün de ev halkıyla yenilmesi tavsiye edilir. Ev halkı kalabalıksa kurbanının evde tüketilmesi de uzmanlarca hoş görülür. (Gerçi çocukluğumda bu tür davranan aile pek olmaz, “Allah için kurban, küp için kavurma” diye kınanırdı) Benim aklıma böyle sorular pek gelmez, geçenlerde “asgari ücretlilere kurban kesmek gerekir mi? ” sorusunun bir profesöre sorulduğunu gördüm. Yanıt şöyle: “Kurban Bayramı günlerinde, borç harç dışında, eldeki para miktarı 85 gram altının tutarını geçiyorsa kurban kesilir. Seksen beş (85) gramın altındaki altına da zekât düşmez. Bu miktarı geçerse kırkta bir oranında zekâtı vardır.” (Kurban Hakkında Akla Gelen Her Soruya Cevap, Prof. Dr. Raşit Küçük, Haber 7) Altın fiyatları için hiç fikrim olmadığından araştırdım, 24 ayar altının gramı 30 lira falan. 85 gram altın 2 bin 550 lira civarında. Asgari ücret bir yana, galiba belli bir azınlığın dışında kimsenin kurban kesmesi gerekmiyor. Zekat ha keza. (Sayın hükümet, TBMM falan acaba biz emeklilere ya da çalışan çoluk çoğumuza kurban kesebileceğimiz paranın verilmesi için gerekli bir yasayı çıkartır mı? Zaten yoksulluk sınırı kaç liraydı?) ‘Yahu! Bir külbastı yapın’ Neyse bir zamanların Kurban telaşını biraz gülümseyerek yaşamak için Ahmet Rasim ustamıza bir göz atmak gerekli. Eski... Çok eski İstanbul’un iki üç katlı ahşap konaklarının ya da evlerinden birinin bahçe katındaki mutfağındayız. Ev halkı kalabalık. Ayrıca evin çalışanları da var. Bahçede kurban için çukur kazılacak, koçun gözleri gülsuyuna batırılmış tülbentle bağlanacak, öd ağacı yakılacak. Ağaca çengel asılacak. Bir telaş... Bir telaş: — Peştamal nerde? Tülbent getirin, öd ağacı yakın, gül suyu serpin. — Çengeli tak! Çukuru kaz! Bıçaklar hani ya? Masad! Masad! Verin masadı! — Çocuklar, mutfağa bakın! — Ayol! Küçük hanım! — Dadı! Teyze! Anne! Satır nerde? — Ay şaşırdım! İlahi kör ol kedi! Yiyemez ol! — Şimdi ha! Baksana Ahmet Ağa! Şu oğlana böbreği çıkarıver! Ahçı kadın! Büyük tencere ne cehenneme gitti? — Hu! Efendi kahve istiyor. — Hah işte sırası! Aman! ... Tütününden kahvesinden bıktım. İşte biliyor, işimiz var. İspirto yanında! Aman erkekler! ... — Anne! — Ne var? ... Ay çıldıracağım! ... —(Biraz küçüğü) Anne! — Hasbinallah! Ne var? —(Biraz daha küçüğü) Anne! — Aman yarabbi! Mübarek günde yarabbi! ... —(Biraz daha küçüğü) Anne! —(Gırtlağının var kuvvetiyle) Annesiz kalın! ... — Aman! ... Teyze! Sen de! —(Yukarıdan kalın bir ses :) Yahu! Bir külbastı yapın. — İşte böyledir! ... İş arasında iş! ... (Kapı çalınır) — Kim o? — Biz. (Kapı açılır.) — Selam ettiler. (Beze sarılı bir parça) — Anne! Kırmızı perdeli hanımların... (Yine kapı çalınır) — Selam ettiler. (Keza.) — Anne muhasebecilerinki... (Yine kapı çalınır. Bu kez “etten kurbandan” diyen bir dilenci sesi) (Büyükhanım eller dizinde :) — Bizim Durmuş ne cehennemde? Hasan nerde? Ayol, yollasanız a! Bana bak o budu Tarandil’e ayırın! O gelir alır. Benimkinin budunu Hocaefendi’ye götürsünler. —Yukarıdan kalın bir ses :) Yahular! Bir parça kavurma yok mu? — Anne görüyor musun? Hiç dili duruyor mu? Aman Allah! ... (İnce bir bağırtı :) — Aman! ... Elim! ... Aman! ... — Ne oldu oğlan? ... — Aman hanım nine! ... Acıyor... Yandı... — Oh olsun! Acelen ne? Patladın mı? Sahana alsınlar da ondan sonra yiyeydin... (Çat kapı, yayık bir ses :) — Kimse olmasın! — Anne! Misafir geldi... — Alın yukarıya! O kemikleri ayır... İşkembeleri beriye çek... Hu! Kadın, o budu, tatlılı yahni gibi kır... O inceleri sarmısaklı yapmalı. — Aman hanım nine! Sen bari sus! Çıldıracağım... — A! Kız şaşırdı! ... (Satır yavaş yavaş işlemeye başlar, çat çatlar ziyadeleşir, koyun yüzülüp kesilir, parçalanır... Külbastının dumanı ortalıkta tüter.) Kolesterole dikkat! Kurban Bayramı’nda birçok sağlık uzmanı, etlerin yumuşaması, ve sağlıkla tüketilebilmesi için en az iki gün bekletilmesi gerektiğini söyleyecek. Eğer elinizde et varsa nasılsa bu tür öğütleri dinlemeyeceksiniz. Ama taze etin, sert olduğu için çabuk pişmeyeceğini hatırlatayım. Peki, et yıkanır mı? Geleneğe uyarsanız ya da kurbanı kendiniz kesmişseniz, temiz bir şekilde ayırmışsanız yıkamanıza gerek yok. En önemlisi şunu unutmayın, koyun eti oldukça yağlıdır, sindirilmesi de zordur. Mide, kalp damar, kolesterol sorunu olanlar (ve parası olmayanlar) et tüketirken özellikle dikkatli olmalı. Evinizin bereketi eksilmesin. Sennur Sezer - Evrensel Gazetesi /

Gürkal Gençay