Temrenleri Paslı Şeşberdir Uçan
1/:
Torro!
Bir pelerin gibi alnacımızda göklerin uygarlığı,
Bir burçta karayağız matador,
Ve diğer cenahta buğday benizli pikador...
Yeryüzü boynuzlu bir zorbalığın beş kalasında,
Ve sonra kızıl gözlü boğaların açılıyor yolları,
Öfke, dudağında ısırık ve hırs ki gecenin,
Kahpe karanlığın gözlerinde yoğun kan.
Akansa şiirin oklanan kalbi.
Buna rağmen birer parça düğün taşıyoruz azık dağarımızda.
Gani gönlümüzün avucuna sığmıyor,
Savurgan sevdanın gülleleri he-hey! ...
Boğaçhan gibiyiz dedem Korkut masallarında.
***
Salvo ve ben,
İkimiz de her dem boynuz hedefindeyiz.
Olabiliriz birbirimizin katili,
Ya da sevdalısı kan ve kırmızı ve raks eder gibiliklerin.
Arenanın kapısı kırk yerden aralanıyor kopyalanarak,
Gölgelerin temeli tabanlarından sarsılıyor,
Hiç kimse işin sırrını anlayamıyor katarak bakışlarıyla.
Temrenleri paslı şeşberler kanatsız uçuyorlar,
Gecenin ensesinde kırmızı kraterler bakışıyor bize,
Bir denize dalga oluyor hırçın hançereler:
Ve torro!
***
Ay, ensesinden kargılanan usta,
Yatarsa uzun zaman, demirleri pas tutar.
Yutar kini, intikamı ve eyvahları kalbin boşaldıkça,
Gözyaşlarını buz gibi kuzey kutbunda doğurursun,
Boğulursun kendi deryanını çukurlarında.
Ama ben buna izin vermem!
Ve yedirmişliğim askerlerime lahana türküsü,
Yani demirin en erimiş hali zabitan-ı harbiyan...
Uçuşan serçeler gönül ülkemde belki de gölgene rastlar,
Ateşe verirler küllerinden doğurtmak için anka kardeşlerini.
Orta İberya'nın kollarını bağlarlar Vizigot atlıları.
Macar ovalarını nebelungen destanlarıyla harman ederler.
Yazılır ağaç dallarına yaprak yaprak özümseme tarihi,
Yüreğimizin sahiline vurur kayan yıldızlar.
Sen çiz kızları, ben de düğünleri yazayım,
Azayım bildik mısraların kör yollarında...
2/:
Bir kasaba gecesi gibidir şiir,
Yazılacak daha çok hüzün vardır ıslanan kaldırımlarda,
Yazdık ama görmedik kendi ciğerimizden sızan aslanı,
Yalandan anlatılan belki de doğrunun saklı kısmıydı,
Belki güzelliğine saklanmış çirkinliklerde vardı oralarda,
Biz adım adım yalanıyorduk yerel dökümanları...
Çıkageliyordu asesler ve onların saygıdeğer başı,
Köy karakollarında aynalara yakalanıyordu kaçak gölgemiz.
Yakamozlara atılan bir imza gibi saltanatın,
Ve tutsaklığın bukağılarında haraç mezatına çıkıyorduk.
Gönül kutbun bilmem kaç selsiyusta ise eğer Salvo can,
Ve yanındaki sarışına: 'Artık burada duramaz seninki.' diyorsan,
Yoldaşın yani benim için...
Ee, ne deyim artık sana?
Bilinmez bir mekan içredir sahnıçemen yurdunda yüreğim,
Doğrusu kendim devam etmek isterim,
Renk ve şiirin kozmik yolculuğuna...
Amma...
***
Haydi davran Salvador...
(Daha da azgın bir coğrafya beliriyor,
Yüzünde Salvador'un ve o sarışın romanın,
Bir gözü dost, öteki düşman kesiliyor bana,)
Ama...
Haydi davran Salvador...
Kayıt Tarihi : 12.7.2006 13:23:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kamburdur Üstümde Everest Ağırlığı 1/: Karındaşım, Kahrı ve kın kanatlı bir şiiri geveliyor, Abanoz bir dibekle dövüyordu hırs ile gökkuşağını, Yele veriyordu bir Molla Kasım, Yunus'un altın tozunu o an. Yüzünde acı ile harlanmış yarı yanık bir aşkla, Gözlerinden yaş terliyordu yoldaşım çerçeve tabanında, Yağız küheylanlar gibi kişniyordu yalnız geceler kurum tavlasından , Bizse yavaş yavaş oynaşıyoruz karanlıkla iki savaşdaş gibi, Görüyor olan biteni Salvador, O Töton tarihçisi ise görüp göreceği her şeyi, Bir vakadar titizliğiyle kayda geçiriyordu: Bap bilmem kaçında orta çağın... Yüzünde ise kara gecenin is ve karakurum, Ne utanç ve ne de ikircikli bir allı gelin türküsü dolaşıyor. Haydi davran Salvador... 2/: Gerekende bir başımızayız en ortasında karanlığın, Atlıyoruz bir bilge gılmanla şiirsel kuyulara, Ve ölümcül sevdalara terkimizde köyden kalık yavuklularla. Taylarla birlikte hız hıza büyüyor söz fidanları, Ve çıldırmışlığın özgür havasını harman ediyor harmoni, Ben ve diğer insanlar donmuş gibi takip ediyoruz, Arkamıza gerdiğimiz serendipli gölgelerimizi. Açız ki kıyamet acısı damaklarımızda, Yemişliğimiz bir yabani ahlattır hepi topu, Ya da alıç Yunus tepelerinde, Az evvel yani bin bir yıl önce... *** Ey renklerin ve boynuzların sivri şahı, Terk etme ne olur köprü başında topallayan tayları, Lunapark bekçisi mavi gözlü veletlerle bir olup, Gözlerinin ıslaklığını saklama cenaze alaylarında, Hani koşmayı hatırladıkça şiirler adımlarsın ya, Sözün sihir olduğu kıraç yamaçlarda, İşte oralarda saklanır renkler, hüzzam kentlerinden kaça kaça. 3/: Serendipli bir yosmaydı anımsadığım en son, Şiirin basma yorganının altına kayan arzunun somutlaşmışı, Çengel kaşı kahverengi Hint kınası, Arkası Tamil cengaverlerinin en hırslılarıyla örülü. Merakla koşuşuyorlardı mağma hamamının çevresinde. Kamburdu sanki üstünde bir everest ağırlığınca, Ölen bir racanın karısı olması. Yani ölüme tutsak ve de töreye... Ben ağlıyordum ancak iki mısra hacmince, Köşedeki döşü kirli bandit bana bakıp gülüyordu, Düşteydim ancak yüreğim sökülüyordu. Sahra genlerinde yoksa eğer mahpus sayılırsın sen de, Ey çift tırnaklıların lordu... Yordu bu oyun beni insanlığın boş arsasında. Sen çiz, en iyisi, ben de beni yazayım, Kuyular kazayım yüreğimi düşürmek için... *** Gör artık ey boğaların lordu, Köşedeki döşü kirli bandit bana bakıp gülüyor, Gece anaforlar ile soluyor, Haydi davran Salvador, Kocuyor şiir ve renk, Haraboluyor ahenk...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!