Kamburdur Üstümde Everest Ağırlığı
1/:
Karındaşım,
Kahrı ve kın kanatlı bir şiiri geveliyor,
Abanoz bir dibekle dövüyordu hırs ile gökkuşağını,
Sinirli bir yele veriyordu bir Molla Kasım,
Melul gözlü Yunus'un altın tozunu o an.
Yüzünde acı ile harlanmış yarı yanık bir aşkla,
Gözlerinden yaş terliyordu yoldaşım çerçeve tabanında,
Yağız küheylanlar gibi kişniyordu yalnız geceler kurum tavlasında,
Bizse yavaş yavaş oynaşıyoruz karanlıkla iki savaşdaş gibi,
Görüyor olan biteni Salvador,
O Töton tarihçisi ise görüp göreceği her şeyi,
Bir vakadar titizliğiyle kayda geçiriyordu:
Bap bilmem kaçında orta çağın...
Yüzünde ise kara gecenin is ve karakurum,
Ne utanç ve ne de ikircikli bir allı gelin türküsü dolaşıyor.
Haydi davran Salvador...
Bin Birinci Ahmed-i Yozgatyan Gecesi başlıyor.
2/:
Gerekende biz, bir başımızayız en ortasında karanlığın,
Acar yalanmalarla atlıyoruz bir bilge gılmanla şiirsel kuyulara,
Ve ölümcül sevdalara terkimizde köyden kalık yavuklularla.
Taylarla birlikte hız hıza büyüyor yemyeşil söz fidanları,
Ve çıldırmışlığın özgür havasını harman ediyor harmoni,
Ben ve diğer insanlar donmuş gibi takip ediyoruz yüreğimizi,
Ve arkamıza gerdiğimiz serendipli gölgelerimizi.
Açız ki sormayın biraderler, kıyamet acısı damaklarımızda sanki,
Yemişliğimiz bir yabani ahlattır hepi topu genetik çağın başlangıcında,
Ya da yabani ve nostaljik birkaç alıç Yunus tepelerinde,
Az evvel yani bin bir yıl önce...
***
Ey renklerin ve boynuzların sivri şahı,
Terk etme ne olur köprü başında topallayan tayları,
Lunapark bekçisi mavi gözlü veletlerle bir olup,
Gözlerinin ıslaklığını saklama cenaze alaylarında,
Hani koşmayı hatırladıkça buhurdanldan imbiklenmiş şiirler adımlarsın ya,
Sözün sihir, sihrin zafer olduğu aşkın kıraç yamaçlarında,
İşte oralarda saklanır renkler, hüzzam kentlerinden kaça kaça.
3/:
Serendipli bir yosmaydı anımsadığımız en son,
Şiirin basma yorganının altına kayan arzunun somutlaşmışı,
Çengel kaşı kahverengi Hint kınasıydı,
Arkası Tamil cengaverlerinin en hırslılarıyla örülü...
Merakla koşuşuyorlardı mağma hamamının çevresinde.
Kask gibi bir kamburdu sanki üstünde bir everest ağırlığınca,
Eylül vurgununda ölen bir kadersiz racanın karısı olması.
Yani zamansız ölüme tutsaktı ve de izansız bir töreye...
Ben ağlıyordum acılarımın seline düşüp ancak iki mısra hacmince,
Kendince, karşı köşedeki döşü kirli bandit bana bakıp gülüyordu,
Düşteydim ancak yüreğim sökülüyordu paslı bir kerpetenle.
Sihirli bir sahra aşkı genlerinde yoksa eğer, mahpus sayılırsın sen de,
Ey çift tırnaklıların lordu...
Yordu bu oyun beni insanlığın boş arsasında.
Sen çiz tenini en pembesiyle, en iyisi, ben de beni yazayım,
Kıyamet öncesinde arasata kuyular kazayım yüreğimi düşürmek için...
***
Gör artık ey boğaların lordu,
İşte o köşedeki döşü kirli bandit sana da bakıp gülüyor,
Gece anaforlar ile soluyor aşık olmanın son saatlerinde,
Haydi davran Salvador,
Yalancı şairler elinde kocuyor şiir ve renk,
Hayın ve yapay sevdaların kahrından haraboluyor ahenk...
Bin Birinci Ahmed-i Yozgatyan Gecesi başlıyor.
Kayıt Tarihi : 12.8.2006 09:11:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ahmet Yozgat](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/08/12/03-salvador-la-bin-birinci-ahmed-i-yozgatyan-gecesi.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!