0273 - El KUDDÜS
Onur BİLGE
Cumartesi günü öğleyin buluşacaktık. Bir yağmur bastırdı, evden çıkamadım. Saat on birden on üçe kadar, gökte ne varsa yere indi! Sicim gibi yağdı, her yeri kamçıladı, temizledi. Çoktandır böyle yağmamıştı. Her taraf toz içindeydi. Fabrika bacaları başta olmak üzere, arabalardan ve sobalardan çıkan dumanlar, şehrin dokusuna sinmişti. Ağaçların yapraklarının gerçek renkleri seçilemez olmuştu.
Pencereden baktım. Her yer gülüyor, ışıl ışıl ışıldıyordu. Yağmurun ardından, rüzgâr çıktı. Yani kocaman bir fön makinesi çalışmaya, binaların yüzlerini, ağaçların saçlarını kurutmaya başladı.
Yağmur durdu ya, rüzgâra dünden razıydım. Sıkıca giyinip çıktım. İki adım ben atıyordum, bir adım da o itiyordu. Zaten rüzgâr esse düşecek kadar zayıf derler ya öyleydim. Saç baş darmadağın, Virane’ye ulaştım. Kapıyı bırakır bırakmaz, ‘Drank! ..! diye kapandı. Sanki harap bina, temelinden sarsıldı! Bahçe kapısı aralıkmış, nereden bileyim? Girişte oturup, ders çalışanlardan boş bulunanlar sıçradı! Gelişim muhteşem oldu, yani.
Rüzgâr, bulutları hızla aralamıştı. İyice dağıtmaya başlamıştı. Kısa sürede yok edeceğe benziyordu. Arkadaşların yarısı gelmişti. Diğerleri gelinceye kadar havanın açacağını umuyorduk. Duygu, çay servisi yapıyordu. Ahmet tost yapıyordu. Öğle yemeklerini yine tostla geçiştireceklerdi. Aralarında bunu bulduklarına şükredenler vardı. Garibanlardan biri Ahmet’e yardım ediyor; sucuk, peynir ve yağ kokuları, çay kokusuna karıştıkça acıkanların ağzı sulanıyordu. Çok geç kahvaltı etmiştim ama onların iştah uyandıran konuşmaları, beni de özendirdi. Bir çay da ben alıp kaşarlı tostumu beklemeye başladım.
“Haydi Ahmet, midemiz kazınmaya başladı! ”
“Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan kopar! ”
“Olanları alıverin, arkadaşlar! Servisi beklemeyin! Sıcak sıcak atıştırın! ”
Duygu boyuna temizlik yapıyor, eski binayı ve bahçesini temiz tutmak için didinip duruyordu. Ahmet de yardım ettiği halde üstesinden gelemediği zamanlar oluyor, yeni gelen çocuklardan yardım istiyordu. Yine öyle zamanlardan biriydi. Bahçe, ağaç yapraklarından görünmez olmuştu. Doğada göze batmadığı gibi sonbaharın anlamına anlam katan sararmış yapraklar bahçede normal karşılanmıyor, kirlilik olarak nitelendiriliyordu. O nedenle düştükçe süpürülmesi, çabucak dolan çöp kutusunun da sık sık boşaltılması gerekiyordu. Önceleri bahçe sabahları temizlenirken, hane halkının artması, sonbaharın iyiden iyiye varlığını belirtmesi sebebiyle günde bir kaç kere süpürülmeye başlanmıştı. Bu işi, sabahları Ahmet ya da Duygu yaparken, arada Hikmet veya Numan da yapar olmuştu. Lavaboların temizliği de sorun haline gelmiş, haftada bir dip bucak temizlenip dezanfekte edilmesi kaydıyla günlük bakımları Virane’de barınanlara bırakılmıştı. Aralarında anlaşmış, sırayla halletmekteydiler.
İnsan, gittiği her yerin doğasını bozan bir yaratık. Her yerde kalıntı bırakan ve bıraktığı kalıntılar doğayla uyum yapmayan… Piknik alanındaki şişeler, meyve ve sebze kabukları, et kâğıtları, poşetler; oralardan, daha sonra gelecek kişileri umursamayan, duyarsız oldukları kadar da saygısız kişilerin geçtiğini gösteriyor. Geliyor, mekânı kullanıyor, yiyor içiyor, pisliklerini bırakıp gidiyorlar. Hatta alkol alıyor, içki şişelerini de taşa çalıp kırıyor, sanki arkalarından hizmetçileri gelecek de temizleyecekmiş gibi rahat rahat uzaklaşıyor, duyarsızlıkları ve saygısızlıkları nedeniyle olabilecek şeyleri akıllarına bile getirmiyorlar. Ateş tamamen sönmemiş olabilirmiş, cam kırıkları birisini yaralayabilirmiş veya mercek görevi yaparak yangına sebebiyet verebilirmiş, diğer pislikler kokuşabilir, mikrop yuvası haline gelebilirmiş, sinekleri çekermiş; umurlarında değil!
Doğada, insan ayağı değmeyen yerler, tertemiz! Oralar kirlenmiyor mu? Kirleniyor ama doğanın doğal temizlik sistemi tıkır tıkır işliyor. Bir hayvan mı öldü? Diğerleri yiyor, kalanları kurtlar, karıncalar bitiriyor; bir bakmışsın ki leşten en küçük pis bir kalıntı kalmamış!
Mezarlıklar da öyle… Ölülerimizi, et yiyen hayvanlara bırakmıyor, toprağın bağrına yatırıyoruz. Toprak öğütüyor, yok ediyor. Bu arada, tarla fareleri, yılan çıyan, karınca, kurt, böcek; artık hangisinin ne kadarı rızkıysa o kadarını yiyip gidiyorlar. Kan ve su gibi sıvı kısmı, çürüyen tarafları da ağaçlara besin oluyor. Mezarlıklara bakıyorum, o kadar beden gömülüyor, tonlarca et ve kemik; en ufak bir şişkinlik yok. Ne yerse yesin, toprağın karnında şişkinlik olmuyor. Tonlarca insanı yiyor, zerre kadar hazımsızlık çekmiyor.
Yemek vakti, aklıma neler de geliyor! Allah’ın kurduğu ve işlettiği düzene duyduğum hayranlık, düşüncelerimi aldı götürdü!
Bütün bunlar, Allah’ın, Zât-ı Uluhiyete bakan yanlarından olan Kudüs isminin tecellilerinden... Kuddüs sıfatı da Zâtına ait özellikleri, yani sadece O’nda olan, başkasında olmayan hususları ifade etmekte… ‘Mukaddes; temiz, pak, arı duru demek. Kuddûs ismi, Allah’ın, Zât-ı Uluhiyet mülahazasına yakışmayan şeylerden münezzeh olduğunu anlatmakta… Eşi benzeri, zıddı ve sureti yoktur. Mukaddestir.
‘Kuddûs’, ‘kutsal’ demektir. Allah, yaratığı canlılara ait özellik ve ihtiyaçlardan münezzehtir.
Fiilen, ‘Kuddûs’ ismi, nezih ve nezif hale gelmeyi sağlar. Doğanın tertemiz kalması ve ekolojik dengenin sağlanması da bu esma nedeniyledir. İnsan eli, toprağı kirletmekte olduğu gibi nehirleri ve denizleri de kirletmekte... Hava da kirletilmeye başlandı, kirlilik atmosfere kadar yükselerek büyük boyutlara ulaştı. Tuna, Nil, Amazon, Mississipi gibi büyük nehirler temizliklerini muhafaza ederken, diğerlerinde, karada olduğu gibi göllerde ve denizlerde de kirlilik oranı her geçen gün artmakta...
Canlılar, yaratılış itibariyle mükemmel. Bedenleri; gözler, kulaklar, burun, deri; kısacası, iç ve dış organlar, salgılarla, döküntülerle veya diğer yollarla sürekli ve otomatikman temizlenmekte… Bütün bunlar, Kuddûs ismini işaret etmekte.
Yapılan bir makinenin yağlanması ve bakımı gerekir. Beden, otomatik yağlanır, sürekli yenilenir. Kedi gibi yalanarak, kuşlar gibi gagalarıyla temizlenen, karınca gibi ölüsünü yerde bırakmayan, karga gibi gömen hayvanlar, insanlara temizlik konusunda örnek olan yaratıklar. Hayvanlar bile kalıntı bırakmamakta, bazı insanlar hayvanlar kadar bile olamamakta...
Öyle insanlara ‘Hayvan! ” demek, onlara hakaret midir, iltifat mıdır, kestiremiyorum. Eğer insanlar, ellerinde her türlü temizlik araç ve gereci olduğu halde ne kendisini ne de çevresini temizlemeye yanaşmıyorsa, hayvanla mukayesesini iki kere düşünmek, zavallı hayvanların haklarını teslim etmek lazım.
Ahmet’le Duygu, onca imkânsızlığa rağmen bu asırlık harap ahşap binada, sadece rutubet kokusunu engelleyemediler. O kadar kişi kaldığı halde her taraf tertemiz! Virane’nin ilk zamanını düşünüyorum da… Çöp evden farksızdı. Duvarlar sıvandı, badanalandı, tahtalar boyandı, camlar temizlendi. Döşemeden tavana kadar her yer krem rengi yağlıboyayla boyandı. İç ve dış duvarlar bembeyaz… Duygu, satranç piyonlarını, tavla zarlarını ve pullarını bile yıkıyor, kurutuyor; tahta kutularını siliyor, temizliyor. O masalar, günde kaç kere siliniyor! Kızcağızın eli sudan çıkmıyor.
Sevindirici bir tarafı varsa; ikisinin gün boyu beraber olmaları ve iyi kazanmaya başlamaları… Yoktan var ettikleri her şey ellerinin emeği… Emekleri kutsal, kazançları temiz, yüzleri güleç, ruhları güzel…
İnsan beyni ne kadar süratle çalışmakta! Bir anda akıldan neler geçmekte! Çayımla tostumu alıncaya kadar aklımdan geçiverenlerden hatırlayabildiklerim bu kadar. Unuttuklarım ne kadar, bilmiyorum. Allah, insanı ne kadar mükemmel yaratmış! Yaratılışımız kusursuz olduğu halde, varlığımızı kullanış ve yaşayış şeklimiz ne yazık ki mükemmel değil. Bize bahşedilen nimetleri tam kapasite kullanabilsek, yeryüzünde harikalar yaratan, Efendimize layık bir ümmet olabiliriz. Aksi halde, her nimetten sorgulanacağımız gibi donatıldığımız nimetleri, nerelerde ve nasıl kullandığımızdan da sorgulanacağız!
*
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 0273
Kayıt Tarihi : 28.5.2010 23:36:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Teşekkürler değerli şaire
selam ve dualarımla
TÜM YORUMLAR (2)