Onur BİLGE
Viranede, değişik bir pazardı. Hava bir yağıyor, bir açıyordu... Bir bahçeye çıkıyor, bir içeriye kaçıyorduk. İçerisi karanlıktı. Rutubet kokuyordu. O koku, asırlık binanın iliğine kemiğine işlemişti. Tahtalar kararmış, çürümeye yüz tutmuştu. Kiremitler ve duvarlar ıslandıkça nem alıyor, binanın kokusu genzi yakacak kadar belirginleşiyordu. Doğrusu, hiç birimiz içerde oturmak istemiyorduk. Hava açılır açılmaz, canımızı dışarıya atıyorduk.
Bir süre Ahmet’le Duygu’nun kuşu Çiçek’le ilgilendik. “Çiçek, öpücük, cici cici, aşkım, hoş geldin! ” gibi bazı kelimeleri öğrenmişti. Yarım yamalak söylüyor, ıslığa cevap veriyor, kapı zilini taklit ediyordu. Bu muhabbet kuşlarının seslere karşı ne kadar duyarlı bir kulakları var! Pek çok sesi taklit ediyor, bazı şarkılara iştirak ediyorlar. Bizim tek ses olarak algılayabildiğimiz notaları pek çok ses olarak algılayıp hafızalarına kaydedebiliyorlar.
Çiçek’in sesine bahçeye gelen diğer kuşlar onun yemine, o da onların özgürlüklerine imreniyor. Kafesi küçücük. Bazen içeriye salıyorlar, deli gibi sağa sola uçuyor, pervane gibi dönüp duruyor.
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış