Onur BİLGE
Akşam yemeğinde, beklediğim gibi yağmur aniden indi. Camlarda tıkır tıkır, oluklarda şakır şakır ses vermeye başladı. Varoşlarda oturanların telaşını düşündüm. Bizim için mutluluğun sesleri, onlar için sıkıntının sinyaliydi. Kiremitlerdeki pıtırtıyı duyar duymaz telaşa kapılıyorlardı. Endişeli gözlerle tavana bakıyor, nemlenen yerlerin altına kovalar koyuyorlardı.
Bazı bacasız gecekondularda, soba borusu, duvarda bırakılan boşluktan veya pencere camlarından biri çıkarılarak yerine takılan teneke parçasının deliğinden dışarıya çıkarılıyor, iyi çekmesi için bir dirsekle yükseltilip, üstüne dönerli bir şapka takılıyor; o nedenle yağmur çok yağmaya başladığında veya sepkinle soba borularından giren yağmur suyu, içinde biriken is ve kurumla kararıp, boruların eklentilerinden içeriye damlamaya başlıyor, altında ne varsa lekeliyor, oluşan leke, ne kadar yıkanırsa yıkansın, hiç bir zaman çıkmıyordu. O nedenle, böyle zamanlarda tedbir olarak, bel veren borular düzeltilmeye çalışılıyor; laçkalaştığı için düzeltmek mümkün olmuyorsa, akan yerlere tellerle, teneke yağ veya salça kapları bağlanıyordu. Oralarda biriken kapkara sular buharlaştıkça, içeriyi rutubetli ve is kokulu ağır bir hava kaplıyordu. Zaman zaman teller çözülüp, kaplarda biriken sular boşaltılıyor, tekrar yerlerine asılıyordu.
Çoğu, az çimento kullanılarak dökülen briketten yapılan duvarlar, suyu emerek içeriye aldığı için, evlerin iç sıvaları kabararak düşüyor, oralardan akan kumun arkası kesilmiyordu. Somya ve sedirlerin üstlerindeki, duvarlara dayanan yastıkların arkaları ıslanıyor, sık sık kurutulmaları gerekiyordu. Bu yastıkların arka yüzleri kısa zamanda çığıtlanıyor, bir süre sonra da çürüyordu.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.