Onur BİLGE
İçeriye girer girmez, ilk gözüme çarpan, yerdeki beyaz bir zarf oldu. Kapının altından atılmış olmalıydı. Ayakkabılarımı dahi çıkarmadan eğilip aldım. Baktım, üzerinde adım yazılı, üstümü değiştirdiğimde okumak üzere ayakkabılığın üstüne koydum.
Yol yorgunuyduk. Kendimizi hemen duşa atacaktık. Sırayı kimseye vermek niyetinde değildim. Çünkü başka türlü rahatlayamayacağımdan emindim. Sanki hareketsizlikten, damarlarımda kanım pıhtılaşmıştı da kalbimi yoruyor, beni halsiz bırakıyordu. Ilık bir duş kanımı harekete geçirir, beni dinlendirirdi. Çıkınca da bir elma yiyecektim. Onun da yorgunluğa birebir olduğunu biliyordum. Aklım her ne kadar mektupta kaldıysa da toz içinde hissediyordum kendimi. Tozla birleşen ter üstümde kurumuş gibi... Kolalıymışım gibi... Sanki beton dökülmüş, kulaklarımın içine. Kulağım, burnum, boğazım kurumuş... Her fırsatta elimi yüzümü yıkamaya alışığım ya. Hiç kılamazsam bir defa namaz kılmaya... Abdestin verdiği temizlik duygusunu ve rahatlığı arıyordum.
Küçükken, annem beni uyutamadığı zaman, yaz olsun kış olsun, elimi yüzümü ayaklarımı yıkar, saçlarıma su sürermiş. Sonra kurular, yatırırmış; hemen uyurmuşum. İlmini öğrendikten sonra rahat etmiş. İslam fıtratıyla yaratıldığım, o zamanlardan belliymiş. Ruhum, o şekilde huzur buluyor.
Belki de vücudumda biriken ve sükûnete kavuşmamı engelleyen elektrik o şekilde ortamı terk ediyor. Her neyse ve nedense... Kısaca, suyu çok seviyorum. Ördekler gibi, ‘Çup çup! ..’ doğru suya...
Evim evim, güzel evim! İsterse tek odadan ibaret, toprak damlı bir sepet ev olsun! Evin rahatlığı, hiçbir yerde yok. Diğer evler kimindi? Onlar da bizim ama eşyalarımın sadece birazı yanımdaydı, gereksinim duyduğum her şey buradaydı. Biraz tozlanmıştı o da bizim gibi ama önemli değildi. En fazla bir saatlik işi vardı. Önce mektubumu okumalıydım, elmamı yerken.
Her ne kadar banyodan sonra su içmenin zararlı olduğu söylense de, bir bardak su içmeden edemem. Belki de orada su kaybettiğim içindir. Babam der ki:
“Vücut, ihtiyacı olanı ister. Canınızın çektiğini yiyin. Bedende ne eksildiyse, ona karşı iştah artar.”
Öyle değil mi? Terleyince su içilmez mi? Bazen nasıl şekerli bir şeyler yemek isteriz! Biraz yedikten sonra, o istek bizden alınır, ağzımıza koymak istemez oluruz. Bazen ekşi, bazen tuzlu şeyler yemek isteriz. Turşu suyu içenler bile var.
Aşk da turşu suyu içmeye benzermiş. İnsan içmese duramaz, içince de pişman olurmuş. İçmeyenin ağzı sulanır, içenin de midesi bulanır. derler.
Mektup, Serap’tan gelmiş. Selamdan kelamdan sonra bir şiir yarışmasına katıldığından, oraya gönderdiği şiirin dereceye giremediğinden, üstelik bir de haysiyet kırıcı bir şekilde eleştirildiklerinden bahsediyor, jüri üyelerine va kendisi gibi zarar gören arkadaşlarına yazdıklarında haklı olup olmadığını bildirmemi istiyor. Bahsettiği kısım:
“Sessiz kalmak istedim ama artık bir şeyler söyleme zamanı geldi, sanırım. Fakat hakkımda iyi kötü ne yazıldıysa umurumda değil! Beni biraz daha ileriye itebiliyorsa, ne iyi etmişim de girmişim. Yok, aksine, kötü yönde mi etkilenmişim? Neden? Gururum kırılmış. Evet, acımasızca eleştirildik, çok sertti! Fakat ne yapalım? Biz bizeyiz. Hangimiz mükemmeliz? Eleştirenler mükemmel mi? Körler sağırlar, birbirini ağırlar! mı olsaydı?
Eleştirmek kolay. Şurası olmamış, burası olmamış... Karacaoğlan veya Yunus, Edebiyat Fakültesi mezunu muydu? İki satır yazamayan Türkçe, edebiyat öğretmenleri var. Yetenek, Allah vergisi... Çok Şükür Allaha ki duygularını yazarak ifade edebilen kişileriz. Allah bize, bu azımsanamayacak yeteneği bahşetmiş. Biraz daha çalışarak, daha güzel şeyler yazabiliriz. Yazamasak da olur. Ölüm yok ya ucunda! O zaman da Şairiz! diye ortaya çıkmayız, olur biter.
Jüri üyeleri, puanlamalarını yapmalı; eleştirinin dozunu kaçırmamalıydı. Özür dileyip, gönül alabilir. Bizler de eleştiriye dayanamayacaktıysak, şiirlerimizi görücüye çıkarmayacaktık. Olan olmuş. Hoşgörü, olgun kişilerin özelliğidir. Kapatacağız; arkadaşlıklarımıza, hiç bir şey olmamış gibi devam edeceğiz.
Ben de biliyorum, zayıf bir şiir gönderdiğimi. Fakat gönderdiğim şiir çok kişi tarafından beğenilen bir şiirdi. Aynı şekilde beğenileceğini sandım. Yanıldığımı anladım. Başkalarının beğendiğini değil de kendi beğendiğimi göndermiş olsaydım, iş değişebilirdi.
Üzüldüm mü? Hayır. Şöyle bir kendime baktım. Özeleştiri yaptım. Demek ki beni halk farklı, edebiyatçılar farklı görüyordu. Şiirimin iki yöne de bakması gerektiğini anladım.
Sanat, sanat için mi? Toplum için mi? Kendimiz için mi?
Üç beş kişinin anlaması ve takdir etmesi için yazdığım şiirlerin yanı sıra, her tabakadan insanımızın anlayacağı tarzda da şiirler yazıyor, her iki tarafı da cezbetmeye çalışıyorum.”
Ben de öyle yapıyorum. Dini şiirler de yazdığım ve tasavvufi konuları da işlediğim için, tebliğde esas olan açık, apaçık anlatım yolunu tercih ediyorum. Maksadım irşat olduğu zaman açık, yalın, basit bir anlatımı yeğliyorum. Tasavvuf, yapı olarak derinin derinine giden, sonu görünmeyen, en azından şimdilik, yani yaşarken ucunu bucağını bilmemizin, bildirmemizin imkânsız olduğu bir dal. Herkesin anlayabileceği gibi nasıl anlatılabilir? Bu da ayrı bir konu... Güçleştirmeyin, kolaylaştırın! denmiş. Öyle yapmaya çalışıyorum. Kimseye göstermek istemediğim bir dörtlük vardı. En sona bıraktım. Okuyan herkes çok beğendi. Beğeni, göreceli. Şöyle devam ediyor:
“Jüriden tanıdığım, hemen hemen bütün şiirlerini okuduğum bir şair var. İmge imge yazar. Bir başkası için imgeden çok daha başka şeyler önemlidir. Kimin, ne gibi özellikler aradığını bilemeyiz. Jüriyi kendimize göre mi teşekkül ettirecektik?
Bir de işin ideolojik boyutu var. Zamanın en iyisi olarak adlandırılan Necip Fazıl Kısakürek, tasavvufi şiirler yazmaya başlayınca, kendi taraftarları tarafından göklere çıkarılırken, eski arkadaşları tarafından kınandı.
Gerginliğin gereği yok. Güle oynaya birbirimizle arkadaşlık, dostluk kurarak iyi vakit geçiriyoruz burada. Kırgınlıkları, dargınlıkları ortadan kaldırın! Ne olmuşsa olmuş. Bakın, olay küllenmeye başladı bile! Bir gün gelecek, bir araya geldiğimizde aynı olayı dramatize ederek anlatacağız, kendimizle bile alay ederek güleceğiz, belki de.
Pehlivan, tartışmada gayzını, yani öfkesini yutabilendir. hadisini hatırlayalım. Tartışmada, kavgada karşıdakini mat eden değil, sinirlenmeyen, sükûnetini muhafaza edebilen galiptir. Olgun insan, kolay kolay kızmaz, darılmaz. Dinimizin güzel taraflarından biri de kırgınlığın çok kısa tutulmasıdır. Dargınlık, kırgınlık; tülbent kuruyana kadardır.
Arkadaşlıklarımıza, dostluklarımıza kaldığımız yerden devam etmek dileğiyle...”
Ona hemen iki satır yazı yazmak ve içini rahatlatmak isterdim. Ancak yine gece, el ayak çekildiğinde yazabildim. O konuda yazdıklarım şunlardı:
Eleştiriyi kimse sevmiyor. Çoğu insan övgü bekliyor. Eleştiriye hazırlıksız yakalanınca da kişisel bir saldırı olarak algılıyor ve anında savunmaya geçiyor.
‘Ohev et a tohahot’, ‘eleştiriyi sev’ demektir. Büyük iş adamları, sadece kendilerini eleştirmekle görevlendirdikleri danışmanlara astronomik paralar öderler. Çoğu yerde öneri kutuları vardır ve herkes fikrini yazıp, içine atar. Gelişime katkısı olacak her fikir yöneticilerce dikkate alınır ama aynı kişiler, yakınlarının eleştirilerine katlanamazlar. Çünkü ucunda para ödemek yoktur.
İnsan, ne kadar dışa çıkıp baksa, kendi hatasını göremez. Yegane nokta-i rüyet iken, görmez kendini dide bile. der, Peyami Safa. Yani, tek görüş noktası göz iken, göz bile kendisini göremez. Biz, gözlerimizdeki çapağı göremeyiz; onu, karşımızdaki görebilir. Hatalarımızı da biz göremeyiz. Görebilmiş olsak, zaten yapmayız, eserlerimiz mükemmel olur. O nedenle eleştiriye sunmalı ve zahmet edip eleştirenlere de minnettar olmalıyız.
Hatalar, negatif sonuçlara gebedir. Yapılan hatalar, kişilik bozukluğunun saptanmasına kolaylık sağlar. Eleştiri, gelecekteki zararın önceden önlenmesi için çok yararlıdır. Dost başa, düşman ayağa bakar. Arkadaş, arkadaşa aynalık yapar. Yüzünde gözünde bir şey varsa söyler ki başkaları görüp de onu kınamasın.
Talmud der ki: “Dostun eleştirisi düşmanın öpücüğünden daha iyidir.”
Kusursuz kul olmaz. Potansiyeline ulaşmak isteyen, eleştirilere katlanmak zorundadır. Bunun için her türlü sataşmayı, şikâyet ve hatta hakareti bile sineye çekecek! Eleştiri almak, hatalardan kurtulmak için yardım almak demektir. Maratona çıkan, çok koşacak, terleyecek, ses çıkarmayacak.
Eleştiri, çok geçmeden meyve vermeye başlar. O zaman o kadar sevimli hale gelir ki! Birisi size ne kadar dalgın olduğunuzu, kapınızı açık bıraktığınızı söylese ne yaparsınız? Teşekkür ederek kapatırsınız, öyle değil mi? Eleştirmen de hata musluğunu kapatmanızı hatırlatır.
Kendisini eleştiriye açık hissettiği zaman insan uyarıları daha makul ve mantıklıca kabul eder. Yaptığı işin mükemmelliğine inanan, eleştiri ister.
Kriz gelmeden, eleştiri istemek ve gereken tedbirleri almaya çalışmak lazımdır. Efendimiz: “İstişare edin! ” demektedir. Akıl danışın!
Bizi en iyi tanıyan objektif insanlardan alınan eleştiriler, en değerli olanlardır. Birkaç değerli dosttan üç beş çıkış yolu önermesini istersek, birinden biri bizi çıkmazdan kurtaracaktır.
Eleştiri, her zaman tüyleri diken diken eden azap kaynağı değildir. Allah gururlu insanları sevmez. Eleştirilenin canını yakan, gururun incinmesidir.
Beceriksiz, hiçbir işe yaramaz olduğu zannına kapılır. Oysa eleştiri, çok kötü durumda olana yapılmaz. Çünkü düzelmesi mümkün değil veya çok ama çok zordur, iler tutar yeri yoktur! İyiyi, daha iyiye taşımak için yapılır.
Hemen feveran etmeden önce bir süre beklemek, hazmetmeye çalışmak, savunma içgüdüsünü bastırmaya çalışmak gerekir. Alınan yorum nedeniyle utanmış olsanız bile ondan devam etmesini istemelisiniz. Böylece onu rahatsız eden şeylerdeki doğruluk payını öğrenmiş olursunuz.
Eleştiriden etkilenmemek için onu kişisellikten çıkarmalısınız. Kendinizi soyutlayın, aynı eleştiriye maruz kalmış birine neler önerebileceğinizi düşünün.
Hatalarımızın söylenmesi içimizi acıtırsa da ölünceye kadar o hatalarla yaşamanın daha acı verici olduğunu unutmamalıyız. Eleştiri, aşıdır. Enjektör acıtır ama tesiri hayat boyu sağlıklı kalmanızı sağlar.
Allah, Yasin Suresi’nde: “Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun! ” der. Hiçbir karşılı beklemeden sizi uyaran, dosttur. Ona minnet duymalı, teşekkür etmelisiniz.
Gururunuzu düşünmeden memnuniyetinizi belirtin, zorla da olsa.
*
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 0253
Kayıt Tarihi : 31.12.2009 18:44:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Onur Bilge](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/12/31/0253-elestiri.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!