0239 - AYSiMA Şiiri - Onur Bilge

Onur Bilge
1710

ŞİİR


43

TAKİPÇİ

0239 - AYSiMA

Onur BİLGE

Aslında çok şey istememiştim hayattan ve senden Aysima. Korkunç yalnızlığımda; yakın arkadaşlık, biraz dostluk, çokça sevgi, o kadar. Şöyle adam gibi yarenlik etmek, bir yerde karşılaşmak belki ayda yılda bir, yol boyu yürümek yan yana, ellerimiz ceplerimizde olsa da. Yorulunca, oturup çay içmek bir kır kahvesinde ve konuşmak, havadan sudan olsa da. Biraz saçma sapan biraz komik, en çok duygusal ve tabi ki romantik. Dama oynamak ya da... Fakat cıvıl cıvıl mutlaka...

Aslında bilgim yoktu hakkında, sana karşı en küçük bir sevgim de ilgim de. Sen, hiç ummadığım bir anda, kendiliğinden geldin, aniden geliverdin! Davetsizce, habersizce, sessizce... Sevdanın ayak seslerini bile duymadım, Aysima. Ansızın içimde bitiverdin inmece iniverdin! Bana yepyeni el değmemiş, mutlu ve huzurlu bir dünya verdin. Hoş geldin!

Aslında, nasıl da ihtiyacım varmış; ilgiye, sevgiye, aşka, kıyasıya tutkuya ve hiçbir şeye başka bütün bunlarla birlikte. Bu ne kadar güzel bir duygu, Aysima! Yüreğin yürekte vurması, nurun gönle vurması, mekânın yok olması, zamanın durması, tek düşüncenin beyne çakılması, orada öylece durması ve hayal kurması insanın, her fırsatta, gece gündüz; gerçekleşmeyeceğini bile bile, olmayacak şeylere dair. Sevmek başka sevinç, sevildiğini hissetmek bambaşka... Söylenmese de duyulmasa da hiçbir kanununa uyulmasa da... Ukde olarak kalsa da itiraf edilmemiş olması içimde, yine de Allah’ın lütfu, nimeti, ikramı, bir biçimde... Mümkün olmasa da bir araya gelerek iki laf etmek; aşk demek, huzur ve mutluluk demek.

Aslında, başka bir şekli de olabilirdi bu garip ilişkinin, tuhaf aşkın. Üzülmeyebilirdik belki bunca, onca sıkıntı içinde kıvranmayabilirdik, mesela yer açarak hayattan, kendimize iki kişilik iğreti bir dünya kurunca, çok az da olsa bir şeyler paylaşabilirdik, pekâlâ. Biraz beraberlik, konuşma, anlaşma, kaynaşma... En azından, arada sırada telefonlaşma... Bunu bile çok gördün bana! Canın sağ olsun! Bütün kapıları kapattın, sıkıca kilitledin. Sadece tek pencere araladın ve iki hayatı birden paraladın! Her şeyden uzak kaldın, mahrum bıraktın kendini de beni de. Ayıp mıydı, suç muydu, çok muydu? Beni, yalnızlığa zincirledin, sonunda. Yoklukla eşleştirdin, hiçlikle birleştirdin; yerine, evren kadar bir boşluk yerleştirdin. Kahroldun, kahrettin! İkimize de yazık ettin, Aysima! Şimdi ağlama!

Aslında, sevginin sevincinden çılgına döndüğüm zamanlarda, karardıkça kararan gözbebeklerini seyretmek istemiştim, doyasıya; kaşlarınla gizlemeye, kirpiklerinle örtmeye çalışsan da. Hiçbir şey doyumluk değil, yaşamak da, aşk da ve birinden bir şey beklemek doğru değil; o, sen olsan da. Hiçbir şey sorma bana artık, dünyamı öğrenme, bilme! Sakın ha sakın, Sükût Diyarı’nın Suskun Kralı, zahmet edip de ta buralara gelme! Dokunma kendimleliğime, kırgın keyfime taş atma! Uzak yalnızlığıma, tek kişilik dünyama değme! Eğme dalımı, bilme halimi, küskün sessizliğime elleme!
Hiçbir şey tasarlama, bundan böyle bize dair, Aysima! Tasarlasan da uygulamaya kalkma! Sakla vakitlerini, korkularını sakla; ürkek, çekingen, kuşkulu bir mantıkla. Seni bana, beni sana yasakla! Hayatımı kurcalama, konuşma bu saatten sonra, hiçbir şey sorma! Onca zaman sustuğun gibi sus! Sus sonsuza kadar! Sus, Aysima!

Antalya’nın taşlı tozlu sokaklarında dolaştım bir süre. Caddelerini turladım. Her yer bıraktığım gibiydi. Çok geçmemişti ki aradan. Topu topu bir yıl. Mantar gibi bitivermemişti apartmanlar, ağaçlar büyüyüvermemiş, çehresi değişivermemişti, yeşil gözlü, mavi bakışlı, sarı saçlı, al yanaklı güzelimin. Birazcık makyaj yapmıştı, o kadar.

Bursa’ya göre kasaba sayılır. Üç beş ana caddesi, iki üç parkı... Bahçeli’deki büyük çay bahçesinde dinlendim ve denizi seyrettim, bir süre. Oynayan çocukları, yoldan gelip geçenleri... Sonra Tophane’de, falezlerdeki bir banka oturup, Yat Limanı’nı seyrettim, yarım saat kadar. Cumhuriyet Meydanı, eski müze, Saat Kulesi, Antalya’nın çalışkan gelini... Atatürk Caddesi, sağda Üçkapılar, solda Antalya Lisesi ve nihayet Karaalioğlu Parkı...

Kentin en geniş ve en eski parkı... Büyükşehir Belediye Binasının önünden itibaren, yaklaşık yedi bin metrekarelik alana yayılan parkın üç girişi var. 1940lı yıllarda, Haşim İşcanın belediye reisliği yapmakta olduğu sırada; ana planı, Perge Antik Kentinden alınarak düzenlenmiş. Özellikle sıcak iklimde yetişen yaklaşık yüz yirmi çeşit nadide ağaç ve çiçekleri, gazinoları, beton yol ve miradorlarıyla, Antalya halkının gözbebeği. Parktan, Antalya körfezi ve başı dumanlı, karlı Beydağları seyredilmekte; görünüm, gün ışığına göre değişen renklerde izlenmekte.

Çocuk bahçesine bıraktığım çocukluğumu yokladım. Birkaç kızak ve salıncak daha ilave edilmiş. Şöyle bir etrafı seyrettikten, eski Öğretmenler Lokali’nde hatıralarımı tazeledikten sonra üç kordondan da denizi izleyerek, Hıdırlık Kulesi’nin yanından geçip, Antalya’nın en güzel yerlerinden biri olan Mermerli Plajı’nın üstündeki çay bahçesinde, en uçtaki, İslele’ye nazır masaya oturdum. Yat Limanı’nı ve kıyı boyunca uzaman efsanevi güzeli seyretmeye koyuldum. Bu şairane manzarada, bloknotuma ‘Aysima’ isimli bir şiir yazdım.

Bu çay bahçesine kimlerle gelmiştim, neler konuşmuştuk, kabaca anımsadım, ister istemez. Hele bir defasında Halide’yle gelmiştik. Transistörlü radyom elimdeydi, kulaklığından dinlemekteydim ama kendimi hiç de Almancılar gibi hissetmemekteydim. O, küçücüktü ve çantamdaydı; kimse görmüyordu. Sazlarıyla Hacca giden ozanlara benziyordum. Biz arkadaştık, ona ihanet eder miydim? Onsuz bir yere gider miydim? En yakın dostumdu. Yalnızlığımın ilacı, derdimin devası, arkadaşların hası...

Her yerde, demli bir çaydı, muhabbetin ortası. Çayın padişahı da buradaydı. Etrafa mis gibi bir koku yaydı. Tavşankanıydı.

Sanki sadece burası Antalya’ydı. Yerli yabancı turistler, seyyar satıcılar, balıkçılar, balıkçı tekneleri, sandallar, yatlar... Deniz kokusu almadan yaşayamam ben. Nasıl kokarsa koksun, kıyıda ağlar, onlardan uzak kalınca içim ağlar.

Karşıda Gümrük Binası... Gümrük Müdürü... Ablamın kaynatası... Dolmakalem, Cenaze Marşı, boğarcasına gözyaşı, hıçkırıklarım... Acı tatlı anılarım...

Korsanların mutlaka uğradıkları, dünyanın en ünlü kişilerinin yemek yedikleri lokanta... Hâlâ dimdik ayakta! Karşıdaki gazinodan ‘Amor’ diyor buğulu sesiyle bir Fransız şarkıcı. Harika bir aşk şarkısı... “Aysima! ” diyor, kulağıma. Aysima...

Sadece kızlar ay simalı olmaz ki erkekler de olabilir. Aysima olsun onun bir adı da. Geceleri nazlı nazlı doğmuyor mu pencerenin kenarından? Ay gibi parlak ve dupduru, su gibi berrak. Sessizce bakmıyor mu gecede aydınlanmıyor mu yüzü, sokak lambasının sarı ışığı vurdukça? Hele secde yeri, geniş alnı; pırıl pırıl, apak!

AYSİMA

Aslında
Aslında çok şey istememiştim senden Aysima
Yakın arkadaşlık biraz dostluk çokça sevgi o kadar
Şöyle bir yerde karşılaşmak belki ayda yılda bir
Yol boyu yürümek yan yana
Ellerimiz ceplerimizde olsa da
Yorulunca oturup çay içmek bir kır kahvesinde
Ve konuşmak havadan sudan olsa da
Biraz saçma sapan biraz komik en çok duygusal ve tabi ki romantik
Dama oynamak ya da
Fakat cıvıl cıvıl mutlaka

Aslında
Bilgim yoktu hakkında
Sana karşı en küçük bir sevgim de ilgim de
Sen hiç ummadığım bir anda kendiliğinden geldin geliverdin
Davetsizce habersizce sessizce
Sevdanın ayak seslerini bile duymadım Aysima
Ansızın içimde bitiverdin inmece indin
Bana yepyeni el değmemiş mutlu ve huzurlu bir dünya verdin
Hoş geldin

Aslında
Nasıl da ihtiyacım varmış ilgiye sevgiye aşka
Kıyasıya tutkuya ve hiçbir şeye başka
Bu ne kadar güzel bir duygu Aysima
Yüreğin yürekte vurması nurun gönle vurması
Mekânın yok olması zamanın durması
Tek düşüncenin beyne çakılması orada öylece durması
Ve hayal kurması insanın her fırsatta gece gündüz
Gerçekleşmeyeceğini bile bile olmayacak şeylere dair
Sevmek başka sevinç sevildiğini hissetmek bambaşka
Söylenmese de duyulmasa da hiçbir kanununa uyulmasa da
Ukde olarak kalsa da itiraf edilmemiş olması içimde
Yine de Allah’ın lütfu nimeti ikramı bir biçimde
Mümkün olmasa da bir araya gelmek iki laf etmek
Aşk demek huzur ve mutluluk demek

Aslında
Başka bir şekli de olabilirdi bu garip ilişkinin tuhaf aşkın
Üzülmeyebilirdik belki bunca
Onca sıkıntı içinde kıvranmayabilirdik mesela
Yer açarak hayattan kendimize iki kişilik iğreti bir dünya kurunca
Çok az da olsa bir şeyler paylaşabilirdik pekâlâ
Biraz beraberlik konuşma anlaşma kaynaşma
En azından arada sırada telefonlaşma
Bunu bile çok gördün bana canın sağ olsun
Bütün kapıları kapattın sıkıca kilitledin
Sadece tek pencere araladın ve iki hayatı birden paraladın
Her şeyden uzak kaldın mahrum bıraktın kendini de beni de
Ayıp mıydı suç muydu çok muydu
Beni yalnızlığa zincirledin sonunda
Yoklukla eşleştirdin hiçlikle birleştirdin
Yerine evren kadar bir boşluk yerleştirdin
Kahroldun kahrettin
İkimize de yazık ettin Aysima
Şimdi ağlama

Aslında
Sevginin sevincinden çılgına döndüğüm zamanlarda
Karardıkça kararan gözbebeklerini seyretmek istemiştim doyasıya
Kaşlarınla gizlemeye kirpiklerinle örtmeye çalışsan da
Hiçbir şey doyumluk değil yaşamak da aşk da
Ve birinden bir şey beklemek doğru değil o sen olsan da
Hiçbir şey sorma bana artık dünyamı öğrenme bilme
Sakın ha sakın Sükût Diyarı’nın Suskun Kralı
Zahmet edip de ta buralara gelme
Dokunma kendimleliğime kırgın keyfime taş atma
Uzak yalnızlığıma tek kişilik dünyama değme
Eğme dalımı bilme halimi küskün sessizliğime elleme
Hiçbir şey tasarlama bundan böyle bize dair Aysima
Tasarlasan da uygulamaya kalkma
Sakla vakitlerini korkularını sakla
Ürkek çekingen kuşkulu bir mantıkla
Seni bana beni sana yasakla
Hayatımı kurcalama
Konuşma bu saatten sonra
Hiçbir şey sorma
Onca zaman sustuğun gibi sus
Sus sonsuza kadar
Aysima

*

Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 0239

Onur Bilge
Kayıt Tarihi : 9.12.2009 10:39:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Onur Bilge