0237 - ANTALYAYA ÇAĞRı Şiiri - Onur Bilge

Onur Bilge
1710

ŞİİR


43

TAKİPÇİ

0237 - ANTALYAYA ÇAĞRı

Onur BİLGE

Kırkgöz’e veda edip, eski yoldan Yeniköy’e doğru yola çıktık. Arkamızdan nilüferler bakakaldı. Yol boyunca reklam levhaları vardı, çocukluğumda. Lüzum kalmamış artık onlara. Tatar arabalarına, kağnılara, etrafta sürü güden çobanlara bile rastlanırdı. Yeniköy’de bir tek apartmanımsı bina vardı. Birkaç tane daha yapılmış. Biraz daha bayındır hale gelmiş.

Eski adı Karabayır’dı, Yeşilbayır olmuş, ondan sonraki yerleşim bölgesinin adı. Varlığıyla yokluğu farksız. Yalnızlığına terk edilmiş, kimsesiz, bakımsız, ıssız...

Kepez... Hayatımı seyrettiğim yer. Antalya’nın balkonu... Hayatım, ayağımızın altında, kıyı boyunca yatıyor.

Kumsal, orman, deniz; mavi ve yeşil... Gökyüzünü seyret, bulutları sil! Başı karlı, sakin, mert Beydağları… Bir derin nefes al, ölüysen diril! ..

Ferrokrom, müzmin tiryaki... Gece gündüz sigarasını tüttürüyor, kenti de zehirliyor. Tersinden bir S çizip, şehre indiğimizde, bizi un ve dokuma fabrikası karşılıyor; tam karşısında okuduğum Çağlayan Lisesi, hemen sonra, sağda yağ sanayi...

Çallı’dan itibaren sıklaşıyor evler. Beyazbina, en uç noktasıydı Antalya’nın, kuzeyde. Arada kalalı çok oldu. Ortaokuldayken, dolmuşçular, Antalya Lisesi’nin kapısında:

“Beyaz bina, Dikilitaş! ..” dite bağırırlardı. Oralar, varoşlardı.

Solda Zirai Donatım, Orman Dairesi, biraz geçince sağda, ilkokulum... Adı Devrim olan, sonra İnkılâp olarak değiştirilmesi uygun görülen... Ne kadar komik, sözcüklerden irkmek! İkisi de aynı, yenilik, değişim demek.

Şarampol... Çocukluk ve ilk gençliğimin geçtiği yer... Caddenin sağ ve sol taraflarında, Giritli evleri... Sosyetikler, Bahçelievler’de, Memur Evleri’nde... Eski ahalisi, Kaleiçi’nde, Yenikapı’da, merkezde... Yerlisi olmak, bir ayrıcalık, herkeste... Her geçen gün daha kalabalık... Göç almakta, pek vermemekte...

Uzanmış yatıyor, boydan boya Akdeniz. Kıyıları dövüyor, dalgaları. İnsanları çağırıyor, çağlıyor, köpük köpük:

“Gel! ..”

Gümrah çam ormanları... Yol boyu, sağlı sollu ağaçlar dizilmiş, bölük bölük... Diyorlar ki hal diliyle:

“Haydi, durma, gel! .. Yollar kıvrım kıvrım; yar, şu dağları! Seni bekliyoruz, büyük küçük, gel! ..”

Ağaçta, çiçekte, böcekte, kuşta gelinlik... İç içe yaşanır, sıcaklıkla serinlik. Müzesi, tiyatroları, tarihi eserleri sesleniyor: “Atla çağları! ” Güver Uçurumu sesleniyor, Toroslarda yankılanıyor, yalnızlığına tarih kokusu sinmiş yiğit sesi:

“Nerde böyle tarih, yeşillik, mavilik, güzellik? Hangi uçurumda, böyle derinlik! ..”

Alanya Kalesi, Perge, Aspendos... Düden, Düzlerçamı, Güver, Termessos... Yivli Minare’si ve Kadın Yarı... Tünellerle Kemer... İşte Olimpos! ..

Konyaaltı Plajı’nda yaz ve yaz aşkı yaraları... Beydağlarında kış... Çok az, araları. Aynı anda yaşanır, iki zıt mevsim. Deniz kenarında kumlar, Saklıkent’te kar... Döner Lokanta’da yemek mi yenir, manzara mı seyredilir? Bu kadar mı güzel olur bir şehir! ..

Sanki büyümüş, serpilmişler, hem de yere daha yakın yıldızlar. Gecede, ateş böcekleriyle yakamozlar ışıldar. Serinlik ve müzik… Kumsalda, gitar çalarken gençler, dümbelek çalarken, ateş etrafında dans eder, yanık tenli kızlar. Çiğ yağarken sahile, birbirine seslenen şarkılarla, keyfince yaşa artık, meltemi; balık, yosun ve limon çiçeği kokan geceleri!

Güneş bir başka doğar, batar burada. Deniz suyundan çıkar, dağların ardına gider. Orada beklemekte, sevgilisi... İkisi nasıl kavuşur, ne kadar sevinir, bize karanlık... Bize karanlık çöker. Ay gelir ötelerden, güneşin geldiği yerden, ıslak ıslak... Parlak parlak bakar, göz süzer. Salına salına dolanır gökleri, kim nerede, ne yapıyor, seyreder. Müdahale etmez, falezlerde sevişenleri görse de... Gülümser ve iç çeker. Bazen de imalı imalı:

“Kolay gelsin! ” der, geçer gider.

Farklı yaşantılar vardır, burada. Deniz kenarında ve de karada... Her yerde olduğu gibi sosyal farklılık kendini göstermektedir. Dağdaki kıl çadırlarda yaşayan göçebe hayatı başkadır, Yörüklerin; köyde köylüsünün, yaylada, kumsalda veya adada yerlisinin... Yazları yaylalara göçer, bunalanlar veya sahildeki obalara giderler. Feslikan ve Gömbe Yaylası’nda, Korkuteli, Saklıkent, Geyikbayırı’ndaki esintisi kekik, toprağı samra kokan dağ evlerinde veya deniz kenarlarına kurdukları obalarda bol iyotlu havasını çekerek ciğerlerine, kumlara yatıp güneşlenerek, gölgeliklerinde serinleyerek yazı geçirirler. Her halükârda, ellerinde birer bardak çay vardır, işleri bitip, çardakların altlarında dinlenmeye geçtiklerinde. Şöyle tavşankanı, mis kokulu, nefis birer keyif çayı...

Geçmiş, gelecek ve hal bir arada yaşanır, Antalya’da. Her yerinde tarihi eserler, antik yapılar, yanı sıra modern binalar ve geleceğe dönük yapılaşma projeleri...

Yeryüzünde sayılmayacak kadar il, mahalle ve sokak vardır, hiç biri Tabakhane Sokak olamaz, benim için. O sokak işte o kadar önemlidir. İskeletimdir, omurgamdır. O denli, yer etmiş, benliğime; benimle özdeşleşmiş! Çıkaramam, atamam! O benim yokluğumu fark eder mi bilmem ama ben onsuz olamam. Günden güne çehresi değişse de, eğri büğrü yolunu, yolunda solundaki elektrik direğinin yanındaki dut ağacının yapraklı ve yaprakları çiğ yemiş, sarı sokak lambasının ışığıyla aydınlanan, ışıl ışıl yanan, can alan halini, altındaki dinlenmeye geçmiş kara suratlı cefakâr, vefakâr tulumbayı özlerim. Gözlerim, gecelerce o görüntüye dalmıştı, damdaki her zamanki oturduğum, yüzükoyun yattığım, etrafa baktığım, yapayalnız zamanlarımda. Sırt üstü yıldızları seyrettiğim, tefekkür ettiğim, Yaratılışı ve Yaratan’ı fikrettiğim, bahar ve yaz gecelerinde.

Öykülerimde ölümsüzleştirdiğim halkıyla, benim mahallem, benim sokağım... Kendimi en emin ve en mutlu hissettiğim mekân... O mahallede doğmuşum. Toprağım oradan... Kan çekmese de can çekiyor! Hatıralar, komşular, arkadaşlar... Evimiz, bahçemiz, düzlük... Salıncağım, badem ağacım. O burnumda tüten özgür çağım, mutlu çocukluk anılarım...

ANTALYA’YA ÇAĞRI

Kumsal, orman, deniz; mavi ve yeşil…
Gökyüzünü seyret, bulutları sil!
Başı karlı, sakin, mert Beydağları…
Bir derin nefes al, ölüysen diril! ..

Deniz çağırıyor, köpük köpük, gel! ..
Ağaçlar dizilmiş, bölük bölük, gel! ..
Yollar kıvrım kıvrım; yar, şu dağları!
Seni bekliyoruz, büyük küçük, gel! ..

Ağaçta, çiçekte, kuşta gelinlik...
İç içe yaşanır sıcak, serinlik.
Müze, tiyatrolar; atla, çağları!
Hangi uçurumda, böyle derinlik? ! ..

Alanya Kalesi, Perge, Aspendos
Düden, Düzlerçamı, Güver, Termessos
Yivli Minare’si ve Kadın Yarı...
Tünellerle Kemer, işte Olimpos! ..

Konyaaltı’nda yaz, aşk yaraları...
Beydağlarında kış, az araları.
Aynı anda yaşa, iki mevsimi
Döner Lokanta’da manzaraları! ..

Sanki yere daha yakın yıldızlar
Ateş böcekleri ve yakamozlar...
Serinlik ve müzik; yaşa geceyi!
Ateş etrafında dans eder kızlar.

Güneş başka doğar batar burada
Farklı yaşantılar, deniz karada
Dağ, köy, yayla, kumsal, adada
Geçmişle gelecek, hal bir arada.

Deniz çağırıyor, köpük köpük, gel! ..
Ağaçlar dizilmiş, bölük bölük, gel! ..
Yollar kıvrım kıvrım; yar, şu dağları!
Seni bekliyoruz, büyük küçük, gel! ..
Seni bekliyoruz, büyük küçük, gel! ..

*

Onur BİLGE
BİN/BİR GECE ÖYKÜLERİ - 0237

Onur Bilge
Kayıt Tarihi : 1.12.2009 16:34:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mustafa Taskanat
    Mustafa Taskanat

    yüreğine sağlık uzundu ama sıkıcı deyildi saygılar

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Onur Bilge