01 Ölüler hırçın dirilir Şiiri - Ahmet Y ...

Ahmet Yozgat
2011

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

01 Ölüler hırçın dirilir

Düşleriyle Sevişen Adam’a Dair

“... Bu şiir esrarlı son zamanın sırrını açıklar. Bu şiiri okurken size yakın olan yıldızlardan başka hiç bir varlığın sizi görmesine müsaade etmeyin. Ufuklarına seyyareli dokumalar gerilmiş bir adaya kapanın...”
Ölüler kitabı bitiş bab’ı

… diriliş zorluğu çeken ölülerin ruhuna el fatiha...

1/:
Adı Seyfullah’tı,
Ya da Abdullah...
Ama düşleriyle sevişen bir adamdı o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu ölüm terledi,
Yattığı son uykunun kapanmayan gözlerinden...
***
Düşleriyle ölümüne sevişen bir adam...
Durdurdu aygırını yaşamın son dönemecinde,
Ateş kesen gözleri sönmüş volkandı,
Elleri dört yüz kaplan gücünde pençe,
Tabanı yanık yaya...
“Merhaba ehli kubur! ”
“Merhaba ehli dünya! ”
***
Eşiğindeydi şahsi kıyametinin,
Gördüklerinin ve son anın en diri yerindeydi,
Ellerindeydi “esfeli safilin”le teğet sevişmenin bileti.
Kozmik eşikte doğruldu bir kızılca boğa gibi,
Gözlerinin en cehennemi çukurundan baktı,
Aktı araf’ın çekici ve özgür beldesine,
Ölümün o ücra ve gevişgen adresine,
İsteksizce savurdu kargısını...
***
Düşleriyle ölümüne sevişen adam,
Hiç okumamıştı tarihin on üçüncü sayfasını,
Kafasını bu yüzden vurdu pişmanlık kayalarına...
Son misafiri de göçtü gözünden el sallayarak,
Yok yok... Pas ağlayarak...
Oysa yıllar öncesini tanırdı onun,
“Gülen ayva” masalını bir de tatlı anlatırdı ki,
Her yürek akşamında ömür skalasının.
***
Düşleriyle ölümüne sevişen adam ise,
Vurgun mu vurgundu Araf’ın ortasında...
Çaresiz, matematiğin 12’sine kargısını savurdu.
Bir yıldız ağdı kozmoğrafyadan yüreklerin düzüne.
Ağıt ağıt şerareler doğurdu karanlıklar koynunda,
“Sidreyimünteha”nın karşısında yer tutan en sert kaya.
“Merhaba ehli kubur! ”
“Merhaba ehli dünya! ”
1/:
Adı Lütfullah’tı,
Ya da Abdullah...
Ama düşleriyle sevişen bir adamdı o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu ölüm terledi,
Yattığı son uykunun kapanmayan gözlerinden...
***
Düşleriyle ölümüne sevişen adam...
Zincirleri paslanmış prangalar takındı döşüne,
Omuzlarına gerçek yıldızdan ışıklı apoletler.
Yürüdü her adımda kırk adımlık yol alarak,
Tabanında Arnavut yıldızları döşeli,
Ve krater engebeli bir asma yolun dibine.
Bir kapı –kırk pare kanatlıydı.-
Kırkıncı kanadın önünde kestirdi gözüne,
Işığın gözüne doğru akmayı.
Ama, ancak, zira, fakat...
Kilitleri üst üste vuruk odaların kapılarını,
Yerinde olmayan omuzlarıyla zorladı,
Art arda açıldı bütün boyutlar karanlık ortasında,
En sonunda zeminsiz bir sahra çölüne çıktı,
Çığırdığı her türkünün nakaratı.
Haykırdı geriye dönüp herkese:
“Yok mu, yok mu? ”
Bu sese kulak veren yoktu.
Zaten ne duyan oldu onu, ne de anlayan.
Dayan sevişgen,
Dayan düşleriyle sevişen adam...
***
Dayandı Araf’ın ürkünç ıssızlığına,
Düşleriyle ölümüne sevişen adam...
Yalnızlığına da bir bozlak yaktı,
Arkadaşı o bozlaktı.
Aktı usulca kervanların izlerine basarak.
Yalnız bir asker gibiydi ipek yolunda.
Çangıl çangıl ebabil çığlıklarıyla
Bin bir yılda bir geçen ipek kervanları,
Ve dengi baharat yüklü develer,
Şu böğrü altın damgalı atlar bile birer kalp paraydı,
Geçmiyordu hiçbir değer boyutlar ortasında.
Düşleriyle ölümüne sevişen adamsa,
Yitirdiği yüreğinin sikletini arıyordu,
Metrik ölçülerin tartmaz olduğu o diyarda.
Art arda açılmasını sürdürürken kapılar,
Istampada kan gördü sevişgen adam,
Bitkin bir mühürdar gördü...
“Vize vize,” diye inledi kozmik gümrükte.
Mühür ıslak gözyaşıyla, kançılarya yorgun,
Muhafız belalı..
Düşleriyle ölümüne sevişen adam ise
Vurgun mu vurgundu Araf’ın ortasında...
Çaresiz kargısını savurdu,
Ağıt ağıt şerareler doğurdu,
“Sidreyimünteha”nın karşısındaki en sert kaya.
“Merhaba ehli kubur! ”
“Merhaba ehli dünya! ”
1/:
Adı Kerimullah’tı,
Ya da Abdullah...
Ama düşleriyle sevişen bir adamdı o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu ölüm terledi,
Yattığı son uykunun kapanmayan gözlerinden...
***
Düşleriyle ölümüne sevişen bir adamdı o.
Bu yüzden düşleriyle ölümüne sevişiyordu...
Ne bu yanındaydı eli kınalı yaşamın,
Ne de uzağındaydı bayatlamış acılar...
Ezrail diye bir görevlinin gömülüp,
Sayısız sinek gözünde kozmikliği ipildeyen pelerinine,
Çarpıtılmış dişlerine omuz verip düşleriyle sevişen adam.
Kuburlara terkedilmiş anılarına daldı.
Günahı yankılandı yüzünde arsız bir utancın.
Ve o dızman yine oradaydı.
Bir muharip yontusu gibiydi eşikte,
Beşikte bir bebek gibi duygulara yabancı,
Bir demirci gibi körük körük savurmadaydı,
Korkuyu, intikamı ve kini...
Onun yanındakini gözü bir yerden ısırdı,
Azazil’di belki...
Elindeki bir gözyaşı şişesiydi.
Öyle susadı ki düşleriyle sevişen adam...
Yüreğinin örsünde dövüldü kabahatler,
Kehanetler atsız cengaverlere döndüler,
Beyninde düşleriyle ölümüne sevişen adamın...
Yetişin ey ehli dünya,
Yetişin n'olur ey evladı ıyal?
Elleri boş döndü imdat safarisinden,
Ne bir karaca yakaladı savranda,
Ne de avda bir turaç...
Birkaç yıldız kaydı gözlerindeki ikizler burcundan.
Yılların harmanından başaklarını kaldırdı usulca,
“Elveda” dedi son günündeki son ay’a...
“Merhaba ehli kubur! ”
“Merhaba ehli dünya! ”
1/:
Adı Sadullah’tı,
Ya da Abdullah...
Ama düşleriyle sevişen bir adamdı o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu ölüm terledi,
Yattığı son uykunun kapanmayan gözlerinden...
***
Düşleriyle ölümüne sevişen adam,
Bir tespih isterdi hep oltu taşından,
Ama kadere bakın ki,
Kısmet bu güneymiş.
Tam otuz üç tane taş düştü avuçlarına,
Bir Erzurum türküsü çığıraraktan.
Uzaktan Taşın üç katı sözcük döküldü diline.
Ve göğün en üst katına açılmış kanatlarından,
Nirvana ıslıkları döküldü.
Söküldü ecelkuşlarının bilcümle çivileri.
“Nerde imame, hani imame? ”
Burun delikleri kabardı korku ve hırs ile,
Kabzası gümüşlü bir aşk ile dilindi dili,
Ve kendi hançeriyle yardı kalbini.
***
İnadına utançsız bir coğrafyadaydı,
Ve de inatçı bir kervansarayda tutsak...
Oyuluyordu sevişgenin yaşadıkları katman katman
Can alan bir duvarcı ustalığıyla örüyordu,
Tersine tersine Giza’da piramitleri.
Düşleriyle ölümüne sevişen adam...
Yıllarca yoruldu, susadı asırlarca...
Ve ömrünün şerefine ağladı bir kadeh,
Bir kadeh daha şerbetiecelden...
Birkaç yıldız kaydı gözlerindeki kan kalesinde.
Başını kaldırdı usulca yılların harmanından,
“Elveda” dedi son günündeki son ay’a...
“Merhaba ehli kubur! ”
“Merhaba ehli dünya! ”
1/:
Adı Nurullah’tı,
Ya da Abdullah...
Ama düşleriyle sevişen bir adamdı o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu ölüm terledi,
Yattığı son uykunun kapanmayan gözlerinden...
***
Düşleriyle ölümüne sevişen adam,
Bir yudum daha ağladı münzevi kasesinin gözüne.
Dünyalık bir karabasanın tutunup ışıksız ellerine,
Önce sağlam olan sağ dizini indirdi,
Can sümküren şahsi ve mavi kabirine,
Sonra da insancıl yıllarının artakalanlarını,
Ve ardından yok olmayı erteleyen hırsını...
***
Ölümün o kalabalıklar içinde ücra ve kahreden,
Kozmik bir “gülen a” ile damgalı,
İlk hecesi “CE” olan adresine savurdu kargısını...
İpek pamukluğunda bir yataktaydı oysa.
Kokusu Kuburyan pazarlarının,
Topraksı topraksı geziniyordu dudağının gülünde.
Elinde hiçbir şey yoktu onun,
Ama var sanıyordu silinen Kamus’taki sözcükleri,
Mırıl mırıl mırıldanıyordu,
Ancak sızmıyordu tek dizi bile dışarı şiirinden.
Bu yüzden yıldızları tutuyordu boşlukta yüzen,
Tutup tutup omzuna çiviliyordu.
Ama sevişgen aldanıyordu.
En gecikmiş çağlarını yaşıyordu yeniden,
Bir yılı bir ana tıkıştırarak,
Orta yaş ilkbaharlarının çayırlarında koşturarak,
Düşleriyle ölümüne sevişiyor,
Sürüldüğü transzamanlarla emişiyordu saatleri.
Karanlık yapışkanlığını gecenin perde diye,
Ufuktan ufka geriyordu aceleci elleriyle.
***
Korkusu gördükleriydi onun kimsenin görmediği,
Dudaklarında şaşkınlığın o tuzlu tadı
Ve üzerimde uçuşan ecelkuşları...
Belki de avladığı üveyiklerin ölüm ötüşüydü kulaklarında
Kanat çırpışı tutsak ettiği müvezzinpalazlarının
Ve avuçlarımda bir kor parçası ki
Yorgun beynindeki volkanlardan akan mağma
Ama kahkahalar uçurdu sevişgen...
En gençken,
Bir ölüm ordusunda lejyonerken yaptığını anımsadı,
Ve doğruldu bir kızılca kıyamet Rüstem gibi,
Gözlerinin en ölümcül çukurundan baktı,
Aktı araf’ın çekici ve özgür beldesine,
Ölümün o ücra ve gevişgen adresine,
Bütün gücüyle savurdu kargısını...
Ağıt ağıt şerareler doğurdu,
“Sidreyimünteha”nın karşısındaki en sert kaya.
“Merhaba ehli kubur! ”
“Merhaba ehli dünya! ”
1/:
Adı Keremullah’tı,
Ya da Abdullah...
Ama düşleriyle sevişen bir adamdı o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu ölüm terledi,
Yattığı son uykunun kapanmayan gözlerinden...
***
Sadece ve zoraki düşleriyle sevişen adam...
Çekip kendi ölümünün sıradışı yasını,
Yakasını kaldırıp dalarken kozmik koridorlara,
Yürüdüğü yollarda hiçbir iz bırakmadan,
Yakmadan çerağını ezoterik coğrafyaların,
Ölümün o ortalık yerin ortasında en ücra,
Veya iştah ile ruh gevişgen,
ve hırs ile can emişgen adresine,
Belki de son kez savurdu isyankâr kargısını...
***
Kıskıvrak yakalandı bir engerek yurdunda,
Karmaşık ve yorgun beyninde baldıran atlıları koşuştu.
Kara ve saldırgan köpekler öttü kümeslerde.
Sererek salyalarını ortalık yere kuduz horozlar,
Ölümüne kudurgan ve inadına vurgun,
Durdular dişlemeye zamanın son demlerini.
Göz içi kadar dar bir beyazlık yayıldı,
Sevişgen sandı ki ulaştı aydınlıklar yurduna,
Ama aldandı...
***
Sahra geninde bir katran içinde buldu kendini.
Bilinmez bir zamanın gözesinde,
Bilinir bir mekan içreydi,
Yani ölümün eşiğindeydi..
Boncuk boncuktu alnımda
Ve güneşin yüzeyindeydi teri,
Geri geri akıyordu tüm sular,
Volkanlar tersine patlamadaydılar burada.
***
Metalik yürekler mi atıyordu ne?
Ya da dızmanların düğünü müydü ozmoğrafik çayırda?
Veya Gog ve Mogog seddi Zül’ü delen...
Kalın duygulu zalim bir demirciydi gelen,
Silinense gözlerinden,
Keskin dişli testeresiyle lime lime,
Etlerini doğrayan işinin ehli bir marangoz.
***
Günahları dövülüyordu sevişgenin,
Zamansız zamanın bu gözesinde,
Ya da sevişgenin yüreğinin örsünde.
Hançer sivriliğinde duyguların çengeline,
Bir dalıp bir çıkıyordu baldıran denizlerine.
Son dalışında anımsadı otuz üç yaşının diriliğini,
Ve doğruldu bir kızılcakıyamet köpekbalığı gibi,
Gözlerinin en zalim çukurundan baktı,
Aktı araf’ın çekici ve özgür beldesine,
Ölümün o ücra ve gevişgen adresine,
Hırsla savurdu kargısını...
Ağıt ağıt şerareler doğurdu,
“Sidreyimünteha”nın karşısındaki en sert kaya.
“Merhaba ehli kubur! ”
“Merhaba ehli dünya! ”
1/:
Adı Selamullah’tı,
Ya da Abdullah...
Ama düşleriyle sevişen bir adamdı o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu ölüm terledi,
Yattığı son uykunun kapanmayan gözlerinden...
***
Düşleriyle sevişen bir adamdı ya o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu hayal terledi,
Yattığı son uykunun açılmayan gözlerinden...
***
Teslim etti huysuz ve doyumsuz geçmişini,
Her anı huruf ve aritmetik cifiriyle dürülen,
Ve ateşlere oturgan antlar ile kırk bin kıratlık kapılarda.
Seyyareler sikletince somutlaşmış buz,
Ve ter ve tuza batmış ışın mermeri bedenlerle sarmaştı.
Bir kocadı Adem kadar 950 sene,
Bir çocuklaştı,
Ve büyüsü bozulmuş pirinçten çıngıraklı hayalini elledi.
Gözyaşlarını yitirdi bir acılar okyanusunda “Of! ”
Küsüşük kirpiklerinin yaşlı gölgesine tutunup,
Bengisularla ıslattı sezgiler deryasını,
Ölümün o kalabalıklar içre ücra,
Ve boz bir eylül gibi ürkünç oğlu ürkünç,
Bulvarının adı silinmiş adresine savurdu kargısını.
Ağıt ağıt şerareler doğurdu,
“Sidreyimünteha”nın karşısındaki en sert kaya.
“Merhaba ehli kubur! ”
“Merhaba ehli dünya! ”
1/:
Adı Cananullah’tı,
Ya da Abdullah...
Ama düşleriyle sevişen bir adamdı o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu ölüm terledi,
Yattığı son uykunun kapanmayan gözlerinden...
***
Düşleriyle ölümüne sevişen adam...
En mahrem karlı aralıkların derunî,
Ve dehşetengiz illerinde tek başına bir Cengiz timsali.
Vandal bir orduyu doyurabilir düşleriyle,
Ayırıp bir kenara soluk albüm anılarının hasını,
Ölümün o ücra ve emişgen adresine,
Bir daha savurdu isyankâr kargısını...
***
Açtı son kapı sandığı tabutu sekine kapağını,
Ekşidi an bir anda ve kokuştu irfan..
Zamanın tadı tuzu kalmadı atom çağında.
Dilim dilim ufukları yalayan aslan,
Öteye itti mazlumların beriliğini.
Korkunun gırtlağını sıkan elini,
Zındanlarda buldu zavallı bir cesaret.
Bekaret yorulmaz bir hamaratlığa sıvadı kollarını.
Heyhat ki nihayet yırtıldı ilk işte damar,
Kuvveti bitti ışığın yürekli askerlerinin.
***
Canlandı içinden sevişgenin öfke çiçeği,
Yıkıldı zülkarneyn’in ördüğü duvar.
Muhkem bir zaliman prangalar dövdürdü,
Kanla sulanmış savaşlarda.
Teslimiyet sindi yüreklerin en alacalı çukurlarına.
Kaçtı mantığın muhafızları ta fizanlara.
Acunun beynindeki cehennem mezata çıktı
Kıvılcım saçtı,
Canalan’ın ateşten çiçekleri,
Gözünde can açtı kargıyı kavrayan elin.
Ağıt ağıt şerareler doğurdu,
“Sidreyimünteha”nın karşısındaki en sert kaya.
“Merhaba ehli kubur! ”
“Merhaba ehli dünya! ”
1/:
Adı İrfanullah’tı,
Ya da Abdullah...
Ama düşleriyle sevişen bir adamdı o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu ölüm terledi,
Yattığı son uykunun kapanmayan gözlerinden...
***
Düşleriyle ölümüne sevişen adam...
Teker teker ağladı çürümüş zamanları.
Lacivert ezgiler hönkürdü gri aynalara karşı.
En soğuğunu sıvadı ateşlerin tenine.
Ve kutupların en sivri ve sıcak aysberglerini...
Kutsal zeminleri karaladı gözyaşı acemi darbelerle.
Dağladı kronik yaralarını maharetli elleriyle Araf’ta.
***
Organları burulmuş otisler çırptı günahlarını,
Ötenin ve berinin orta yerine,
Düşleriyle sevişen adam...
Tek noktaya bağladı sitemkar okyanusu,
Yaşamdan artakalan sevdaların masum ipiyle.
Geleceğin ışıltılı sözleriyle uzanıp sonra,
Sırlayıp arkada bırakılan sonbahar yağmurlarını,
Ve lacivert gecelerde kan kokan,
Arsız tırpanların silip pasını,
Düşleriyle inadına sevişen adam,
Ölümün o ücra adresine,
Savurdu temreni bolat olan kadim kargısını...
Ağıt ağıt şerareler doğurdu,
“Sidreyimünteha”nın karşısındaki en sert kaya.
“Merhaba ehli kubur! ”
“Merhaba ehli dünya! ”
1/:
Adı Ahmetyozgat’tı,
Ya da Abdullah...
Ama düşleriyle sevişen bir adamdı o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu ölüm terledi,
Yattığı son uykunun kapanmayan gözlerinden...
***
Düşleriyle sevişen adam...
Yitirdi gözlerini,
Bir sineğin bakışlarındaki bereketli odacıklarda.
Uzaklardan ırlayan türküleri kılavuz belledi,
Uzun uzun elledi ihmal ettiği kanat tüylerini,
Silkindi damlasında boğulduğu ter denizinde,
Şakağında uçuşan ebabillerin izini sürdü.
Boğdu dünyaya dair veledi zinalarını,
Ve son seferde acemi süvarilerinin sesini kıstı,
Asıldı yaşama sürüldüğü son ganyanda.
Mahmuzlarını karnına dayadı tırıstaki acunun,
Yüzündeki dayanılmaz acının dört nalına aldırmadan,
Ölümün o ücra,
Ve ruh çekici adresine,
Usulca savurdu kendisini...
Yani düşleriyle tırıs tırısa sevişen adam,
Verdi son nefesini…
Ağıt ağıt yağmurlar doğurdu,
Arkada kalan mahmur gözler,
Ve “Sidreyimünteha”nın karşısındaki en yumuşak kaya.
“Merhaba ey ehli kubur! ”
“Merhaba ya ehli dünya! ”
***

Ahmet Yozgat
Kayıt Tarihi : 11.1.2011 14:25:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ahmet Yozgat