01 Mevlana Can Güzellemesi

Ahmet Yozgat
2011

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

01 Mevlana Can Güzellemesi

MEVLANA CAN GÜZELLEMESİ
Gel ey Mevlana!
Çıkagel bin yıl evvelinden,
Elinden aşk iksiri içme muradındayız,
Ol zemanda kopkoygun bir tünelde koyu karanlıktayız.
Evvel zaman içinde de biliriz ki,
Yüce Yaratana sınırsız bir aşksın sen,
Ben, o ve biz ve hepimiz
Neden o sınırsızlığa aşk ile dahil olmayalım ki...
Lebbaleb dolu derler yüreğin insani sevgi ile,
Ve sen en engin hoşgörüsün düşmanlar arasında bile,
Bilir herkes seni ayan beyan, nerede olursan ol bilinirsin,
Kıtaları birbirine kenetleyen yediveren sevgi çemberisin,
Bir sarmaşık gibi dolanırsın çorak gönüllere,
Ak güllere inat açarsın susuz hayatımıza,
Bir yanımıza ney-i meşk, diğer yanımıza sıvanan aşksın...
***
Gel ya hazreti Mevlana!
İnsana olan sevgin ve engin hoşgörünle gel,
Bahattin Veled’! inle ve Tebrizli Şems’inle gel...
Aşk ve barış dersi vermektesin tüm uluslara hâlâ.
Biz de biliriz ki ya Hazreti Mevlana,
'Yaratılmışların en şereflisidir insan.'
Bunun bilincinde olman örnektir önümüzde.
Gönlümüzde sen, dilimizde sensin beyit beyit,
Eyit ki insanlığı Mesnevi okulunda ruhlar yücelsin,
Kamil insanlar meclisinin yıldızlı kutbu sensin.
Her an senin uçsuz bucaksız gönlünde,
Bir harlı ateş yanmakta bin yıldan beri,
Şefkatle kucaklamaktasın kutlu düşüncen ile,
Güneşin doğduğu yeri,
Bak, hasretle sana uzanıyor insanlığın çorak elleri...
Yaratılmışları yaratandan ötürü hoş görüp,
Uzak inançların arasında bile saygı ağları örensin.
Yani bu günümüzde de ortak hazinemiz sensin,
Saygı ile “Efendimiz,” deyişimiz bundandır sana...
***
Gel ya hazreti Mevlana!
Kırk el yabana bile, “Kim olursan ol? ” dersin ya,
Ve ayrışmışları koşulsuz birlik olmaya çağırırsın ya,
Sözün altın mühürler gibi vurulur zamanımıza,
Çakılır ya da gümüş çiviler gibi felsefen oynak dünyaya...
Babadır bize kalbindeki engin hoşgörü ve insan sevgisi,
Ve yüzüne yansıyan alçak gönüllü hâl,
Aydınlığın karşısında dilimiz lal, gözümüz lal...
Eski hâl muhâl Mevlana artık eski hâl muhâl,
Şimdi her zamankinden daha çok muhtacız sana,
Hadi yirmi dört ayarlık safına bizleri de al
Susuzuz, pınarından içmek ister ağzımız kana kana...
***
Gel ey hazreti Mevlana!
Tanığız biz bin yıldan beri ve şahittir tarih ki,
Her devirde izine basa basa takip edenler seni,
Nurunla yıkanırlar ömür boyu sevdanın ırmağında,
Yanında taşıdılar sevgine aç gönüller Mesnevi’yi,
Ta içten, “İşte biz de geldik ya Mevlana! ” deyi deyi....
Yüz binlerce ham gönlün kutlu alazlarda pişmesine,
On binlerce gümrah fidanın has bahçelerinde yetişmesine,
Çiğlerin, kamil tandırlarda göyünmesine vesile olansın sen,
Ne olur etinle ve kemiğinle yeniden gelsen,
Gelemesen de ebediyen dillerdesen, gönüllerdesen...
Çağrınsa uğul uğul bir kervan yürüyüşüyle kulaklarımızda,
Ve doğuda ve batıda yankı yapmakta hâlâ,
Belh’ten Isfahan’a, oradan Karaman’a ve Konya’ya,
Küheylan taylara binip oralardan zamanımıza...
***
Gel ey hazreti Mevlana!
Sen ki tüm insanlığa tek açıdan saf ve duru bakansın,
Akansın bir sevgi Kızılırmak’ı olup ilkbaharlarda,
Ruhu merkezine gürül gürül boş gönüllerin,
Ellerin bir baba şefkatiyle sararmış saçlarımızda,
Yani konu biz küçükler olunca,
Beyitler arasında övütkâr öykü dereleri olup akansın,
Bırak yansın kutlu ocağında bizim de çiğ hâllerimiz,
Veballerimiz dönmeyen atlara binip uzaklaşsın bizden.
Nameler alsın hasretlerimiz Konyalı dedemizden.
Biliriz bize benzer çocuksu saflık yansır dizelerine,
Ve bin yıllık ahenk sıvanır bilge beyitlerine,
Birer deniz feneri olur satır aralarındaki ışık,
Dilimiz kubaşık olmasa da seninle gönlümüz kubaşık.
İşte bundandır yüzümüzün nisan ayına benzemesi,
Göz bebeklerimizin çiğdemlerle bezenmesi,
Yazgımızın gereği olarak savrulsak da engin zamana,
Pervane olup düşeriz biz de ışığına yana yana...
***
Gel ya hazreti Mevlana!
Bu vatana armağan bir simurg kuşuydun sen,
Ve serin Horasan rüzgarı alazlı ağustoslarda esen...
Ah ne kadar da şefkatliydin minicik yüreklere,
Ne de tatlı şakalaşırdın oyun alanlarında bizlerle,
Gezerdi bebeler, tay misali binip sırtına,
Hatta saklambaç oynardın yol kıyılarında arkadaşçasına...
Yine gelsene ey gönüller sultanı Mevlana!
Şimdi daha da muhtaç sana bu dünya,
Gel yine gel, haydi gel! Nerede olursan ol,
Büyükler gibi özlemle bekliyoruz biz çocuklar da seni,
Bomboş yüreklerimize ılık bir sevda gibi dol,
Meram bağlarından esen saba yeli misali...

Ahmet Yozgat
Kayıt Tarihi : 21.11.2007 11:04:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


MEVLANA KİMDİR? Mevlana, 1207 yılında doğdu. Doğum yeri olan Belh şehri, bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresindedir. Mevlana'nın asıl adı Muhammed Celalettin'dir. Mevlana ve Rumi isimleri de, kendisine sonradan verilenlerdendir. “Efendimiz” anlamına gelen Mevlana ismi ona Konya'da ders okutmaya başladığı tarihlerde takıldı ve zamanla gerçek adının yerine geçerek sembolü oldu. “Rumi” ise, Anadolulu demektir. Mevlana'nın, Rumi ismiyle tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyarı Rum denilen Anadolu’da oturması ve ömrünün büyük bir kısmının burada geçmesi ve kabrinin Konya’da olmasındandır. Mevlana'nın babası Bahattin Veled'dir. Annesi ise Belh yöneticisinin kızı Mümine Hatundur. Baba Bahaeddin, Belh ve civarının ileri gelenlerinden derin bir alimdi. Sağlığında 'Bilginlerin Sultanı' unvanı almıştı bu yüzden herkesten saygı görüyordu. Ancak bazı siyasi olaylar ve Moğol saldırıları nedeniyle Bahattin, henüz beş yaşındaki oğlu, ailesi ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı. Bahattin’in ilk durağı Nişabur kenti oldu. Orada tanınmış bilgin Feridüttin Attar ile karşılaştı. Küçük yaşına rağmen Mevlana, Feridüttin Attar'ın ilgisini çekti ve hatta takdirini kazandı. Baba Bahattin, Nişâbur'dan ayrılınca o zamanlar büyük bir başşehir olan Bağdat'a gitti, orada bir süre kaldıktan sonra Kâbe'ye ziyaret için Mekke’ye yollandı. Hac görevini yerine getirdikten sonra Şam'a geldi. Daha sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Karaman’a ulaştı. Burada, Emir Musa'nın yaptırdığı büyük ve ünlü bir medreseye yerleşti; öğrencilerine ders okutmaya başladı. Ülkelerinden ayrılışlarının onuncu yılında Karaman'a gelen Bahattin ve ailesi, burada yedi yıl kalacaklardı. Karaman’a gelişlerinin üçüncü yılında Mevlana, Gevher hatun ile evlendi. Bu evlilikten Sultan Veled ve Alaattin adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher hatunu kaybeden Mevlana, Kerra hatun ile ikinci evliliğini yaptı; bu evlilikten de Muzaffer ile Emir Alim adlı iki oğlu ve Melike adlı bir kızı dünyaya geldi. Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Türklerinin egemenliği altındaydı; Selçuklu devletinin başşehri ise Konya idi. Alaattin Keykubat, en parlak devrini yaşayan bu devletinin hükümdarıydı. Onun zamanında Konya, sanat eserleri ile donatılmış, bilginler ve sanatçılarla dolup taşmıştı. Bu yılların birinde hükümdar, hâlen Karaman’da oturan Bahattin Veled'i Konya'ya davet etti ve ondan başkente yerleşmesini istedi. Bahattin, sultanın davetini geri çevirmedi ve ailesi ile Konya'ya geldi. Sultan, onu muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa / İplikçi medresesini emrine verdi. Bilginlerin Sultanı, artık devlet sultanının yanında kalacak ve derslerine başkentte devam edecekti. Bahattin, 1231 yılında Konya'da hayata gözlerini kapadı. Ona mezar yeri olarak sarayın gül bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan ve adı Mevlana dergâhı olan yapı içindeki bugünkü yerine defnedildi. Bahattin, ölünce onun öğrencileri oğlu Mevlana'nın çevresinde toplandılar. Çünkü Mevlana, zeki ve birikimliydi; ilimde de babasının varisi olarak görülüyordu. Çok geçmeden Mevlana, ünlü bir bilgin olup İplikçi medresesinde aydınlatıcı konuşmalar ve dersler yapmaya başlamıştı. Medrese, kendisini dinlemeye gelenlerle ve öğrencilerle dolup taşıyordu. Bunların arasında her milletten ve dinden insanlar vardı: Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar hatta Şamanist Orta Asyalılar... Bu durum, Mevlana’yı çağlar ötesine de taşıyacak olan en önemli özelliğiydi. Mevlana, otuz yedi yaşında Tebrizli Şems ile karşılaştı. Şems, Horasanlı bir bilge idi. Mevlana ile Şems çok iyi iki dost oldular. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi; çünkü Şems aniden öldü. Mevlana, sevgili dostunun ölümünden sonra uzun yıllar yalnızlığa çekildi. Yaşamını 'Hamdım, piştim, yandım...' sözleri ile özetleyen Mevlana, 1273 yılında bu dünyadan göçtü. O, ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. Yani öldüğü zaman sevdiğine, Yüce Yaratıcıya kavuşacaktı. Bu yüzden ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen 'Şeb-i Arus' diyordu. Dostlarına da ardından “Ah vah edip ağlamayın,” diye vasiyet etmiş ve şöyle demişti; 'Beni yerde aramayın! Yerim sevenlerimin gönülleridir.' Günümüzde de Mevlana’yı her milletten insan tanımakta ve sevmekte. Bu sevgi halkası günden güne genişlemekte ve tüm dünyayı içine almakta ve Mevlana’nın şehri Konya kendine çekmekte sevgiye ve aşka susamış gönülleri... 2007’nin dünya Mevlana yılı olarak belirlenmesinin nedeni de budur...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ahmet Yozgat