1/:
Yanar bir gün bu hikayenin ucu da,
Ama ne yanar?
Biliyor musun yabanıl kırların gülü,
Kocaman yürek duvarlarına küçücük kuşlar konar,
Sen seversin ya küçük kuşları,
Onların uçuşları, bir ahir zaman habercisidir.
Orta yerde durur öykü ve açılır,
Yüreklerin sandığı en onulmaz yerlerde,
Nerelerdedir kendini şimdi sevda ayinine zincirleyenler?
Ya da arsız bir ölümü bencileyenler…
İşte, bir günü ay gibi geçenler, var ya…
Bir sizin haliniz meçhul bizden yana,
Bir de coğrafyanın şiirinin bozkır kokusu,
Yani aşkın konumu hiçbir zaman bilinmez haritada,
Şimdi ne cografya, ne de haritadır insanın omzuna basan,
Zira insanın kendisidir, ıssız da kendini asan…
***
Büzülen ağızdır,
Çizilen burun…
Biliyor musun yabanıl kırların gülü,
Bir anlık gülüşleri alıp satanlar kahkahayı bilmez ki,
Bu nedenle, haftada bir hayal gibi söner kurulan atılganlıklar,
Karanlıklar, zamanın alt yanında kurulan kuru hayatlar,
Ya üç elma ağırlığında sıklet çeker kantarda,
Ya da…
Her saklı kalp ömrünü bitirir bir zalim zindancı,
Ve demirden anahtarda…
***
Yanar bir gün bu hikayenin ucu da,
Ama ne yanar?
Sen yangını peşine takıp toplarken eteğini,
Çok uzaklardan bir zaman aralığı uçarsa yanıbaşında,
Düşerse dudaklarına, başıboş ve uçuk rüyalarımın kırpıntıları,
İsterim ki, yoğrulsun zaman ve mekan aynı teştte,
Her nefeste bir durak, her durakta bir 'ah'la
Hatırla aralıkta, bugün ya da yarın unutacaklarını,
Çıplak ayaklarını sev ve soğuk sulara batır,
Bil ki suların yüzeyine kalıcı yazılar yazılmaz,
Kazılmaz kuru yerde, define çukurları,
Boş kalan avuçlarda altın aranmaz ancak uyunur,
İleri uzattığın sessizliğine, bir gizli el yanından üç nokta konur.
2/:
Yanar bir gün bu hikayenin ucu da,
Ama ne yanar?
Haydi gelmeye davran sen de,
Havalan ödünç de olsa sırtındaki kanatlar,
Geleceğine inanarak gitmek, işi yarım görmektir,
Övünmektir en saf sevdakarlık Karacaoğlanlıklarla…
Biliyor musun yabanıl kırların gülü,
Bil ki, galipler de yenilir günü gelen de kaderin,
Sen uzaklardan gelip ellerini sürmezsen bu topraklara,
Yalnızlığın ötesinde tutsak kalman,
Ve kendi darında asılman mukadderdir,
Dinle hele; bak, duydun mu zamanın çığlığını?
Ya da hayatın sınırlılığını, okyanus kıyısında…
Kaç saki gelip geçti kaselere sorulur bu, belleksiz meclislerde,
Biliyor musun yabanıl kırların gülü,
Ellerde demirhindi,
Vakitlerden, belki de en son ikindi,
Böyle zamanlarda bir hal olur ya kınalı gelinlere,
Hanımelinden süzülüp akan süt, o an besler bebeyi,
Neyi saysam sana beyit tespihleriyle?
Yarınların arefesinde yüreğini taşlara oymuşsan sen de,
Nerende kovalamalı yitik aşkları söyle?
İbretlik nakışları nerelerine çizmeli,
Nerelerine örmeli zamansız hülyaları?
3/:
Yanar bir gün bu hikayenin ucu da,
Ama ne yanar?
Kendi kühtümce ben de,
Koşmak istiyorum ta yavuklu diyarına.
Bu halime bakıp da deme bana, 'Atlar sekisiz bir hiçtir.'
Ne olur sus ve otur yolumun üzerine,
Biliyor musun yabanıl kırların gülü,
Haksızlıktır her özlemi sonlandırmak hüznün elinde,
Kahır nöbetlerini bana vermen ise sevdayı savurmaktır,
Belki de kendini vurmak izansız öfkeleri dindirmenin tek yoludur,
Doludur böyle durumlarda tutulduğumuz,
Unutulduğumuz nisanlarda yağmurlar da tuzludur ya.
Tutamıyordun ya hani ellerine işlediğin her nakışı yağmurlarda,
Bakışın bile bulanıktı bulutların savruk mevsimlerinde,
Düşlerin sessizliğinde şarkı söylemekse boş uğraş,
Sebepsiz savaş ise kendine kılıç çalmaktır kanımca,
Kendine kılıç çalmaksa belki de yeniden diriltmek,
Örülmek nefesimde savrulan saçlarına, izanımca…
Yine de yanar bir gün bu hikayenin alt ucu da be,
Ama ne yaman yanar?
***
Kayıt Tarihi : 3.4.2011 15:34:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!