(ey! hikmetinden suâl olunmayan, / şéb'in sâdâ'sını, rûz'un râna'sını içinde barındıran sevgili; /..ol hikmet sende(n) dir... / ki, tarih dolu keşiflerin tahkîyesi çün, / usul usul konuklarını câr eyliyorken zaman; / nâleî ahvâlim de, sebebi gülüşüm de sendendir...// -terennüm-)
aşkı
ve fırtınaları
en derin yerinde bulur okyanusların
dalgalar.
yalıtılmış dokunuşlar geçer bir bir
kentlerin siluetinden,
sokakların kuytusuna sinmiş
gölgelerden;
geçer bir bir
çiçeği gökkuşağına zorlayan
yağmurlar.
kutsal ışığını geceye saklayan
kamer geçer
maviye soyunan yeryüzünden,
ve çukurunda sırrı
gamzelerinin saklandığı
parmaklar.
geçer;
altına yüz süren ben ile
bir zaman yangınını koşulayan
sevdalanası ayaklar.
Gürkal Gençay
09.Nisan.2003
DenizKöşkleri - İstanbul
* İşbu Şiir Şairinin Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 474602125880
******************************************************************************
Kayıt Tarihi : 10.6.2006 21:07:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
İnsanlık tarihinin sanat akımlarıyla tanışmasından sonra ortaya çok değişik görüşler, varsayımlar ve önermeler atılmış... Bunlardan biri de (ki bugün bile yanıtı tam olarak verilememiş/ tartışılabilir bir konu olan) sanatın ne için yapıldığıdır... Sanat; sanat için mi yapılmalıdır? .. İnsan için mi, toplum için mi yoksa sanatçının salt kendisi için mi? Bunların her birini tek tek savunan yaklaşımların olduğu gibi tümünün de olabilirliği konusunda yaygın bir görüş vardır... Buradan hareketle bu sorunun cevabını herhangi bir şık olarak vermemiz çok da sağlıklı olmayabilir... Ben de bütün şıkları işaretleyenler gibi düşünmekteyim bu konuda... Bu konunun ne kadar geniş kapsamlı olduğunu bildiğimden çok da detaya girmek istemiyorum... Ama; Özellikle Rönesans döneminde sanatın ve sanatçının üstlendiği misyon itibariyle yaratıların toplumcu/ toplumsal (muhalif) bir kimlik taşıyor olması, Sanatın “evrenselleştiği ölçüde özgür” olduğu gerçeği itibariyle tüm insanlığa dönük bir yüzünün olması, ya da (Nietzsche, Bukowski örneklerinde olduğu gibi) eserlerin yalnızca yaratıcılarının kendileri için ortaya çıkarılması örneklerini de mülahazat hanemizde bir parantez içine alıyorum... Yazıya bu biçimde girişimin sebebi şunun içindi... (Burada Konuyu yalnızca edebiyatçılar lokaline çekmek istiyorum...) Örneklerle... Mesela, Nazım Hikmet... Dünya şairi... Herkes onun yazılarını okuyor... Değil mi? Ama Nazım'ın kadınlarına yazdığı yazıları, şiirleri hiç kimse tarafından bilinmiyor... Hâlbuki o kadar çoktur ki Nazım’ın bu tür “özel” şiirleri... Mesela; ünlü şairin Nüzhet, Piraye, Münevver, Vera ile evliliklerini/ aşklarını, Dr. Lena, Semiha Berksoy, Doktor Galina ve diğer kadınlarla birlikteliklerini; öncesi, sonrası ve yaşanmışlıklarıyla, sevda yüklü dizelerle sarmalanmış biçimde anlattığı şiirleri var... Ayrıca, Nazım Hikmet'in 'dayı kızı' Münevver Hanım'la yaşadığı aşkın şiirleri... Ama kimse bilmez... Biraz biraz Piraye bilinir (o da bir şiirinin bestelenip şarkı olmasından kaynaklıdır) Hepsi o kadar... Çünkü özünde Nazım bu yaratılarını kendisi ve kadınları için yazmıştır... Sosyalist gerçekçiliğe de vurgu yaparak... Ama buna rağmen; 835 Satır, Jokond ile Si-Ya-U, Varan 3, 11=1 (Nail V. ile) , Sesini Kaybeden Şehir, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Gece Gelen Telgraf, Taranta Babu'ya Mektuplar, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı, Kurtuluş Savaşı Destanı, Saat 21-22 Şiirleri, Memleketimden İnsan Manzaraları, Rubailer, Dört Hapishaneden isimli kitaplarında toplanan şiirleri kadar bilinmemektedir ve sevilmemiştir o “özel” şiirler... Bu tarz örnekler verebileceğimiz şairler o kadar fazladır ki... Her sevilen şairin, çok çok sevilen; onu neredeyse tabulaştıran bir çok şiirinin olmasının yanı sıra, bir de toplum tarafından benimsenmeyen/ insanların içine giremediği şiirleri mevcuttur... Çünkü bunlar spesifik şiirlerdir... Burada Sanatçı (iştigal alanı ne ise) yaratısını kendisi merkezli yapmıştır... Kimliklidir o şiir... Okuyucu o şiirin içine zor girer o zaman... Girse bile, satıhta bir yolculukla okur o şiiri... O kimlik, okuyucunun kendi kimliği ile yolculuk yapmasına pek de izin vermeyebilir... Vermeyebilir diyorum; çünkü bunun böyle olmadığı istisnai şiirler de olabilir... Bu opsiyonu kullanmak için söyledim bunu... “Geceye Şahikadır Sevdalar” da böyle bir şiirdir... Spesifik bir şiirdir... Kimliklidir... O yüzden sanatçının “salt kendisi için” yazdığı şiirler gibidir... Oturup bir daha şiir yazsam, inanın gene bu şiiri yazarım... Çünkü bu biraz da yazarın o an içinde bulunduğu ruh durumu, psikolojisi ve konjonktür ile bağıntılı bir durum... Bugünlerde hangi şiiri yazarsam yazayım, böyle şiirler yazarım... Her şair gibi... Her İnsan gibi... Herkes aşık olunca duygularını bir şekilde ifade etmenin yollarını arar... İnsanız, bu çok doğal bir refleks.. Vücudumuzun kimyası değişiyor çünkü... Ve ben de bir insanım... Aşık olmak bambaşka bir şey... Ama ben aşık olmanın da ötesindeyim... “Aşık” değilim... “Aşk” ım adeta...