(siyah paltomun ceplerinde biriktirdiğim onca yaşama yorgunluğuyla sığındım geçmişe // ve yaşam tapıncına inisiye turuncu fistanlı insanların arasından hızla geçip gittim gökkuşağı altından... // hızla yitip gittim vakitsiz bir beas coğrafyasında... / hızla! ../ niyabet konseyinin ve asperger sendromlu allahın bakışlarından sakınarak kara kuru, çelimsiz gövdemi.../ yetersiz bir olgunluk benimkisi.../ bilirim.../ ama yine de sarınırım siyaha! ..// eyy zardéşt; kurudu mu cennetteki o ağaç? / kısa kılıçlı mağrur savaşçılar; vakit güz müdür hakikaten? ..)
ey yağmur;
frengili bir gökyüzünün penisinden yağar gibi yağ,
kapaklan en tekil yanımın üstüne.
çirkinleştir şehri
kapatırken ışığımı kendi içime.
buradayım...
günyüzü görmemiş küfürlerimi taşısın tanrılara
tenimin öfkeli ateşine düşen
buharı / irinli damlaların.
gecikmiş sevişmelerin sonrası,
dokusuna cerahatli salya sızan çarşaflara sardığım çakal uykusunda,
hayra yorulmaz bir rüyadayım...
yağ,
yaralandıkça kendi sesine saldıran vahşiyim,
barbarım.
birdenbire çöreklenen başağrılarının
çığırından çıkmış cehennemine emanetim.
önemsizim...
yırtılan hançer yabanılı kötülüklere bağlanmış özneyim,
çarmıha gerilmiş paradigmanın yutağında zehirli kimyasal;
yüklemsizim...
seviş benimle;
terkedilmiş caddelerde,
konkav aynadaki namuslu geçinen röntgencilerin
saman sarısı gözlerinin önünde.
buradayım...
aynı mermerden yontulmuş soğuk yüzümle;
yeni becerilmiş çifte acılı bir orospunun
dudaklarındaki orgazm sigarasının ilk nefes cinnetinde.
isimsizim...
yaralı bir aşkın suretidir
damlaların yeryüzüyle buluşma armonisi,
alaca karanlığın ufukta kırılışı
ve aynı renklerde kaybolmanın çirkin ritüeli.
yağ;
bir suikast gibi / ve kan revan içinde seviş benimle
buradayım...
kâl'i kem hilkat garibesiyim...
çirkinim...
/ h a k e d i y o r u z _ b i r b i r i m i z i /
Gürkal Gençay
27.Ekim.2006.Cuma / S – 15:13
Yeşilköy - İstanbul
İşbu Şiir Şairi Gürkal Gençay Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 568025124828 / Tarih - Saat: 12.12.2006 / 12:49:00
**************************************************************************
Kayıt Tarihi : 27.10.2006 19:38:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
ZEN 'Satori'ye Giden Sessiz Sözsüz Öğreti' Binlerce yıldır süregelen gerçeği arayış her kültürde sembollerle sonraki kuşaklara geçirilmiş. Kimileri en büyük sırrın doğasının gizli olmak olduğunu, kimileri ise kuşaktan kuşağa en iyi aktarımın sözlü hikayeler, efsaneler, mitler ve sanatsal çalışmalar olduğunu iddia etse de muzip bir yan da sezilmiyor değil. Ezoterik gözle bakıldığında ne Yunan Tanrıları, Tanrı ne Mısır ilahları ilahdır. Tümü belli durum, duygu farkındalık ve bilinç düzeylerini kavramış insanların, temel kanunları kişileştirerek insan kılığında sunmalarıdır. Halkın kafasını fazla yormadan dersler aldırmayı amaçlamışlardır. Zen'in anlattığı evrensel hakikate bu gözle bakıyoruz. Elbetteki bu satırların yazarı bir Zen Üstadı olmadığı ya da Satori'ye ulaşmadığı için size en az yorumla, aynen nakletmeye çalışacak. Açıklayacak düzeyde olduğunu iddia edenleri de kuşku ile incelemeli. Çünkü 'Konuşan bilmiyor, bilen konuşmuyor' der yine aynı bilgeler. Eh! Öyleyse konuşalım :) ZEN NEDİR? Ünlü Bodhi Dharma, Sakyamuni Buda'nın aydınlanmasını, ritüellerle felsefelere süslenmemiş hakiki çekirdeğini Hindistan'dan Çin'e getirdiğinde aşkın bir hakikati ifade eden Sanskritçe Dhyna ve Çince Ch'an kavramları da ülkeye ulaştı. Bu öğreti sonraları Japonya'ya Zen adıyla aktarıldı. Derler ki gözlerini kırpmayan bilge Bodhi Dharma'yı görmek ister Çin'in yüce İmparatoru. Karşısına getirilen adam sakince geçip karşısına oturunca öfkeyle bağırırır. 'Saygısız! Çin'in imparatoru karşısında oturmak ha! ' Bodhi Dharma aynen cevap verir. 'Evrenin efendisi karşısında oturmak ha! ' İmparatorun şaşkınlığı öfkesini alteder. Konuştukça saygısı artar. Sonra sorar 'Pek çok tapınak yaptırdım, pek çok hacıyı korudum. Nedir bunların karşılığı? ' 'Hiç bir şey' der Bodhi Dharma. Ürpertici cevap tüm soruları yutar. Artık İmparator söyleyecek söz bulamaz. Onun anlatmasını ister gördüğü hakikati. 'Koskoca bir boşluk, sonsuz bir yokluk' der Bodhi Dharma. Evrenin tözünü yüzyıllarca betimleyecek cümle böylece duyulur. 'Zen'in çıkış noktasını şöyle anlatırlar: Buda en iyi öğrencilerini toplar. Hep birlikte bağdaş kurup otururlar. Artık en son hakikati anlatacaktır. Aydınlanmayı / Nirvana'yı / Satori'yi, öğretisinin çekirdeğini. Sessizce otururlar. Dakikalar geçer. Sükuneti hiçbirisi bozmaz. Sonra Buda elindeki çiçeği yavaşça çevirir. Bu hareketi gören öğrencisi Kasyapa gülümser ve çarpıcı kendiliğinden gelen Satori'ye (Aydınlanmaya) erişir. Böylece sessiz sözsüz hakikati anlatan, yıldırımlar kadar çarpıcı öğreti doğar' Zen'in doğrudan hakikati, asıl doğanızı ve evrenin temelini anlamaya yönelik neşeli, sıradışı bir tarzı vardır. Zen iki ekole sahiptir. Ansızın aydınlanmayı amaçlayan RİNZO ve meditasyonla oturarak aydınlanmayı amaçlayan SOTO. Her ne kadar kökenleri ansızın uyanmaya dayansa da Zen her iki kolda da büyük üstatlar yetiştirmiştir. Ustaların öğrencilere ansızın bağırdığı, sopayla vurduğu (inanılmaz ama gerçek!) , iyi huylu üstadların ise aklı durduran Koanlar (paradoksal sorular) sorduğu bilinirdi. 'Bir ormanda bir ağaç devrilse ve hiç kimse olmasa yine de ses çıkar mı? ', 'İki elin sesi alkıştır ya tek elin sesi? ' Kısa, çarpıcı, paradoksal soru aklın çözebileceği bir yanıt içermez. Anlamanın tek yolu yeni bir anlayışa geçmektir. Bizdeki Bektaşi dervişlerini hatırlatan hazır cevap şaşırtıcı soruları ve hareketleri ile Japonya'da ün yaptılar. Ama derin saygı Zen ekolünün Japon kılıç kullanma sanatı ustaları Kendo Samurayları tarafından kabulüyle gerçekleşti. 'Esasında düşmanımda ben de biriz. Onun ölmesi ya da benim ölmem arasında fark yok. Ama yine de ayrık otlarını söker, yeşil çimenleri besleriz'
