0010. Butimar'ın ÖldüğüYer I Dersim'li ...

Gürkal Gençay
85

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

0010. Butimar'ın ÖldüğüYer I Dersim'liye...I Dilbera Dersimî

(kendi içre ölümsüzlüğün rah'ına revan olmuş melâmi'yim; / ki bu derviş; yürüdüğün her adımda, ayaklarına secde eden ş'ol bağın hâkir bağbanıdır...// sana kulluğu, özgürlük bilerek ibadet ederim âşkına.../ adın besmelem, / sözün musafımdır...)

butimar kanadında salât ile dem tutan gündüzler,
dantel gibi salınan
ve kutsal bir perhizle korunan gecelere
koşar kanat uçtular.
ve yaralı bir sabah çaktılar siret û dam’ıma
tecdil-î omzuma deryayı şerha şerha astılar.

o; cennete kapı açan ensar’ın yamacında,
ve de genç sevdaların yanıbaşında,
sen ise; yaşlı gövdene hışm ile hedeflenmiş namlular ucundasın dediler.

korkularının ötesinde büyüyen hayâl ile kaim
ve lâkin, gadab ile daim bir zorlu âşk idi;
bilirdim,
ve kentin avcunu göğe açan suyun rah’ı inkâr etmişti beni;
bilirdim.
“şecaat ile direndin yâ koca rînd” dediler
ve hezimetler ile denendin;
hiçbir kervan yolda kalmamıştı oysa,
ki kapandı kapısı tevhid-i mabedin/ yıkıldı burçlar
şimdi umuda kanat yaralıdır
şahikaları ebr ile kucaklayan dağlar,
göstermiyor yüzünü, bedbaht bağında açan o ‘son gül’
ve şarkısından tanıdığın müteellim kuşlar.
yani, kıyısındayken sevmelerin,
“bir hayâl içinde boğularak tüken! ..”
“azab ile kahrol! ..” için şerh û izhar eylediler...

oysa, ne mahmur ne de mâmur uykular yoktu benim için,
fevt û mémat yoktu,
hani, neredeyse bitiriyordum çizdiğim mutluluğun resmini;
“öl! .. ” deyip, sûr ile kıyam/et-tiler.

artık, iki cihetli okunan bu bekleyiş
ve muhtemelini bildiğin hayat;
bahr altında çözülmez bir girdaptır,
ve kavuşmaz, / inançlarının izini taşıyan yorgun adımların
ana sütü gibi yu-duğun terine,
vurulursun,
eyy! kendi ruhunda yürüyen yaşlı sûfi;
yaralanırsın! ..

şeytan çukurunda yüreğini boğan iyileştirici su,
bereketli hilal’in şavkıdığı kapıların aynası,
ve sevdan, aşmaz olur zorlu bentleri.
özlemin ki bir ezeli kélâm,
yitiktir doğanın çağrısı ve de o kavuşma saatleri.

en temiz sayfasını açıp yoksulluğumdan
ve, uçarayak ona çıktığım rah-ı revan’dan
“dön! .. ” diye feryad û figan ettiler...

şimdi;
gün biter, gece biter,
o çocuk sesi, / o çocuk gülüşü kalır bende.

ama;
sana kalan yağmalanmış bir cûz kesesi,
bir o kadar parçalanmış hayâl,
sır(r) ından soyunmuş kırık bir sırçadır;
şimdi;
her kes, bu diyardan gitmek için sıra bekler,
eyy! kıyamı kıyamet olan babey, ey hâd bilmez dervişan;
bil ki bu makus bir yazgıdır,
ve göçün şerhi, onun alın yazısıdır...
yattığı örende kışa yakalanmış bikes gibi /yalnızlığına çoğalarak/
kapat kendini içine,
göğ içinde ölülerin dirilmesini bekleyenlerin
ve av olmaktan başka kurtuluşu olmayanların vahsa’sı epey;
bu ebu célil kin û öfkesinden ric'at’ın ise “lahzası zayî’dir! ..” söylediler.

oysa;
bütün yollarım ona çıkardı benim,
ve
her dilde kapısını çalardım.
dilenmeden,
ve küçük düşürmeden,
onurlu,
incitmeden adımdaki erkek harfleri
sevdamı eşiğine koyardım.

içindeki âşığı bulup çıkaran ş’ol melekler
şamanî bir şifa dansıyla düşmesinler bir bir kıyamet uykusuna,
ve “ikiz burç” arasına döktüğün yüzün; kurşuna dizilmiş karanlık boşluklara.

yaşamın ağusu nehreyn’de yun’dular bildiğin
ki, bu sevda savunmasız/ yenik bir kavga,
ve onun âşkı gözü dönmüş yedi kandilli pervin û süreyya,
sen ki,
taammüden / incinmek için çıktığın bu sırat’ı terk’eylersen;
varlığını yitirir kadim su döngüsü,
miraç basamağı gayb eder takva û tahiyyat’ını
gönül koyar sana/ seni vurana tapmanın mukaddes meâli.

bir zaman makinesinde tekrar yaşarken intiharları;
bedenin; néva kürdi ile dilkeşhavéran arâf’ında,
çileli bekleyişlere cem’eyleyen bir âcem aşîrân’dır.
ölümün arkasındaki hayat içre sevmek yeniden,
notasız şarkıların makamında susmak,
ve kendini biriktirmek çukurunda bir gamzenin,
“eyy! yoksul derviş / bir mestur hicrandır! .. ”
yürümediğin hıdır’lık tepesinde boz atlı xızır,
bilmediğin ‘gülistan’da bülbül olma dediler;
/ taş ki, yerinde ağırdır; ey fakir, kâbene dön, /
“..gitme yollarına” dediler.


“haykırdım kan revan içinde; “

be hey! ş’irlerimi bir dramanın son perdesine asanlar,
muhabbed bâb’ını tezyin eden türkülerimi, nâr-ı ateşe atanlar;
her kes kendi günahının olduğu yere gider! ..

ben ki bu âşka çerağ eyledim gövdemi
gözlerimin en hüzzam bakışıyla kestim bileklerimi
sevdama çifte su verdim,
ve sesimi yüzdürdüm yakamozların yaktığı sularda,
tecrit ettim onsuz gelen şımarık sabah ışıklarının fitilini.

erken açan bahar çiçeklerine açıktır yalnızca irşâd evim,
ve karlı bir ‘merhaba’ya / yürekten, sıcak;
ben ki, müstağni’lerin bereketli sofrası ile
ateş kuyusunun ağzında dolaşan yılkılar arasında ezeli birlik yaratan farabi,
şems-î ‘âli şân’ yoluna derd içmiş rûmî’yim;
hiçbir dileğim yoktur; böyle biline!
yazılsın künyeme ve de defter-i âmâlime,
bir diyeceğim vardır ki / yalnızca; o’dur.
o benim;
anamdır, namusumdur,
yoldaşım, haldaşım,
o benim gülüşüme sinmiş tek umudumdur.
bir kuru lokma kapışı için binlerce yıllık kanat çırpışımdır,
ve saklandığım geçitlerin cevahir yürek bacısı...

iki ‘çatal yaka’, suğra û kübrâ’nın vehil kuyusu ise ilk durak;
varsa ölmek defter-i kebir’de
ve ‘dersim’liyse açılan gönül kapılarının mehr’i,
tanrıların kutsal evliliğinden doğacaksa ‘pülümür’lü çiçekler,
ayların gelini,
ve yedi ilâhi kız;
ve damarlarımda ruzigârı esecekse ılgıt ılgıt,
bütün ışıkları (soluk alımına) kapatmak;
yeniden ölmeğe en sevdi halimle kucak açmaktır,
ve ölümsüzlük toprağında, ona sarılırcasına
o büyük yenilgiye uçarayak koşmaktır.

/ y e n i l m e k; /
/ y o k s u l y ü r e k s o f r a m a f a z l a d a n /
/ b i r t a b a k d a h a k o y m a k t ı r./

Gürkal Gençay
07.Temmuz.2000
Deniz Köşkleri - İstanbul

İşbu Şiir Şairinin Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 468799125558
******************************************************************************

Gürkal Gençay
Kayıt Tarihi : 2.6.2006 21:56:00
Hikayesi:


* http://www.trtube.com/hozan-besir-munzur-75861.html KENDİMİ İHBAR EDİYORUM Bir dilin bütün sözcüklerini kullansam seni tarif edemeyeceğimi biliyorum. Ulaşılmaz oldun hep; dokunmak, hissetmek ve dolu dolu yaşamak isterken seni, payıma düşen her şeyi erteledim. Ama erteleyemediğim bir şey vardı, sana benziyordu. Su olsan dokunduğumda bozulurdun, bozulmayan bir “şey”din… Gidilecek bir yer olsa sonu olurdu, sonu olmayan bir “şey”din… Uykuda görülecek bir rüya olsa uyanırdım, beni rüyamdan uyandırmayacak bir “şey”din… Simsiyah saçların olsun istiyorum, ama bahtın değil… O gün seni gözlerinden, Anafatma’dan, üç ırmağın birleştiği yerinden öpeyim desem, aklına ırmaklar gelir. Düşün ki yılan dağından aşağı iniyoruz ve dünyada sadece iki kişilik türkü kalmış, onu söylüyoruz. Öyle bir “şey”sin sen… Seni düşündükçe yoruluyorum desem dünyanın en büyük yalanı olur. Yalanım yok… Bu günden yarına ne kalır bilmem, ama sen kalırsın tıpkı yatağı değişmeyen bir ırmak gibi… Yaşadıklarımız azdı, zamana sığmadık yaşamak isterken her şeyi. Bugün şarkı söylüyorsam, o gün şarkı değil, şarkı gibi seni yaşamak isterim. Halkıma benziyordun, bir yanın göç, bir yanın toprak kokuyordu hep. Gezmediğim yerin kalmadı, bazen yasaklandın bana, bazen suç gibi boynumda taşıdım seni. Yedi telli sazımla bile tam anlatamadım. Sen bir uçurum gülüydün, ellerimi her uzattığımda bin kırıkla geri döndüm. Yasaların bile tanımlayamadığı bir “şey”din sen. Haritalara sığmazdın, her ülkede bir başka gülüyordun, uzundun, inceydin, dokunduğumda nereli olduğumu seninle hatırlardım. Bana hep kendimi hatırlatan bir “şey”sin sen… Uzaksın, yakınsın, özlenensin ama bugün değil, yarın gibi bir “şey”sin sen… Bugün her şeyi değiştirmek için çabalarken, sen değişmeyen olarak duruyorsun karşımda. Kabul ediyorum. Dünyaya bu kalsın ama sen bilme… Dünyada kaç iklim, kaç zulüm, kaç ölüm var? Bir seni bunların karşısına koymak nasıldır bilemezsin. Bilme! .. Bugün her ölümle biraz ölürken, seni düşündükçe hayata dönüyorum yeniden. Gecenin en karanlık yerindeyim, bir sigara ateşinin aydınlattığı kadar ışık bile olsan yine de istiyorum seni. Sadece benim seni anladığım, kimsenin unutmamak için defterine not düşmediği ama hayatımda hep bir dipnot olarak kalan kendi yasaklarım gibi unutmuyorum seni… Dağları delmiyorum, inmek istemiyorum oralardan. Hepiniz gibi aynada saçlarımı taramak, “günaydın” der gibi sokağa fırlamak ve şarkı söylemek istemiyorum... Adına AŞK diyorlar, gelecek diyorlar… Bana yetmiyor. Her şarkımda sana bir adım daha yaklaşmak istiyorum. Bir başka dilden seviyorum, kırmızıdan daha uzun… Gelincikler gibi bir mevsim değil, dört iklim, köşe bucak, kim ne derse desin geri dönecek yerim yok, bir kentin ortasında çığlık çığlığa bağırarak tek başıma kalsam da yine seviyorum seni. Bu bir suç duyurusudur, kendimi ihbar ediyorum… (Kaynak: dıren) __________________________________________________________ HAYAT Hayata dair... Munzur kadar serin... Kireç kuyusu kadar hareketli ve derinim sana karşı... Seni yaşamayı tarif ederken “çok zor” diyorlar hayat: Gel de bir de benim derinliklerimde yanan ateşin gücüne bak... Benim alazımda yanmaktan daha mı zor seni yaşamak; hayat? Değilsin! Ne zorsun ne de çekilmez! ... Hatta bazen öyle basitsin ki! Acıyorum benim elime düşmüş haline senin! Elime düşmekle kalmıyor bazen bazı yönlerin, birde dilime düşüyorsun zaman zaman! O nedenle hiç iflah olmuyorsun bende! Yanmışsın sen... Her daim bana palazlanan yangının elinde... Hayat; “yaşanmaz” diyorlar senin için, yaşanası yalnız gecelerde; Değilsin hayat... Gel bir de benim içimin yangınlarına bak. Serseri nefesim derbeder, tarumar avuçlarım yangınkarası dehlizlerimde... Hayat; yaşamın bir diğer adısın sen, etimi kemiren tutkudan daha mı zor seni yaşamak değilsin “hayat”... Gecenin bu titrek saatinde; ..yarsız olmak... Seni yaşamaktan bin beter zor be; hayat... (Kaynak: dıren) __________________________________________________________ BEN DELİYİM Ben Deliyim Yorgun ve Yalnızım Kaldırımlara Misafirim Gecenin Gözleri Üzerimde Denizin Ortasında Küçük Bir Adayım Yüzme Bilmem Yüreğimi Bir Yere Bırakmışım Bıraktığım Yerden Çok Uzaktayım Kapıları Üstüme Kapatmışım Üstüme Sürgüleri Beynime Çekmişim Hey! Sabreden Derviş Bana da Sabretmeyi Öğretsene Ben Deliyim… Ama Çok Şey Bilirim Renkler ve Zevkler Bir şey İfade Etmez Benim İçin Sonların Başladığı Yerden Başlangıçların Son Bulduğu Yere Gidiyorum Kara Bir Tren Gibiyim Yani Bir İstasyondan Bir İstasyona Hep Aynı Raylar Üzerinde Ben Deliyim… Yağmurun Yağması Benim İçin Romantik Değil Ben Kurşun Yağmurlarını Bilirim Benim Güneşim Batmaz Dünyam Dönmez Ayım Hep Mehtap Halindedir Rüzgârlarım Doğudan Eser Kadehime Doldurduğum Hüzün Sarhoşuyum Mezem İse Bir Dilim Umut Ezbere Bilirim Yaşamayı Yaşarken Savaşmayı Ben Deliyim… Benim Mevsimim Değişmez Sadece Bahardır Kuşlardan Sadece Güvercini Bilirim Yüreğim Kanatlarıyla Beraber Çarpıyor İnsanlardan Sadece Çocukları Severim Onları da Büyüyünceye Kadar (Kaynak: dıren) __________________________________________________________ DERSİM... DERSİM... “İçeri”den yeni çıkanlara sorulur hep; “çıkınca ilk yaptığın şey ne oldu? ” Benim çıktıktan sonra ilk yaptığım şey, cezaevinin köhne kapılarını arkamda bırakır bırakmaz, cezaevinin dış kapısı önünde beni bekleyen arkadaş ve yakınlarımın, gardiyan ve askerlerin şaşkın bakışları altında, cezaevinin dış bahçesindeki toprağın üzerinde dakikalarca durmak oldu. Toprağı, toprağa basmayı, toprak kokusunu özlemiştim. Yıllarca demir ve beton kafeslere kapatılmış olmanın, yağmurdan sonra uzaklardan gelen toprak kokusunun ve yüksek duvarların görmemizi engelleyemediği gökkuşağının, büyüttüğü bir özlemdi bu… Ama toprak, asıl, Dersim demekti benim için… Yıllar sonra, 2003 yılının yazında, Dersim’e geldiğimde; o dağlar arasındaki küçük kent, insanlar, mimari estetikten yoksun yapılaşma ve tabii ki Munzur ve tabii ki Düzgün Baba ve tabii ki, ancak bir yıl sonrasında gelebildiğim Ovacık, Munzur Gözeleri, her şey ama her şey, benim için bir ömür dolusu birikmiş hasretin tarifi mümkünsüz karşılığı, büyülü, düşsel bir tablo gibiydi… “Bugünleri görmek de varmış”… Dersim'e ilk geldiğimde, bütün varlığımla bana hakim olan duygu bu idi; bugünleri görmek de varmış… Ve ölen arkadaşlarım. Ve halen içeride olan arkadaşlarım… Yaşadığım heyecan ve duygu karmaşası içerisinde öne çıkan, hasret ve buluşma idi. Hasret, boğazıma düğümlenmiş bir yumruk gibiydi. İçimden bir önü alınmaz isyan gibi yükselen ağlamak isteğine kendimi koyuverdiğim yer, Halvori Gözeleri oldu. İnsanlarımızın topluca katledildiği yerlerden biriydi Halvori. Orada ne kadar ağladım bilmiyorum; gözyaşlarım Munzur’a karıştı, Munzur ruhuma… Ağlamak arındırır mı insanı; sonrasında galebe çalacak olan “hayat” ise… Düzgün Baba’ya ilk tırmandığımda, yanımda yürüyen bir babanın, yorulmuş küçük çocuğuna, “yürü oğlum, ha gayret” dediğini duydum, “Düzgün Baba güç verecek sana”… Bu sözler bana da güç vermişti. Pülümür Vadisi’ndeki bir yakılmış köyde, bir yaşlı amcadan dinlediğim Güneş Duası ve Metin Kahraman'ın, o zaman hazırlıklarını sürdürdükleri dualar, semahlar, beyitler çalışmaları hakkındaki anlatımları, Dersim'e dair yaşadığım duygusal kabarışı daha da zenginleştirmişti. Bunu, o dönem yazdığım gazetedeki köşemde de dile getirdiğimi hatırlıyorum. Ya tija mohemed Hometa xore wayiren bike Rave cirane more bide Teyr u turre bide Kose jude ki mare bide. Güneşin, dağların, suların, özgürlüğe yazgılı ülkesi Dersim, tanımsız acıların da vatanıydı. Kuşaklar boyu beraberimizde, varlığımızda taşıdığımız o acılardı, özgürlük tutkumuza vurulmuş prangalar misali. Ben annemin, babamın, dedemin, nenemin, büyüklerimin yani, mutlu, sevinçli oldukları bir tek gün dahi bilmiyorum… Onlar, güldüklerinde dahi, gözlerinin derinliklerinde acılı tarihimizin izlerini taşıyan hüzün pırıltılarıyla beraber gülerlerdi… Benim Dersim'e dair taşıdığım bilincin ilk ve en büyük öğretmeni, babamdır. O karanlık 12 Eylül yıllarında, cezaevi kapılarında oğullarının direnişine sessiz gözyaşlarıyla omuz veren babam… Onunla son görüşmemizde, görüş yerine, yarı çıplak vaziyette, arkadaşlarımın omuzlarında gelebilmiştim. Tek tip elbise dayatmasına karşı, direniş halindeydik. Onun zihnindeki son fotoğrafım, bu oldu. “Baba, bizi teslim almak istiyorlar, onurumuzu, kişiliğimizi yok etmek istiyorlar. Ölsek de teslim olmayacağız” dedim ona. O, bana asla başka bir telkinde bulunmadı. “Açlık grevini bırak” veya bunu ima edecek herhangi bir şey, demedi. “Memlekete dön, burada ne yapacaksın ki” dedim. “Dönmeyeceğim” dedi… Sonradan öğrendim; her sabah cezaevinin kapısına gelmiş. Oturmuş bir köşede. Açlık direnişimiz bittikten sonra dönmüş memlekete. Ama onunla bir daha görüşemedik. Tecritteydik. Yaşadığımız zulme daha fazla dayanamayıp, beyin kanaması geçirerek son nefesini verdiğinde, adımı andığını öğrendim çok sonraları; “o daha çok küçük” demiş… 17 yaşında düşmüştüm mahpusa. Metris'teydim… Büyüklerimizden katliam anıları dinleyerek büyüdüm ben de, her Dersim’li gibi. Nenem, çenesinin altında bir mermi taşıyan dedem, annem, bize 38’leri anlatırken, o, babam, sadece susardı. Gözleri bir noktada sabitleşirdi. Kaçak tütününden derin nefesler çekerdi. Gözleri dolardı. Ama hiç konuşmazdı. Onun suskunluğundan çok şey öğrendim ben… Yönünü rüzgarlara vermiş çocuklardık; ve rüzgarlar, özgürlüğe dair tutkularımız yüklüydü kanatlarında. Ve Dersim Dersim sevda… Dersim; bitmeyen hasretimiz, sevdamız, şiirimiz, türkümüz ve yürüyüşümüzdür. Yeniden bizim rüzgârlarımızı estirmek, başka rüzgârların şaşkın belirsizliğinde yitmemek için… (Kaynak: dıren) __________________________________________________________ * DERSİM DÖRT DAĞ İÇİNDE http://video.mynet.com/ghost_winde/ERKAN-OGUR-DERSIM-DORT-DAG-ICINDE/95334/ Dersim dört dağ içinde Gülü bardağın içinde Dersimi hak saklasın Bir yârim var içimde N’oldu agama n’oldu Gül benzin sarar soldu Ağam burdan gidelim Bu yerler viran oldu Perteyin altı kelek Dersimin altı kelek Pertege gidek gelek Elim elinde olsun Kapı kapı dilenek N’oldu ağama n’oldu Güldü sararıp soldu Ağam burdan gidelim Bu yerler viran oldu ____________________________________________________________________________________________________________________ http://video.google.com/videoplay? docid=-1128542384358365836# Mikail Aslan - Desa Guresa * BİRLİK ZAMANI DERSİM.../ Nice Padişahlar geldi cihana İlim almak için düştü gümana Her bir çesit atmış bir yana Kesilmemiş qal u qırı Dersimin Bismillah diyelim haktan inayet Ta ezel mazarı ihsanı Dersim Muhammet Mustafa şahı velayet On iki imamın lisanı Dersim Ceddimiz şah Hasan, şahı Horasan Himmeti bizlere olmuş sayeban Ikilik Perdesini atalım hemen Birlik makamıdır zamanı Dersim —Ahmet Aslan —

Gürkal Gençay