0009. Butimar'ın ÖldüğüYer I Kavurma B ...

Gürkal Gençay
85

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

0009. Butimar'ın ÖldüğüYer I Kavurma Bayramı

(bir of! çeksem...' diyor stran'lar...' // bir of! çeksem, karşıki dağlar yıkılır / bugün bayram günü, canım sıkılır./ ellerin mektubu gelmiş okunur / benim yüreğime hançer sokulur.// ey! dengbej; / yalnızca bana söyle sözü köz eyleyen türkülerini /..bir bana söyle! ../ anne kaybetmişim en sevdiğim mevsimde.../ bugün bayram günü, canım sıkılır! ! ! // bayramlar; / o, yalnızca çocukları kandırır...)

Sabahın alaca karanlık vaktinde
Ağladı kuzular.
Devriliyordu anaları tekbirle;
İniyordu peşpeşe keskin bıçaklar,
Yalvaran yakaran seslerine
Ezan vaktinde sabahın

Kaybolup gitti analar.
Ardında;
Ruhu alevler içinde,
Acılarını suskularla anlatan
Kuzucukları kaldılar.
Uçurumlar daha da derinleşirken,
Renkleri solarken gökkuşağının
Torbasında bayram biriktiriyordu insanlar! ..


Gürkal Gençay
31.Mart.2006.Cuma
Deniz Köşkleri - İstanbul
*Akrostiş: Sadiye Karakurt'a

İşbu Şiir, Şairinin Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 474655281185
***************************************************************************

Gürkal Gençay
Kayıt Tarihi : 10.6.2006 21:56:00
Hikayesi:


Ekoloji üst başlığının alt gurupları da var... Çok geniş bir konu çünkü çevre bilimi... Ve her geçen gün yeni yeni gelişmeler ile karşımıza çıkıyor... Bu alt guruplardan bazıları; Karma ekoloji, Tür Ekolojisi, Su altı Ekolojisi, Derin Ekoloji vs. gibi başlıklarla tanımlanıyor... Kent Ekolojisi de bunlardan biri... Yani yaşadığımız şehirlerin, köylerin sokaklarında yaşayan tüylü dostların kentsel yaşama sundukları katkının analize edilmeye çalışıldığı bir bölüm... Duraktaki köpek gibi mesela... Kent hayvanlarıyla ilişkileri biraz daha sıcak insanoğlunun... Müspet ya da menfii... Daha bir haşır neşir, daha bir karmaşık... Gün oluyor seviyoruz, okşuyoruz başlarını... Gün oluyor taş atıyoruz, tekmeliyoruz... Ya da belediyelerce öldürüyoruz... Yaralarını “yara bant”ıyla otamaya çalışıyoruz... İstikrarsız bir sevgi nümayişi içinde bıraktığımız bu dostların inatla bizlere yakınlaşma isteklerini büyük bir miyoplukla ıskalıyoruz... Onlarla ilişkilerimizi salt kendi halet-i ruhiye’miz, salt kendi duygularımız üzerinden kuruyoruz... Eşref saatimizdeysek “seviyoruz” – Eşşek saatimizdeysek “sevmiyoruz...” (Burada gerçek eşekleri tenzih ediyorum...) İnsan öldürme ile hayvan öldürme arasındaki sınır yalnızca bir adım... Bunun için bu dünyada savaşlar var... Kendi türünden olmayan bir başka canlının canına kıyamayanlar, asla savaşamazlar... Daha önceden hiç tanımadığı, görmediği ve bir husumet yaşamadığı türdeşlerini vuramazlar... Kendi dilini konuşmayan bir başka canlıyla anlaşanlar, aynı dili konuştuğu türdeşleriyle de mutlaka anlaşırlar... Ama bunun için sevmek gerek... Sevgi dolu olmak gerek... Ama, bunun için de mangal gibi bir yürek gerek... Savaşanlar, dövüşenler ve öldürenlere bakın... İnceleyin onları... Hepsi yüreksizdirler... Bir ürkü şatosunun taş odalarında ellerinde güvendikleri ölüm makinesiyle korku içinde beklemektedirler... Korkaktırlar... İnsan korktuklarından kaçarmış... Korkmuyorsanız; kaçmazsınız... Öldürme, yok etme, öteleme, iteleme planları yapmazsınız... Sevgi... Anahtarımız bu... Bunu bilmediğimiz için; Savaşır gibi sevişiyoruz, sevişir gibi savaşıyoruz... Bahaneler arıyoruz... Ve dört ayaklı sevgi neferlerini bir otobüs durağında bir dost elin uzanma beklentisine mahkûm bırakıyoruz... Çünkü, kendimizden başkasını da sevmiyoruz aslında... Ve sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi, büyük bir hırsı beynimizin yerine koyuyoruz... Ve o yaklaşımla düşünüyoruz/ yaşıyoruz... Belki de kendimizi bile sevmiyoruz... İtiraf edemediğimiz bir gerçektir bu kendimize; itiraf etmekten kaçındığımız... Aslında o otobüs durağında uzanacak sevgi dolu ele başını uzatan bizleriz... Sevgiye aç bekleyen... Bizleriz... Belki de başını uzatması gereken... Karnımız tok, sırtımız pek belki... Ondan belki simide yüz çevirmemiz... Belki de kıvrılarak içimize, kendimizle yüzleşmekteyiz...

Gürkal Gençay