(ey! bâb-ı kéramet'e gadr eyleyen fecr mâliki; / ey ölüm! ../ rü’yet ile görmüş etmişim; ki sen yanlışsız okursun içimdekileri.../ rahle rahle kreylemişim âlî divânını; bilmişim.../ ol mualla-î târik kapıda bekler amma ve lâkin gidemem teşrinisani zamanı hiçbir yere... / ayazdır... // ve bildiğim bütün iklimler halik-î gümrah'tır.../ bizi bize bırak... // çûn ki nâr-ı tamuğ'a düşmüştür vücud çokça zaman / ve fecr'in iki imdat ateşi gibi yandığı ayn, / sevgilinin gelişiyle sağ ve de esendir...// bizi bize bırak; / ki bu teganni, bu şükr, bu hamd û sena senindir! ..// coğrafyası yeni, tarihi kadim bir rivayetim... / gidemem, gitsem varamam.../ budur ölüm yürüyüşünde yol gayb etmiş dérvîşin son sözü! .. / vesselâm.)
yitik gelincik türküsüyken sultan munzur diyârında
karnı burnundadır yaralarımızın izini ele veren zamanın,
ve sözümdedir / feyz-i akdes ile uçan umut yaralı kuşlar...
/ o vakit nevâziş ile an! /
sakınmadıkları sözünü onun sonsuzluğunda biriktiren çocukları...
ve bir ağıt söylencesinde dem tutan mısrî kızlara
inkârın, tahnit edilmemiş ceset ağırlığıyla, / gülsüz diken uzatma.
ayruksı iklimlerin çoğalan tahammülleriyle
kulağına mahşer öyküleri fısıldayacağım,
isa’yı alacağım mazârrî i’tikad’ın çarmıhından.
ki bir sürekli yolculuk halinde zıtlıkları birleştiren âşk gibidir ölüm
ve göklerde ekin biçenlerin hasat türküsünün adıdır ölüm;
''..sen; saçakaltındaki! ..''
düşlerini ağrılı yurda uzatanlara, / hayatı anlatma...
/ ey ölüm, ey âzîz ittiba; sen ne güzelsin.../
kentin yağmur yemiş caddelerinde söylerim bu türküyü satır satır
zaman û mekândan teberri olunmuş bedr ışkıyla
bir fasıl hanendesi seslenir / de, öylece hatrımızda kalır,
yol vakti, geçerken bir yanlış sokaktan hatıralar
silûeti bilincime âşkın yıktığı hüzn içinde
mélâl ile kendine çalar kırık dökük kürdî şarkılar.
ve sonra ay'ın değirmisinden bir “acı çiğdem” tebessümü sızar
iç çekişir zamanın zamana tecelli eden imgesi,
Ay Güneşe yorgun, Mehtap sarı sonbahar.
mar û yılan olmuş toprağına âşık sellukalar
“bu ne ezadır, ey! ..” / zehrini içime akıtan bu kahr nedir
meryem’in dişlerinden verağ ile sızan kösnül pırıltıda
gizli derd biriktirir düşgelmiş hüsn-ü yazılar
ne âşk ile secd eden yâr bakar evime, ne gayr ile ağyar
kutsal kan’ın, tûva’yı bahr’eyleyen amentüsüyle
setr eder ruhumdan akan sancılı yaşları
kıyamet güncesinden geçerek, mülteci filikalar...
geldiği ülkeye geri dönen kuşların tutsak düşlerini
azad'ediyorum çöl rengi karanlıklara,
/ Lûtf(il) en, göğün kara atlasını daha fazla yırtma tanrım! ../
yoksa, gecenin ağırlığıyla ezilecek bütün sular
aynaya; “verdikleriyle” bakan ganî gibi, /dağıtıyorum
buluta hasret şûara üşümüşlüğümü
uğursuz ölümler patikasında adımını yitirirken gülüşüm
bir girdap içinden kanatlanır, okunmamış mektuplar.
tagyim içre vaveylâ-ı kuşluğu sorgular celâlî bir gün,
tarlalara meserret ile sınır çizerken altın gözlü papatyalar
kıtmir’in yedi uyur düşlerinden her uyanışımda
korku kılığına girmiş bir sev(g) isizliği taşır yatağına dargın rebi’
o vakit yanağımı okşar bir yoksul seyr-î murâdî
ve fırtınada kayıp gemiler çizen pusulalar.
(sokak lezzetlerinin sürûruyla, mevsimleri yanında götüren bir çocuk olmayı düşlerken)
acılar cemi’nde yaralarımı söylerim şems-î muharrem’e
ve bir isim ararken bu anlamsız yenilgiye
Ay Güneşe yorgun, Mehtap sarı sonbahar...
(kendi bana uzak, hayali yakın sevgiliye,/ demeliyim ki hasret büyütüyorum sana, hasret ki demlenişidir sabrımın; soluk alışlarımda demlenir, bağrıma sığmaz olur, taşar babımdan sokağa, karışır yaşama... sonra kâh bir gülüşte bulurum yüzünü, kâh bir çocuk ürkekliğinde.
kemale ermiş suretin, kırılgan bir çocuk oluverir içimde: sen şimdi bir çocuksun, bağrımda büyüyen.../ biliyorum ki sevgili, düş değil gerçeksin, gündoğumlarım, sabahın şafağıyla usul usul evime süzülenim, sıcak ekmek buğusuyla soframda duranımsın... ve bugünlerin adını hasret koydum, biliyorum ki, kavuşacağız yakında.../ ey sevgili, sanma ki hep dayanılmaz kederin ve hasretin türküsünü söylerim, bu yalnızca özlemle kuşatan hüzne söz geçiremediğim zamanlarda böyle, o günler gelecek… bilirim ki sende bana gönül gülistanında bir gülün şarkısını söylersin... seni şarkılar gibi söyleyeceğim günler gelecek sevgili.../ ama sevda; gülden kokuşlu, uğruna dağlar delinen sevda asla umutsuzlukları barındırmaz içinde, gülistanlar taşır içinde, üzerindeki çiğ damlalarına nasıl gülümserse bir gül, sende öylesine gülüşlerini bırakırsın yüreğime…/ en sevgili, biliyorum ki hiç hiç tükenmeyecek nehirlerdir,.. rüzgâr ve denizlerdir, yakamoz ve yıldızlardır, vardır ve olacaktır sevda hem de yanı başımızda ki sevgiler yanı başında olduğu halde, hiç yaşamayan, sevmeyi bilmeyen insanları gördükçe bizim hiç ayrı olmadığımızı görüyorum ve yine biliyorum ki asıl uzaklıklar insanın içindedir…/ sevdiğim, bitimsiz sevmelerin sıcaklığı ve ellerimin avuçlarında terlediği günlerin umuduyla ve hasretle kucaklıyorum kucaklıyorum seni.../ iyi ki varsın; varlığına hayat verene borçluyum! ..) [1]
Gürkal Gençay
13.Eylül.2006.Çarşamba / S – 10:47
İstanbul - Deniz Köşkleri
[1]Songül Düzgün
İşbu Şiir Şairinin Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 544409125388
***************************************************************************
Kayıt Tarihi : 23.9.2006 04:01:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
* Kendi bana uzak, hayali yakın sevgiliye, Demeliyim ki hasret büyütüyorum sana, hasret ki demlenişidir sabrımın; soluk alışlarımda demlenir, bağrıma sığmaz olur, taşar babımdan sokağa, karışır yaşama... Sonra kâh bir gülüşte bulurum yüzünü, kâh bir çocuk ürkekliğinde. Kemale ermiş suretin, kırılgan bir çocuk oluverir içimde: sen şimdi bir çocuksun, bağrımda büyüyen... Biliyorum ki sevgili, düş değil gerçeksin, gündoğumlarım, sabahın şafağıyla usul usul evime süzülenim, sıcak ekmek buğusuyla soframda duranımsın. Ve bugünlerin adını hasret koydum, biliyorum ki, kavuşacağız yakında... Ey sevgili, sanma ki hep dayanılmaz kederin ve hasretin türküsünü söylerim, bu yalnızca özlemle kuşatan hüzne söz geçiremediğim zamanlarda böyle, o günler gelecek… Bilirim ki sende bana gönül Gülistanında bir gülün şarkısını söylersin,..seni şarkılar gibi söyleyeceğim günler gelecek sevgili... Ama sevda; gülden kokuşlu, uğruna dağlar delinen sevda asla umutsuzlukları barındırmaz içinde, gülistanlar taşır içinde, üzerindeki çiğ damlalarına nasıl gülümserse bir gül, sende öylesine gülüşlerini bırakırsın yüreğime… En sevgili, Biliyorum ki hiç hiç tükenmeyecek nehirlerdir, rüzgâr ve denizlerdir, yakamoz ve yıldızlardır, vardır ve olacaktır sevda hem de yanı başımızda ki sevgiler yanı başında olduğu halde, hiç yaşamayan, sevmeyi bilmeyen insanları gördükçe bizim hiç ayrı olmadığımızı görüyorum ve yine biliyorum ki asıl uzaklıklar insanın içindedir… Sevdiğim, Bitimsiz sevmelerin sıcaklığı ve ellerimin avuçlarında terlediği günlerin umuduyla ve hasretle kucaklıyorum kucaklıyorum seni... İYİKİ VARSIN; VARLIĞINA HAYAT VERENE BORÇLUYUM... -Songül Düzgün- 09. Kasım. 2009.Pazartesi, Saat: 19.59
