00 Asuman’a Postkoçaklama

Ahmet Yozgat
2011

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

00 Asuman’a Postkoçaklama

“Kara Göründü”mü, Görünmedi mi?
1/:
Alt ucunda yaşardık ben ve on ikinci Şıkhabettin,
Aşkı ve senin mavi tarihini Asuman...
On ikinci Şıkhabettin ki son hanedanın son temsilcisi,
Yani bir prens, defne dallı harmani giymese de,
Yaman muharip...
*
Biz bulmuştuk harmaniyesizliğin de çaresini,
Bir firavun pelerini gibi bürünmüş olurduk bir uçtan bir uca seni,
Saçların öyle yakardı ki genzimizi,
Arada bir, bir tas Akdeniz suyu alıp dikerdik tepemize.
Saltanat iksiriymişçesine...
Babalarımız: “yandınız şerefsizler,” diye laf atardılar.
Karakıtadan bize bakardılar kara ve aç bebeler,
Bel bel ve anlamsızlıklar kuyusundan...
*
İster misin Asuman,
Alevlerinin üzerine organik hortum tutmayı?
Sen istemesen de biz gavur gibi isterdik...
Pantolon cebimiz delik,
Elimiz delik cebimizde,
Avare avare dolaşırdık eteğinin altında...
Alaya alırdı beni ve Şıkhabettin’i yüzündeki sarışın boncuk,
Ve bilcümle yalancıları maviye düşman lordların.
Arada sırada piramitler bir adım daha ilerlerdi,
Atlantis kıtasının geniş açılı güney körfezine doğru.
Biz, yani on ikinci Şıkhabettin ile ben bir adım gerilerdik.
2/:
Ufuklarının gerisinde ise temelleri kalırdı içrek düşüncelerimizin
Kuru ve harçsız taşlarla örülürdü seni tutan direkler.
Alnımızdaki içrek düşüncelerin kesafetine bakarak,
“Sahte mi elinizdeki fermanlar? ” diye sorardı firavun atlıları,
Ve Biritiş Mözyumdaki kahverengi artıkları.
Oysa herşey olabildiğince hakikat,
Olağan altıydı sonuna kadar...
*
“Nerede şimdi o genç Hibor çağı yaratıkları? ”
Son sorusuna cevap veremezdi,
on ikinci Şıkhabettin’in,
Bin dokuz yüz seksen dokuz takviminin arkaik bilgeliği.
“Takip edin beni! ” diye anırırdı bütün insan gibi konuşan eşekler,
Asya kıtasının arkasında oyalanan yaramaz sıpalarına,
Yani Şıkhabettin ile bana.
Sonra çayırlar görünürdü on bin fit altında Asuman...
Yeşil bir Şekerahmet tablosu gibi.
On ikinci Şıkhabettin ve ben ve biri daha ilerlerdik,
Gözlerimizi tavanına dikerek...
3/:
Bir genç Beluci kadın olurdu önümüzde çoğunlukla,
Oysa gerek yoktu ki herhangi bir kılavuza...
O madımak hayranıydı.
Bulunca “otlu, sulu bir dere” dururdu...
Ama ben ve Şıkhabettin çayırın çıkışına doğru yürürdük.
Zulumatı gaflet hala vefiyatın önünde bekliyor olurdu,
Beluci boyuna madımak doldururdu avurtlarına.
Firavun atlılarına harami izlemek kalırdı çölün gözünde,
Bir de av olmak eski hükümdar öldüğünde,
Yeni kralın sivri dişli kurtlarına...
*
Yani analar anası Asuman...
Senin sarışın kızlarının alnına dökülen kahkülleri,
Bizim döşümüze sıçrattığımız da,
Soluk benizli tekel birası lekeleriydi her daim.
Akşamın hafif esintisinde yazardık postşiirlerimizi,
Şıpır şıpır bir ispanyol kadırgası misali yalpa yapardı dizeler,
Sen bize celallenir yıldırımlar atardın,
Amma koçak kadındın be Asuman...
Biz sallanırdık kendimizden geçmişçesine.
*
Kadırganın nöbetçi çanaklığında on birinci Şıkhabettin’in silueti,
“Kara göründü,” diye bağırırdı tabii ki Portugal lisanıyla.
Güvertede ise güya alesta bekleyen,
Sarhoş ve Pireli Urum izbandutu doğrulurdu yerinden,
Kaptan ağzında kalan “kutup yıldızı” kırıklarını,
Mavi maşlakhasının yenine silmiş olurdu...
(Anlaşılan o ki) fırtına geliyordu...
4/:
On ikinci Şıkhabettin’in dili yanardı.
Ben öylece dalardım senin engin eteğinin altına
Fırtınadan kurtuluşun başka yolları da vardı oysa,
Ama kaçardık biz en kolayına...
*

Ahmet Yozgat
Kayıt Tarihi : 20.4.2006 14:53:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ahmet Yozgat