H Ü L Y A
Pencerelerde, bulutların gözyaşları var. Kirpiklerini indirip, kaldırarak, işaret verir gibi, ışık – ışık gökyüzü. Hüzünlü mırıltılarda bulutlar. Bu mevsimde, göze alamıyorum, sırılsıklam ıslanmayı. Biliyorum, çok çılgınım. Ama hastalanmamam gerek. Alanyada yağmur harika. Gördüğüm, yaşadığım hiçbir yere benzemiyor bu yağmur.
Joy Türk dinliyorum. Ve yağmuru değil de, 10 yıl geriye gidip, bir anımı anlatacağım. Gerçek ismini vermeyeceğim arkadaşımın başına gelen, insanlık yaralarından birisi.
Hülya, benden bir yıl sonra gelmişti, kaldığım Rehabilitasyon ve Eğitim Merkezine. Boncuk mavisi gözleri, dalgalı uzun saçları, uzunca boyu-dolgun vücudu ve tatlı yüzüyle, güzel bir genç kızdı.
Benim gibi sıcak, cıvıl cıvıl olduğundan, hemen arkadaş olmuştuk. Bahçede geziyor, atölyelerde çalışıyor, salonda oturuyor, bazen de, birbirimizin odalarında söyleşiyorduk.
Onda, dikkatimi çeken bir şey vardı. Sık sık, ağlama krizlerine tutuluyordu. Soruyordum, “ Niye ağlıyorsun? ” diye. Hep geçiştiriyor ya da susuyordu. Israr etmiyordum. Saygı duyuyordum.
Bir gün, onun odasında baş başayken. Onu bunalıma sokan, ağlama krizlerine neden olan, korkunç sırrını anlattı. Öz babası, çok küçüklüğünden beri, cinsel tacizde bulunmuş. Ablalarıyla, ilişkiye bile girmiş. Ablaları, korku ve utançtan hep susmuşlar. Hülya, biraz daha cesaretli olduğundan, annesine söylemiş ve epey dayak yemiş. “Nilgün abla, annem biliyor ama ses çıkartmıyor.” Dedi.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla