İnanç, yeryüzünde yaşayan varlıkları, canlılık topluluğunu kırmamalı, her biri, birinden birşeyler almalı, bir damak tad bırakmayacak; felaket tellallığı ancak yokluğun habercisi olabilir.
..
Sarp, kurşuni kayalıkların üstünde durup doğal bir zümrüt taşı gibi parlayan denize bakarken zihnimizi kamaştıran düşünce parçacıklarının tutsağı olduğumuzu düşünüyordum. Etrafımızda gördüğümüz her yeni görüntü, nesne, ses insan bize diğerlerini hatırlatıyordu. Sadece uzaktan boğuk bir keklik ötüşünü duyabildiğim dik yamacın kenarında durup ıssızlığı dinlediğim o birkaç dakika içinde, geçmişten, gelecekten kopuk ‘özgür’ bir hayat sürdürememenin ne kadar zor olduğunu hissetim. Dünya susmuştu. Böcekler bile çıtırdamıyordu. Fıstık çamlarının, fundalıkların, yabani fıstık ağaçlarının, katırtırnaklarının, vahşi kırmızı gelinciklerin arasından geçip deniz kıyısına yürürken hep o kadının yüzü gözümün önündeydi. Romandan uyarlanan film nedeniyle John Fowles’un gizemli karakteri Sarah Woodruff’u canlandıran Meryl Streep’i uzun, siyah kıyafetiyle, soluk yüzüyle gördüm. Mavimsi kayaların üzerinde, Manş Denizi’nden gelen rüzgârlara karşı durmuş, patlayan dalgaların arasından güneşin erittiği ufka bakıyordu. Hiç gelmeyecek olan bir adamı bekleyen, mutluluğunu kendini anlamamasına bağlayan, utancıyla evlendiğini söyleyen esrarlı bir kadındı o. Fowles’a göre melankolinin kucağında huzur bulabilen Sarah, insanları görünmek istedikleri gibi değil, oldukları gibi görebiliyordu.
Yazarın en çok sevdiği karakterlerinden biri olan o kadını hatırlamak biraz ruhumu sıkıştırdı. Yıllar evvel kitabı okuduğum döneme ait sisli bir geçmişin içinde kayboldum bir süre. Kitabın eski bir baskısını hediye eden arkadaşım benden epeyce büyüktü. O yıllarda bazı kitap kapaklarının fotoroman gibi yapıldığını keşfedince epey gülmüştüm. Okuyunca kitabın edebi ağırlığıyla hiç örtüşmeyen romandan hafızamda kalanların beni değiştirdiğini, ‘inanç’, ‘tutku’, ‘ahlak’ gibi kavramları tekrar sorguladığımı hatırlıyorum. Büyük romanlar, filmler biraz böyle değil midir zaten? O kitabı okuduktan, o filmi izledikten sonra hayatın artık eskisi gibi devam edemeyeceğini içgüdülerinizle anlarsınız. Kitap sizi içine alabilirse etkisinde kaldığınız o ‘hayaletlerden’ ömür boyu kurtulamazsınız. Charles gibi ‘yasak’ bir kadının peşinden giden inançlı bir erkek ya da tutkuları yüzünden günah işlediğini düşünen bir kadın olabilmek, bildiğiniz hayatın dışına çıkmak, sizi tanıyan ‘sıradan’ insanlardan bir süreliğine uzaklaşmak, onlar gibi unutulmayan ihtişamlı kahramanlar olmak istersiniz.
O İRLANDALI KADINI KISKANDIM...
Yazar, kurguyla gerçeğin ahenkli uyumuna inandığı için son yıllarını yaşadığı Lyme Regis’de bu romanı yazarken Sarah’ya benzeyen bir karakter arayıp durmuş. Sonra o aradığı ‘hayaleti’ Essex’te bulmuş. Roman taslağını anlatmak için tanıştığı İrlandalı kadını kıskandım doğrusu. İtiraf etmeliyim ki bazı istisnalar dışında ben yazarlarla tanışmak, biraraya gelmek fikrinden pek hoşlanmam zira tecrübelerim ve hayatlarını okuduklarım sayesinde haklarında epey bir fikrim oldu. Ama o huysuz, yabani adamla edebiyat, hayat, kader, din, kadınlar, erkekler ve her şey hakkında konuşabilmeyi istedim. Onun bu tür ‘okuyucu’ dileklerinden nefret ettiğini, kolay röportaj vermediğini bilmek beni daha çok kışkırtıyordu üstelik. Hayalimde, onun ormandaki loş evine gidip o uzun gümüşi sakallarının arkasına gizlediği ince dudaklarına, derin yüz çizgilerine, küçük, alaycı gözlerine bakarak herkesten çok sevdiği karakterleri hakkında konuşuyordum. Öldüğünü duyduğum günü hatırlıyorum. Sonbahardı. Karnımda tuhaf bir cızırtı olmuştu.
..
inaç doğur gözlerinden
yarı sarhoştur ruhum
uyandır dünyayı
inanç doğur sözlerinden
pas tutmuş sevgilere
teknolojik soğukluklara
..
Mukaddes ameli ruhlara dolmak
Uykuda allahtan rüyalar bulmak
Hızırla küzurla baş başa olmak
Mübarek mukaddes cenabı inanç
Her gece huzurlu uykuya yatmak
Manevi huzuru ruhuna katmak
..
Altında ateşi olan kazanın içinde su varsa, o fıkır fıkır kaynar. Sizin sakin sessiz dediğiniz tepeciklerin içinde (kim bilir!) beklide sancılı doğumlar veya kendir ipleri koparacak tehlikeli yaşam oyunları vardır. Aramızda, şu yaşamış olduğumuz çevrede, yakın veya uzaklarda kimler yok ki, olması geren duyarlılık maalesef en hafif düzeyde, şu ahir zamanlarda. Allı pullu, yaldızlı ve yakışıklı, görkemli ve içerisi neşe dolu hayat dilimlerine koşar beşerin ekseriyeti ve daha sonra mutluluk pastasından payına düşmeyeni de (af buyurun, sizleri tenzih ederim) iç etmeye, sahiplenmeye kalkar, zamane insanı..,
Şimdi sormalıyım; Şu zamanlarda sizler nerelerdesiniz de ben bu azametten bihaber ve gafil durumdayım! Üzerimde ar’ımın timsali, edebimin gereği bir örtünün uzantısı, eteği, pöçüğü varsa lütfen tutun, tutuverin ve beni de içerisinde olduğunuz (zahmette olsa varım) hayrın, yararlılığın en müşkül noktasına çekiverin. Allah rızası için terlemeliyim..,
Nerelerde yokum veya elden geldiğince olmamaya çalışıyorum, ya da çalışmalıyım?
Yakın veya uzak gelecekte nefsi kudüme münhasır planlanmış imarethanelerde, aç bi aç düşkün muhtaç kimselere yapılan yardımların şeref ve onur payesi olarak kazanılmasına çalışılan, şahsi çıkarların gizliden gizliye hesap edildiği ve (affınıza sığınırım!) şerefsizliğin şereflendirildiği imansız, ihlâssız, samimiyetsiz oluşumlar ve ortamlarda yokum, kesinlikle olmamalıyım.
..
İnsanlar dış görünüşleriyle dindar veya değil diye kıyaslanamaz! İman,inanç ve islam dini muhteşemdir! Bunu asla unutmayalım! Cumhuriyet kadınları da müslümandır! Bunu asla unutmayalım! Unutturmayalım! ..şair Hülya Kaya
..
Ergenekon
Bir tarafta inanç ticareti, inanç siyaseti yaparak
Vicdanları sömürenler, vatan satanlar!
Bir tarafta vatan bölünmesin millet sömürülmesin deyip
Hapis yatanlar!
..
Kültürün sözlük anlamı; bir topluluğun manevi özelliği oluşturan gelenek, fikir, yaşayış, sanat... varlıklarının bütünü olmasıdır. Eşanlamı 'Ekin'dir. Ama alışılmış sözcükler makaleme başlıyorum.
Kültürü insanın bir toplum üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlak. Hukuk ve törelerle her türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütün olduğunu sosyolog Taylor 1800'lerde yerinde ve bu şekilde tanımlamıştır.
Bir toplumu yaşatabilmek için eğitim yoluyla edinilen tüm bilgiler kompleksi olarak gördüğümüz
kültür kavramı, ulusun birlik, beraberliği ile bütünlüğü pekiştirme açısında önemi çok büyüktür. Bugün dünyanın hiçbir yerinde milli birlik ve beraberliği sağlayan milli kültürden asla özverilik mümkün değildir. Evrensel ulusal ve alt kültür olmak üzere üç ana başlıkta ele alınması gerekir kültürü. Uluslararası hayat ürünü olduğuna göre, bazen kültür dinamik bir özellik gösterir.
Geçen yüzyıllara oranla dünya kat kat küçülmüştür. Kıtalar arası ekonomik, turizm, siyasal, hukuksal, sanat, folklor alanlarında iletişim telefon, televizyon, uluslar arası yarışmalar, müsabakalar benzerleri ile bir toplumdan başka bir topluma sıçrayan kültür, şayet beğeni kazanırsa sıçrayan toplumda kalıcılığını korur. Gelen konuk kültür, konuk olduğu ülke insanını da katkıları ile biçimlendirilir.
..
A.Mustafa Kulaber
Laiklik Latin kökenli bir sözcüktür. Siyasal bir kuruluş olan devleti, dinin dışında tutmak suretiyle korumak, kişilerin inanç ve tapınma özgürlüğünü güven altına almaktır. Devlet yönetimini dinsel kuralların dışında tutarak yürütme işidir. Bu ilkede aklın gereklerini ön planda tutmaktır.
Laiklik kültür seviyesi az gelişmiş toplumlarda çok geçerli bir ilkedir. Dinin devlet işlerine, devletin de din işlerine karışmamasıdır Ancak devlet mensup olunan dinin kurallarının yerine getirilmesinde anayasa ve yasaların amir olduğu çerçevede gerekli birimler oluşturarak halka hizmet eder. Böylece devletin görevi dini siyasete karıştırmadan inancın saygınlığını güvence altına almaktan başka bir şey değildir. Ülkemiz toplumunun yüzde 99'u İslam'dır. Başka dinlerde var olduğu gibi mezhepler, hatta tarikatlar da mevcuttur. Bu inanç ve düşünceleri birleştirmek mümkün olmadığı gibi, mezhepleri de birleştiremezsiniz. Müdahale ettiğinizde insanları da yatıştıramazsınız. Kargaşanın kapısını açarsınız. Din ve vicdan özgürlüğünü laiklik sayesinde koruyabilirsiniz. Bundan dolayıdır ki Türk milleti milli ve dini günlerde birlik ve beraberlik içinde güçlülüğünü korumaktadır İsteyen, istediği dini, istediği mezhebi, istediği düşünceyi seçebilir. Çünkü kişinin düşüncesini söküp atamayız da ondan. Ancak bu kurumları siyasete alet edersek yasaları çiğner, toplumu hoşnut edemeyiz.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesinde yani temel omurgasında varolan çizginin dışına kimselerin çıkma hakkı tanınmamıştır. Değişmez bir çerçeve konmuştur. Bu çerçeve ülkenin ve milletin devamlılığı ve bölünmezliği vazgeçilmez ilkesidir. Bu da. Anayasamızın ikinci maddesinde yer almıştır. Aksi halde bu huzuru, birlik ve beraberliği bulamayız. Bu milletin inancı vardır. İstediği gibi ibadetini yapar. İslamın şartlarını yerine getirmede hiçbir engel yoktur.
Atatürk: 'Kişi her istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine göre bir siyasi fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin şartlarını yerine getirmek veya getirmemek hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz. Vicdan hürriyetinin kişinin doğal hakkı' diyerek laiklik ilkesinin getirdiği din ve vicdan özgürlüğünün ne kadar önem taşıdığını göstermektedir.
Dini ve vicdanı güvenceye alan laikliktir. Devlet siyasi bir örgüttür. Din Allah ile kul arasında bulunan bir vicdan işidir. Toplum bireyleri dini inançlarını düşündüğü gibi yaşar. Bugün ülkemizde namaz kılma, oruç tutma, camiye, cemevine git veya gitme diyen ne bir yasa ne de uygulama vardır. Anayasamızda, 'herkes vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir' der.
Yeter ki ibadetini yap, istediğin dini kabul et, ama haram yeme, adam öldürme, rüşvet yeme, yalan söyleme, kimseyi kandırma, herkese saygı ve sevgi göster, ülkene, milletine ve insanlığa hizmet et İşte Allah'ın istedikleri bunlardır.
..
Sonsuz yaşamın en sıcak kaynağı gökteki güneştir
Gök kubbenin tüm yıldızlarını aydınlatan güneştir
İnanç ve etnik köken ayrımı yapmadan aydınlatır
Laik Atatürkçüm bir güneştir; yalansız çok duyarlı
Sağlık,eğitim ve adaletli bireyden sakın şaşma
Yalan dolandan hâz alan toplumlara takılır tasma
..
Ama öznel saçma tutumlar toplumsal talep değildir. Bunların imajını toplumda taşır olmak, talep kılmak saçmadır. Hiçbir doğrulama ve yanlışlaşmayı ortaya koyamazsınız. Ancak inancı dolandırarak ve tersten, toplumun konularını ve nesnel ilişkilerini, inancın bir konusu gibisine, emri yaparak nesnelliğe oturtmaya, nesnelliği yönetip yönlendirmeye başlarsınız.
Bu da nesnel ilişkilerin değil, inancın; güya nesnel ilişkilere, beyhude oturtulması olacaktır. Nesnel işleyişle üretim sürdürülürken, inançsal baskı ile sömürülür oluştur. İnsanın gelişmesi toplumda ortaya koyacağı özgürleşmesi, bağımsızlaşması, rölantiye biner. Haksızlıkları cehaletin razılığını alan uzlaşı ile demokratik tavırlarınızı tüme yakın olaraktan ortadan kaldırmanın, ortaya konuşu olacaktır. Gizli tezgâhların amacı budur. Bireylik ise, maksatlı tavırları bilmeden, inanma mutluluklarının erimiyle, davranışlarını oligarşik yapıların güdümünü kolaylayan birleşmelerle, işbirlikçi bir duruma düşerler.
Örneğin, şöyle bir halksal inanmanın; hem bir hak ve hem bir özgürlük olduğunu bir an varsayalım. Dense ki; Toplumsal faaliyetten önce, haftada bir, bardakçı baba türbesi ziyaret olunacak. Buna imkânı olamayanlar, anma duasına duracak. İmkânı olanlar, sandukasına yüzünü ve dudağını sürecek. 300 kez falan duayı okunacak...
Üç kez akıllı olmak için dua edilecek. Beş kez dersleri iyi dinleme duası okunup üflenecek. Sonra üniversiteye gelinecek. Boyunlarda bu türbenin maketi taşına ki tarlada bereketimiz artacak dense. Sormazlar mı hangi toplumsal üretme ve organize normuna dayandırılarak hak ve özgürlük olmakta, gerekçe ne? Akıllılığın gereği budur.
..
Yanlışım varsa düzelt.
Yemin bir inanç, söz bir karakter meselesidir.
Bir kere gidersem dönmem
Kişilik,
Elini tutmak günahtır
..
Mesele;
Aynı inanç ve bakış açısında olup,
Eleştiri yapmamak değil.
Farklı inanç ve bakış açısında olup,
Nefret dili kullanmadan,
Konuşup, tartışabilmektir.
..
Sevgili Kul
Sevgililik karşılıklı bir eylem ise hem sevgili hem kul olmak mümkün olmaz! Ya kul olunur ya sevgili... Tercihe bakar, kimi kulluğu kimi sevgililiği tercih eder. Bireysel algı ve açılıma göreceli bir durum var! Zaten korku varsa "Sevgili"lik söz konusu olmaz, kulluk vardır orada. Sevgililerde karşılıklı naz vardır, korku yoktur; sevgililer birbirlerine kul olmazlar ama hatır sayarlar. Bu tasavvufta "Naz" makamıdır.
Güncel Türkçe Sözlük; Sevgili:1. isim Sevilen ve âşık olunan kimse, yavuklu, dost, yâr, canan
Kul:1. isim Tanrı'ya göre insan. 2. tarih Köle
..
Orijinal
Her sistem kendi bünyesinde bir bütünlüğe sahiptir. Yedek parçacılar, orijinal ile taklitin farkını çok iyi bilirler. Taklit orijinalin performansını vermediği gibi, yeni arızalara da kapı açar. Her şey yerli yerinde güzel... Toplumlar zaman içinde gelişirler, sosyalleşirler. Gelişme adım adım olur. Hazmetmeden tekrar yemek nasıl zararlı ise basamaklar da tek tek çıkılmaz ise geri düşme tehlikesi var.
Önce doğru, adil, Milli bir sistem kurulmalı ki geliştirilsin. Devamlı değiştirilen, gelişmelere açık olmayan, fason sistemlerle nereye kadar gidilebilir?
Başarı için inanç ve azim gerekli. Hevesi kırılmış, meyus bir toplumdan başarı beklenir mi?
İnanç ve azimle çalışıp, kazanmanın verdiği şevk ile daha da ileri gitmek neden mümkün olmasın?
..
CUMHURİYET
Yirmi dokuz Ekim bugün,
Yurdumuzda şanlı düğün,
Atatürk'le yaşa, öğün.
Kalpler birlik, inanç dolu,
..
A. Sınıf Tiyatrosu Kısa Oyunlar: 32
Umut Yakar SönenTüm Işıkları
1 Eylül Dünya Barış Günü
Yazan: Fevzi Günenç
KİŞİLER:
..
TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR…
Ağustos ayının ayrı bir yeri var Türk tarihinde,
Tarih sayfalarını çevirirseniz bu yeri görürsünüz.
Milletimizin tarihi, geçmişi çok derinlerde.
Müzeleri gezerseniz bu derinliği görürsünüz.
Yirmi altı Ağustos bin yetmiş bir tarihinde.
..
Kişi, kendi içinde başlayış, kendi içinde bitiş ve sondur. Birey toplum içinde beliriş, başlayış ve gelişmedir, bitiştir. Toplumun katkıları bireyi belirler. Kişilik bireyde doğar bireyi içerir. Bireyden, daha fazla olandır. Bu nedenle; 1- Kişilik, kişiyle başlayıp kişiyle biten çok faal yanı vardır. Dışa yansır 2- Kişinin kullanabileceği ten tin derinliktir. 3-Bireyin, kendinden başka olarak (uz ve nitelikli oluşundan başka) biyolojik parçalanamayan bir yapı olurluğu da vardır. Kişilik bireyde doğar. Bireyin dışına taşmakla bireyi içerir. Bu kişilikte içkindir. Yani bir demirin parçası, yine bir demir iken; bireyin parçası birey değildir. Kişilik bireyin tümünde olur, Hücresel boyutlu birey kısmında ancak temel ilişkilenen olarak yansır.
Kişi, birey ve ruhsal bilinçsel niteliklerin tümüdür. Öznel kişilik öğeleri özdeksel ve tinsel ilgiler, gereklilikler ve yeteneklerdir. Bu faaliyet alanları boyunca, kişi; hem KENDİ KOŞULLARINI, hem de TOPLUMSAL YAŞA M KOŞULLARINI üretir. Burada kişi kendini sadece bir eğitimin ürünü olarak görmemeli kendi de ilişkileri ve eğitimi oluşturabilmeli. Toplum bireyüstüdür. Bir bireyin gerek duymayacağı maddi koşulları ve özgürlükleri üretirken, geleceği planlarken, yasal olurluğuyla vs. bireyüstüdür. Ama refah ve özgürlük, hak olurluk vs. paylaşırken bireyseldir
Kişi, kendi koşullarını, kendi mizaç ve eğilimleriyle, ruhsal gelişim yetileriyle, inanmaları, inan ve inançlarıyla oldurur. Bilgilenme sürecinde, kendi izan ve anlamalarıyla, kişisel kanı ve sanı edinişleri vardır. Yani, deneyleri ve içsel gerilimleri ve iç gelişmelerin duyguları ile hayalidir. Kişi dış etki ile birlikte, için dışa körlüğünün yansısıdır. Somuttaki kazanımının özneye bir yansıyış, kişisel inisiyatifliktir. Toplumsal yaşam koşulları, yasallık ve normsal normatifliktir. Birey oluşluk, ortak üretim, belli bir eğitim öğretim alırlıktır. Hak, refah isterlik ve görevlerin özgür oluşların alanıdır. Soyut olmaktan çok somutluk yeridir.
Bilim, hak özgürlük toplumun ortaya koyduğu bir tutumdur. İnanç bireyin, kişilerin yaşayış, kendilerinin, iç dünyalarını yansıtışlarıdır. Bazen bu yansıtışlar, grup öğrenmeleri ile ortaklaşıp gruplarla tutumlaştırılır. Ama kişilerin inanmaları yinede bunlardan daima fazladır. Çünkü kişi yaşar ve zihinsel üretimler yapar. Bu nedenle inanç tutumları topluma ve toplumsal talebe dıştan karıştırmadır. Toplumsal doku ve yasalarla uyuşmaz. Gelişip değişir olamaması hem kendinin hadi kapıdır, hem de toplumsal olamamalığının sadece bir açmazıdır. Hele inakçı tutumlarını hak ve özgürlük kategorizesine sığındırmak, bilir oluşun, yurttaşlığın tutumlaşacağı bir ortaya koyuş olamaz. Kendinin bir doğma oluşu ve tartışılamaz, eklenip çıkarılamaz oluşu, yani düşünce olmayışı, yanı ile düşünce özgürlüğü bağlamına da sokulamaz. Ancak inanma soyut özgürlüğüdür. Toplumda inanma değil pratikler üzerine kurulur ve kurumlaşıp uygulanır.
..
İnanç insana gerek,
İnançsız hiç görmedim,
Herkeste var inanç,
İnançsız diyemedim…
Nefsini dinlemiştir,
Şeytana aldanmıştır,
..