Ama hoşgörü, insanları serbest kılarken, kendi kısır döngüsünde geliştirirken; ne halka, ne halkın farklı inanç gruplarına, ne de topluma, hiçbir gelişme verememiştir. Sadece halka kişileri uslu yaramazlık yaptırmayan, iyi bir oyuncak araçsallığı yapmıştır o kadar. Hoşgörü ve laikliğin bir başka farklı yanı da şudur.
6- Hoşgörü de, inanç gibi kişisel tavırdan hareketle kişisellikten başlar. Grup ve cemaat tavrı olmaktan öte gidemez. Gitse de, baskı, cebir, şiddet aracı olur kendini klonlamış olur ki bu kez hoş görüsüzlüğe dönüşmüş olur. Ve geri, ait olduğu yere, bir süre sonra şiddet göreceğinden çekilir. Oysa laiklik böyle bir yetersizlikte içi dolarak geliştirilir. Laiklik toplumsal dinamiğin gelişmesine esnerken. Hoşgörü bilinçsizliğe himaye getirir. Aynı inanma grubundaki farklılığa hoşgörü ile bakmaz. Bu nedenle farklılık gruptan kopar. Zorunlu bir düşük doğum gibidir! Ayakta kalması mucizeyi çatışmayı gerektirir.
7- Laiklik kesinlikle hoşgörü değildir. Bu tam bir cahillik, aymazlık, sapla samanı kasıtlı karıştırırlıktır. Aksine alanları farklıdır. Nerede ise aynı alanda gibi olaraktan bireyin laik ve hoşgörülü iki zamansal süreci, günlük belli zamanlarda, hem toplum içinde hem halk içinde yaşar olmasıdır. Yani toplumda laik tutumla, halk içinde hoşgörüsel tutumla birbirini dışlayan iki kavramdır. Laiklik hoşgörü yapmaz. İnançlarda laiklik göstermek istemez. Hoş görü karşı inançların ve inançsızlıkların birbirine tahammül sınırlılıklarıdır. Laikliğin böyle bir ayrımcı tasnifi ve girişimi yoktur, Kaan bile değildir.
Hoşgörü kendi için bencildir. Kendisi için başkasına sessizdir. Halk bilgisizleştikçe inançlar, dolaysı ile hoşgörü gösterilecek inanç unsuru sayısına bağlı, hoşgörü tutumları da artar. Artıkça özgürlük ve demokratiklik tutum seçenekleriniz, davranma alanlarınız, karşı tepki koyuşla iyice kalmazlaşır.
..
Teoloji
Teoloji: İlahiyat, Yunanca “Theos”, “Tanrı” kökeninden; tanrıbilim. Güncelde, din bilimleri!
Dini, bir bilim olarak ele almak, incelemek ile dini benimsemek ya da savunmak konusunu birbirinden ayıracak kadar bilmekte fayda var!
Tanımlar üzerinde takılmadan ve çok fazla iddialı olmadan “Din” ve ona temel olan “Tanrı” konusunu irdelemek, “Din bilimi” kapsamında herkes için mümkün!
“Din” ve “Tanrı” konusunun, insanlığın bilinç ve aklının gelişimiyle paralel olarak geliştiğini söylemek mümkün! Eski dönemlerde önemsenen ve insanların ihtiyacı olan şeylerin başında gelen güç, kudret gibi özellikleri temsil eden, “İlah” ve “İlahlık” konusu! İlk dönemlerde bu güç ve kudrete sahip olan insanlara “İnsan ilah” denilmiş, kabul görmüş! İnsan ilahların, ölmesi ya da hastalanması diğer insanların kabulünü azaltıyor, bunu aşmak veya ikna için “Yarı insan, yarı ilah” sunumu getirilmiş; daha sonraları İlahlar göğe çıkıyor ve yerde onları temsil eden “Put” ya da benzeri somut şeyler kullanılıyor. Aracılar ise yine insan! Bu alandaki aracılık, diğer insanlar ile “İlah” arasındaki bilgi ve emir alışverişi! Aracıların “Güven” konusu önem kazanıyor ve devamında aktarılan bilgilerin zaman içerisinde değişmesi konusu var!
Pagan dönemlerde “Tanrı” daha somut olarak düşünülüyor; güç, kudret sahibi ve ihtiyaçların karşılanmasında yardım istenecek bir makam! Pagan dönemlerde “İlah” hem mekan veya özellik olarak tanımlanabiliyor hem de sahip olduğu güç ve kudretin cinsine göre sınıflanabiliyor; bazı da hepsi daha kapsamlı tek olanda toplanabiliyor! “Çok tanrılı” veya “Tek tanrılı” ayrımı, “Pagan” dönemi tek başına açıklamaz! İlahların işlevleri ve güçleri üzerinden “Çok tanrılı” anlayışlar, olduğu gibi tüm güçleri tek bir çatıda toplamak da mümkün! Toprak, hava, ateş, su unsurlarına hükmetmek, ayrı ayrı düşünüldüğünde “Yer tanrısı”, “Gök tanrısı” ve diğer unsurlar için düşünülebilir! Hepsini kontrol eden için “Tek” olan da düşünülebilir! Burada önemli olan, insanlığın somut elle tutulur ihtiyaçlarının karşılanması beklentisine dair oluşan birikim! Pagan dönemi bilgi birikintisi, somut elle tutulur ihtiyaçlara dair olmuş! Yukarıda “Din” ve “Tanrı” konusunun, insanlığın bilinç ve aklının gelişimiyle paralel olarak geliştiğini söylemiştim. İnsanlık gelişince temel olan inançlar da gelişiyor! Mesela “Çok tanrı” yerine “Tek tanrı” kabulü ağırlık kazanıyor! Tanrıya veya tanrılara mekan belirlemesi de ortadan kalkıyor! “Yerde”, “Gökte” gibi sınırlayıcı ifadeler yerine “Her yerde”, “Hiçbir yerde” şeklinde daha kapsamlı ve sınırsız anlayış geliyor! Pagan dönemde somut şekil üzerinden düşünülen “İlah” veya “İlahe”, erkek ve dişi gibi cinsiyet belirlemesi ile sınırlanıyor iken bu da değişiyor ve “Eşi benzeri olmayan, doğmamış, doğurulmamış” gibi sınırsız düşünülüyor! Pagan dönemde çok önemsenen “Tanrıça”, dişi imajının ağırlık ve önem kazanmasına sebep gibi düşünüldüğünden daha sonraları “Tanrı” cinsiyetsiz düşünülüyor ve bu tepki dişiler aleyhine bir birikimi de tetikliyor! Sonraları dişiler, öğretilerde eski önemini kazanamadığı gibi geriye doğru da savruluyor! Pagan dönemindeki “Din”, bu işlevsel bilgilerin birikimi şeklinde açığa çıkıyor! Sonraki aşamalarını biliyorsunuz! İnsanlık, ilk dönemlerde somut ihtiyaçlarına, somut çözüm aramış; geliştikçe, soyut ihtiyaçlarının da olduğu görülmüş ve soyut çözümler de geliştirilmiş! Kapsam, somuttan soyuta doğru genişlemiş!
..
Şeytanın bütünsel bir ilâhiyat ve felsefe düzeni vardır. Vasıtasıyla, dinleyene kendi görüşlerini izah eder. Özellikle, yaratılmış olan şeylerin esasen şer olduğunu, buna göre insanoğlunun da bir şer parçası ve Tanrı’nın onun çile çekmesini arzu ettiğini, üstelik buna sevindiğini bildirir. Dahası, bütün kainat sefalet alametiyle doldurulmuştur. Zira, Tanrı’nın esas dileği zaten budur ve bu gerçeği tamamen kendi istediği şekil ve amaçla düzenlemiştir.
Ayrıca, bu ilâhiyat sistemine göre, Baba Mevla, kendi oğlunu, yani Hz. İsa’yı, katillerine teslim etmekten zevk duydu. Evlat Mevla'nın dünyaya gelmesinin esas sebebi de, Babası tarafından burada cezaya çarptırılmak istediğindendi. Her ikisinin müşterek amacı ise, mutekitlerini cezalandırmak ve onlara iyice eziyet çektirmektir. Daha doğrusu, dünyayı yaratırken, Mevla’nın aklında kurduğu şey, açikça insanoğlunun şüphesiz günah işleyeceği, böylece O’nun adaletinin dünyaya yerleşip yayılmasına fırsat sağlayacağıdır.
Yani, şeytana göre, esasında ilk yaratılan şey cehennemdir - güya, bu anlamda, bütün öteki şeyler cehennem uğruna kuruldu. Dolayısıyla, bu tür ilâhiyat akımında, “inançlıların” ibadet hayatı şer kuruntusuna takılı olanı içermektedir. Sanki dünyada yeterli şer yokmuş da, bunlar yasak edilen şartları biraz daha çoğaltır ve yenilerini eklerler; her şeyi cefa dikenleriyle donatır, böylece insanın şer ve cezadan kurtulmasını önlerler. Zira, arzuları insanı sabahtan akşama kadar kanatmaktır. Lakin, gene bu kadar kan dökülmesine nazaran insanın günahında bir azalma olmaz! Bundan böyle, Haç bir merhamet işareti değil (çünkü bu tür ilâhiyatta merhamete yer yoktur) , artık Kanun ve Adalet zaferinin belirtisidir. Güya, Mesih şöyle buyurmuş: “Ben Kanunu yıkmağa değil, sayesinde imha edilmeğe geldim.” Şeytana göre, ancak bu şekilde Kanun gerçekten ve tamamen “nail olabilir.” Yani, 'aşk’ değil de ancak ’ceza’ işbu Kanunu doyurabilir: Mevla dahil, Kanun her şeyi yiyip bitirmelidir. İşte böyledir ceza ilâhiyatı, işte böyledir nefret ve intikam. Bu inanç kaidesiyle yaşamak isteyen, cezalandırmalardan derin zevk duyar. Fakat, en doğrusu, cezadan kendi paçasını kurtarmak için Kanun ve Vekili ile siyasi “top oynamaktan” hiç çekinmez. Zira, ona göre, önemli olan ondan başkalarının çile çekmekten mahrum kalmamasıdır: Aklını fikrini bugünün ve geleceğin ceza işlemleriyle meşgul etmeli; 'Kanun' nezdinde muzaffer olmalı; merhamet edilmemelidir.
Cehennem ilâhiyatının en yüksek nişantaşı budur - zira cehennemde, merhamet hariç, her şey mevcuttur. Bundan dolayı, cehennemde Mevla’nın Kendisi bulunmaz. Merhamet O’nun var olduğunun belirtisidir.
..
Gözün görmüyor mu elin kan doldu
İnsan çöktü inanç çöktü din çöktü
İslam siyasete sermaye oldu
İnsan çöktü inanç çöktü din çöktü
Bu ne sorumsuzluk bu ne rezalet
Her türlü pisliğe din olmuş alet
..
Belirsizlik Ve Bilinmezlik
Belirsizliğin ortaya atılmasının nedeni, “Bilinmezlik”; bir şey, bilindiğinde “Belirsiz” olmaz! Belirlenmiş olan da “Bilinmiş” olmaz! Yani belirlemek, bilmek değildir! Mutlak manada “Bilmek”, belirlemek değildir aksine belirlememektir! Çünkü tüm belirleyici araçlar izafidir! Büyük-küçük, az-çok, önce-sonra, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi izafi olarak belirlenir! Büyük, ne kadar büyük; küçük, ne kadar küçük? Bilinmiyor! Aynı şekilde, “İyi-kötü” görecesinde de “Kime göre, neye göre? ” durumu var; birinin “İyi” olarak belirlediği şeyi, başkası “Kötü” olarak belirleyebilir! Bu belirlemeler, “Bilmek” olmuyor! İnanmak, 3. Boyutun izafi “Belirsizlik” alanında, kaybolmamak için kılavuz gibi ya da “Bilinmezliği” aşmak için bir destek! Belirsizlik, bilinç kadar azalır! Bilinç ve belirsizlik birbirine ters orantılı olarak artar veya azalır! “Belirsizlik” azalınca, “Bilmek” artar; “Bilinç” azalınca da “Belirsizlik” çoğalır! Belirsizliğe karşı geliştirilen “İnanç”, belirsizlik azaldıkça yerini “Bilince”, bırakacak! Bilincin kalıcı olarak gelişmesi, inanç alanını daraltacak! Bilinen bir şeye, inanmak gerekmez! Cebinizde bir cüzdan olduğunu bilirseniz, cebinizde bir cüzdan olduğuna inanmanıza gerek kalmaz! Bu konuda tam bir “Bilinç” yok ise yani “Cebinde bir cüzdan olduğuna inanıyor ama cüzdanı duyu organlarıyla algılamamışsa bu durumda “Bilinç” oluşmaz ve bilinç oluşana dek inanç ile kalır! Ne zaman cüzdanı duyu organlarıyla bildi, inanmasına gerek olmaz!
Gözlem, belirsizliği azaltmak veya kaldırmaya çalışmaktır! Gözlem, boyutlarda mutlak manada yapılamadığı için “Belirsizlik” tamamen yok olmaz! “Belirsizlik”, aslen yoktur; gözlem eksikliğinden çıkar! 3. Boyutun izafiyeti (Büyük-küçük, az-çok, önce-sonra, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi) , gözlemi mutlak olarak yapmayı engeller! Bu da “Belirsizlik” doğurur! Boyutları iyi anlamak gerekir! Hiçlikte, sonsuz ve sınırsız bir potansiyel olduğu kabul edilir yani buna inanılır! Çünkü hiçliği deneyimlemek “Bilinç” oluşturacak ama bu 3. Boyutta zaten izafiyet yüzünden imkansız; 2. Boyutta ve 1. Boyutta dahi mutlak manada gözlenemez! Bilinmezliğini korur! İnanç ile bu bilinmezlik aşılmaya çalışılır! Her şey, hiçlikten “Tercih” ile 1. Boyuta yani “Ben” boyutuna çıkar! 2. Boyutta tasarlanır yani “Ruh” boyutu! 3. Boyutta gözlenir yani “Beden” boyutu! “Belirsizlik”, tercih ile 1. Boyutta başlar! Bilinç ile de azalır! Bu şöyle düşünülebilir; “Big Bang”, belirsizliğin de başlaması! Hiçlikten varlık sahasına doğru ilk adım, “Tercih”; bu da 1. Boyuttaki ilk patlama ve “Belirsizlik” başlangıcı! İnsan bunu bilmeye çalışıyor ve henüz mutlak manada bilmiş değil! Bilinenler, “Bilinç”; tahmini veya bilimsel üretilen ve henüz ispatlanmayan teoriler ise “İnanç” konumunda! Bilmeyi, “Belirsizlik” alanındaki izafiyet engelliyor! Yukarıda saydığım (Büyük-küçük, az-çok, önce-sonra, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi) izafiyetler, kaldırılabilir ise “Belirsizlik” de söz konusu olmaz! Kaynakta yani hiçlikte “Belirsizlik”, söz konusu olmaz! Belirsizlik zaten izafi belirleme isteğinin ürünü! Asıl kaynaktan “Tercih” ile yapılan belirleme 1. Boyutu açığa çıkarıyor ve “Belirsizlik” devreye giriyor! 2. Boyutta yani ruhsal levhada tasarı alanında biraz daha gelişir; 3. Boyutta, gözlem ve seyir alanında, tüm alanda hakim!
Son tahlilde; tüm izafi alandaki yani boyutlardaki özellikle 3. Boyuttaki “Belirsizlik”, izafi olarak “Belirleme” ile aşılmaya çalışılır! “Büyük-küçük, az-çok, önce-sonra, iyi-kötü, güzel-çirkin” gibi izafiyetler, kaldırılabilir ise özellikle zaman ve mekan izafiyeti kaldırılabilir ise “Belirsizlik” de azalır! Her şey, bu belirlemelerden aslen bağımsızdır! O asılların yansımaları olan şeyler gözlem esnasında belirlenir be bu “Belirsizlik” gözlemcinin gözlem esnasında izafi belirlemesine yarar! Yani tüm belirlemeler, gözlemciye izafi olmak zorundadır; belirleme yok ise zaten “Belirsizlik” gerekmez! 3. Boyuttan, 2. Ve 1. Boyutlara doğru azalan “Belirsizlik”, hiçlikte anlamsızdır veya tanımsızdır! Tüm izafi belirlemeler, görecelidir! Birinin, bir şeyi “İyi” olarak belirlemesi; bir başkasının da aynı şeyi, “Kötü” olarak belirlemesi o şeyin asıl kaynaktaki durumunu belirlemez! Hiçlikte potansiyel olarak bulunan bir şey, “Belirsizlik” durumunda da değildir ki “İyi-kötü” konumlarına hapis olsun! Belirleme ile “Belirsizlik” aşılmış olmaz! Belirsizliği aşmak için belirsizliğe neden olan boyutları hiçliğe 3,2,1ve hiçliğe doğru kat etmek gerekir! Belirsizliğin kaynağı zaten belirleme ihtiyacıdır! Bu ihtiyaç da boyutlarda açığa çıkar! Yani bir şey, belirlenmeye çalışılmadıkça “Belirsiz” de olmaz! Tüm varlık sahası, gözlemci “Ben” tarafından belirlenmeye çalışıldığı için belirsizlikte gibi düşünülür! Çünkü izafi bile olsa belirlenenler, belirsizlerin çok çok azı!
..
Kurbandan kutsal inanç kutsal inançtan güzel amel baş hal çıkar güzel halden baş kalp göz dil kulak güzel çok doğar
Kurbansızlıktan kutsalsız inanç kutsalsız inançtan çirkin amel baş hal çıkar çirkin halden baş kalp göz dil kulak güzel yok doğar
Hazreti yazır
..
İnançlı hal gelecekten rüyalı haldir gelecekten rüyalı hal inançlı hal gibidir gelecekten rüyalı inançlı halde inanç din iman kulda çok gibidir
İnançsız hal gelecekten rüyasız haldir gelecekten rüyasız hal inançsız hal gibidir gelecekten rüyasız inançsız halde inanç din iman kulda yok gibidir
Sedat hünkar
(Karamecnun)
..
Tapınma
“Ben sizin taptıklarınıza tapmam! ”
Tapınma: Tutku ile sevmek, bağlanmak!
Tapınmanın kişisel bir eylem olduğu ve kişinin kendi özgür tercihine göreceli olduğu söylenebilir! O halde kimse, kimsenin taptığına tapmak zorunda olamaz! İnanç ve din de kişinin kendi özgür tercihidir! Neye, nasıl inanacağına da kişi kendisi karar verir!
..
İnanç Geldi Mi Gider Evrim Teorisi
Allah'a inanıncaya kadardır darwinizmin geçerliği.
Çocuksuz Allah'a inanç geldi mi, gider evrim teorisi.
Berlin, 14 Mart 2009.
..
İnanc Gözüyle Bakınca
Dinsizlik gözüyle bakınca, anlamını kaybediyor herşey.
İnanç gözüyle bakınca da, anlam buluyor en anlamsız şey.
Berlin, 8 Şubat 2009.
..
İnanç Ve İbadettir Karşılığı
Koskoca bir evren işletilmektedir, senin yaşatilabilmen için.
İnanç ve ibadettir ancak karşılığı, sana verilen bu değerin.
Berlin, 22 Eylül 2012.
..
Bütün Bunlar Olur
Yaratılışının hakkıdır, Allah'a inanç ve yaşatılışının borcudur, O'na ibadet.
Bu hakları ödemezsen inanç ve ibadetle, bütün bunlar olur: İnsanlığına ihanet!
Berlin, 19 Temmuz 2012.
..
İnançsıza
Bir ışıktır Allah'a inanç, aydınlatır iç dünyanı, kâinatını.
Karanlıklar def olur, dâvet edersen dünyana bu inanç ışığını.
Berlin, 15 Ağustos 2007.
..
4]Artık insan öznelliği çok hızla gelişiyordu. Bireysel eylemlerle oluşan kendi öznelliği; sosyal yapısalcı eylemlerin kişi bilincine yansıması ile hayli kapasite almıştı. Şimdi bunun yanına çok daha etkin ve deneysel ve hızlı birikmeli olan; arkasında hiçbir zaman yetişemeyeceği bir, toplumsal eylemler yansıması vardı ki, bilincin etkinliği alabildiğine artacaktı. Toplumsal eylemin insana yansıyan hafıza olma, bilinç olma, kişilik olma, yüküm sel özgecil olma yansıması, artık insanda bir düşünceyi süzme olanın, süzgeç devresini, ortaya koymuştu. Aksiyom er düşünme yerini, nedenli düşünmeye bırakmıştı.
Buda giderekten bağıntılı ve çoklu mantıklı, kaotik, evrimsel süzgeçlerin dinamikliğine dönüşmüştü. İkili algılamaların olasılık mantığına dönüşmüştü. Artık her gelenek kolaydan bir inanma olamayacaktı. Ama insan öznesinde inanmanın aksiyom er oluşu da temeldi. Bu da vaz geçilmezdi. Siz bir inancı ne kadar dışa atarsanız atınızdı. Geleneğe ne kadar riayet etmezseniz et meyinizdi. Sosyal ve toplumsal devinim içinde ve kendi uhdeniz de, tam bunlar olmasa bile, benzerlerinin iz düşümünden, bunların tartışılmasından kaçmanız ve kurtulmanız olanaksızdı.
Bir yanlışı, bir tartışmayı, toplum içinde teknoloji öldürüyordu. Ya da yeni araçlıma, yanlışın yerini alıyordu. Veya yeni ilişkilenmelerin düşüncesi toplum dışına atılarak öldürülüyordu. Ama sosyal halkçı yapıda, bir düşüncenin tek bir öldürücüsü vardı. Yanlışları sosyal yapının dışına tek bir atıcısı vardı. O da inanç sembolizm aksiyom eridir. Bu aksiyom ere, güncel olaraktan süreklilikler kazandırılmalıydı.
Başlangıçtan beri sanı kanı temelli, nesnel yansımaların, kişiye dek öznelliği ile kişiler, aksiyom er olanı anlamaktaydı. Bu tür aksiyom ere değin anlamaları da giderekten, grup içi iletişimle aksiyom er anlamalarına dönüşecekti. Kişinin sosyal, ruhsal duygusal gelişme ve yorumlaması, böylesi bir aksiyom er temel içinde yapısal aşmışlıktır. Bu yapısal aşmışlık bir kendisi kanıt olmadan, kendisi kanıtlanmadan, kanıt gibi olma öndeyişi ya da ön yargısını içerir durumdur. Bu zaten insan-insan- insan doğa- insan ve öznesi (mantığı) arasındaki temel iletilme önermesidir. Mantığın, matematiğin, bilimin vs. temeli aksiyom er postulat içererek olgunlaşır kervan yolda dizilirdi. İnançlar toplumun otoritesi ve aksiyom eri olacakla, toplum demokrasisi olaraktan halk öznelliğinin alanına etkimeli sürekli güncel tutulan uzmanlaşışla düzenlemesi olabilmelidir.
..
İNANMAK VE İNANMAMAK
İslam dünyasının zaafı bu. İnanç zaafı. Kim neye inanıyor, neye inanmıyor bunu bilmiyor. İnanç dünyası büyük bir çelişki yaşıyor. İslam dünyası batı karşısında yenilgiye uğradığı günden beri önce kendine sonra cemiyetine ve sonra millet ve en sonunda da medeniyetine olan inancını kaybetmeye başladı.
İşte bu inanç zafiyetidir ki büyük bir bunalıma itti İslam dünyasını. Bu bunalım kendi gibi olamamak bunalımıydı. Gibisi fazla. Kendi olamama sorunu bu. Ne batılı olabildi ne doğulu kalabildi bu medeniyetin çocukları. Tam bir handikaba düştü. Bu çelişki yıllardır onun başını belalardan belalara sürüklüyor. Ama bir türlü bu yanlışı ve yanılgıyı kimse fark edemiyor.
Ne hayat anlayışı ne düzen kurma fikri ne de medeniyet anlayışı uygundu batıya. Onu taklit etti durdu yıllarca manmunvari bir özentiyle. Gülünç düştü bu haliyle, alay konusu oldu. Anlamadı onların alaylarını. Gülüşlerini hayra yordu hep. Onu beğendiklerini zannetti. Gülüşleri sevgi gülüşü zannetti.
Oysa onlar kendine benzetmeye çalıştıkları bu acemi mukallidin davranışlarını eğlence konusu yapıyorlardı. Onlar onunla alay ettikçe o özentisini sürdürdü. Onlar gibi giyinmeye, onlar gibi yemeye, onlar gibi gezmeye, onlar gibi düşünmeye, giderek onlar gibi inanmaya başladı, ama onları hiç bir zaman asla ve asla inandıramadı. Kendini hiçbir zaman kabul ettiremedi. Oysa binlerce takla attı onları inandırabilmek için, ama hepsi boşa çıktı.
Önce inanca dair ne varsa yok etmeye çabaladı. Batı medeniyetinin bütün kurumlarını ülkesine taşıdı olmadı. Tüm eğerlerini inkâr etti onların değerleriyle değiştirdi olmadı. Kendi inanç ve kültür değerlerini hep inkar etti, yok saydı, onlardan utanç duydu ama olmadı, batılı efendilerine kabul ettiremedi. Etmediler, etmezler edemezlerdi. Batının temel değerlerinde bu yoktu. İkinci sınıf uluslar onun sömürgeleri ve o ulusun bireyleri onların ancak köleleri olabilirdi. Asla ve asla onla eşit olamazlardı. Onları eşit kabul etseler kimi sömüreceklerdi. Batı medeniyetinin temeli bozulmuş Hiristiyanlık’a ve Roma imparatorluğun değerlerine dayanıyordu. Onun tabiatında aşağı milletleri sömürmek vardı.
..
Şu zorladığın bir amaç mı dersin?
Yoksa kocaman bir inanç mı?
Yoksa amaç sadece inanç mı?
Yada inanç amacına bir araç mı?
Şu hor-ladığın bir kazanç mı dersin?
Yoksa kocaman bir utanç mı?
..
Yazılarımda hep derim; geniş halk yığınları tüm hayat olaylarını inanç dili üzerinde anlarlar; çözümler ve tahlil ederler. Bu nedenle halk, belki de bu yüzden halktır. Halkla bu tür iletişim kurulamadığından tartışma içinde “anlamama oranları üzerinde” mugalata oluşturulur.
Siz biyolojiyi biyolojinin diliyle anlarsınız. İmanın diliyle değil. İmanı da imanın diliyle anlarız; biyolojinin diliyle değil. Geniş yığınların eline iman dili verilirken bilimin ve düşüncenin dilinden uzak kılınmıştırlar.
Halkı, bilerek isteyerek bu seviye içindeki kodlara açık olmanın duyarlılığı içinde tutmakla bir sağırlığı oluşturan egemen sınıflar iş konu aydınlanmaya geldi mi bu düzlem içinde halkla iletişime geçmezler. Ve dahi derler ki; “Zamanı değil bu sosyal olgunluğu halk kaldıramaz! ” Bu nedenle böyle ülkelerde sandık demokrasisinin sizi getireceği düzlem hep geri düzlem olmaktadır.
Evrimi de devrimi de inanç diliyle anlarlar. Her şey gibi su içmeyi, yatağa yatmayı ve açlığı dahi inanç diliyle anlarlar. Bir inşayı kendi dili dışında dille anlamak o anlamayı ketletmek ve gericileştirmektir.
..
Bir değirmen sesi içinde veya bir motor sesi içinde vs. oluşla insan; kendi kendinin içselinde geçen bir seslenmeyi, dinlediği sesle eşleştirir. O değirmen sesine ya da o motor sesine; kendisi, kendi içselinde olan bir sayı yinelemesini veya bir söz yinelemesinin, eşleştirmesini yapmadan edemezler.
Söz gelimi; ben koşu bandımın düzenli aralıklarla çıkardığı, kendisini yineleyen sesleriyle; içimde bir sayıyı, bir sözü eşleştirip; onun sesiyle uyuşan bir tını söylemesi yapıyorum. Biraz sonra aynı seslerin kendisini yineleyen akış sürecine başka sayı veya başka kelime ve kelime gruplarıyla da eşleştirme yapıyorum. Artık söz grupları bu tınışımla yanı tınışımı (ortam salınımını) yapıyordular.
Yürüme bandındaki yineleyen sesleri okuma yapabiliyorum. Bantın yineleyen sesi içinde kaç farklı ses algılayabiliyorsam her bir notaya farklı eşlemeler ya da aynı yinelemeyi eşleştirmem olası olmaktadır.
Doğada tespit ettiğimiz 7 temel müzik sesi vardır. Bu seslerden bağıntılarla birçok ses bestesi yapılır. Güzel olan budur. Siz bu ses bestesine uygun söylenişle söz yazarsınız. Sesler her bir notanın parçalı tanecikli yapısı içine ve üzerine eşleşir. Bir söz kümesini, heceler şeklinde notalar üzerine dağıtıp bağıntılarsınız. Nota dizi bağıntısı sizin sözlerinizi üzerine alışla bir anlamın etine kemiğine bürünürler.
..
Tüzüksel hukuk, ya da, yurttaşlık hukuku olan, serbest irade koyuşla, hakların, görevlerin sayıldığı, sözleşmelerin hepsi, yurttaşların Ya da insanların, günceldeki uygar siyasal bağıntılarını, hak ve görevlerini tespit eder.
Daha önceki bölümde, hak'ın eşdeyişle hukukun, insanın emeğine sahip çıkamamasının verdiği, toplumsal tedirginlik ve gerilimle, çatışma ile ortaya bir otorite koyuş, tüze koyuş ve din oluşla, üretildiğini belirtmiştim. Bunun, ezen ezilen, Ya da, efendi kul, ikilemi ile her iki tarafın da, kendine göre sığındığı, sınıfsal, toplumsal talepli olduğunu söylemiştim. Hatta bu sığınmayı her iki taraf özgürlükleri olaraktan düşünmüşlerdi!
Hukukluluğun bir ikinci yanı için de, şöyle bir çıkarsama yapabiliriz. Kendine yabancılaşan bireyin, yabancılaşmasını dışlayarak, hukuk, bireyi içinde bulunduğu toplumda, hak sahibi kılıp, hukuk bireyi yapar. Temeli insanın insanı sömürüsüne karşı çıkmak olmalıdır.
Hak ve hukuk da, üretim biçiminin değişmesine bağlı olarak, cevaben değişiklikler de geçirmek zorundadır. Toplum olan yerde, bu tüzelik (adalet olurluk) zorunludur. Bu bağlamda haklarımız şöyle sayılabilir: Hukuk toplumsal temelli olunca haklarımızda toplumsal temelli ve otorite ile karşılıklı ilişkilenen bir yükümlülük olacaktır. Ameliyat başında başınızı örtmek bir hak talep ve yükümlülük olacakken, birey olarak bir kamusal alanda hoş görülmeyen yerlerde bir talep bir yükümlülük ve bir hak görülmeyecektir.
..
İnanma ve sevme gibi tutumlar kişisel özelliklidir. Şunu da söyleyebiliriz, inanma ve sevme
Toplumdan önce vardır. Bunların toplumdaki işleyişlerde, yeniden ve çokça yansıtılır oluşu, bu duygulara ivme ve yoğunluk kazandırdı. Bu da zaten inancın toplumsal temelli olmayışı
Kanıtıdır. Bu şu demek; inanç ve sevme toplumun, çokça da halkın yaşam biçimi ve tarzına göre şekil alır. Nasıl rengin görselde her hangi bir şekli yoktur, bir kedide kedi biçimlidir, bir kazakta, insan gövdesi biçimlidir ise, inançlar da; toplumsal üretim ve refahın tüketilişine uygun sosyal düzeyle biçimli, halka ait yaşamla ilintili bir ilinekselliktir.
Örneğin Hinduizm de Brehmene bir inek vermek, mutlulukların en yücesidir ve nirvanaya giden yolun kendisidir. İnançlarda bir sınıf maddi olarak verir iken, bir sınıfta alır. Ve de nasipler eşitsiz dağıtılmıştır. Yoksulluk sabredilmesi gereken bir sınama olgusudur! Eğer sabır sınavını başarırsa cennete gideceği hüküm olunur.
Toplumsal yaşayış genellik kurallıdır. Örneğin toplumun can ve mal güvenliği yaşamsaldır ve korunur. Toplumun sağlığı yaşamsaldır ve gözetilir. Bireylerle sınırlı kalmaz. Bireye ait yaşamsal ilişkinlik istenci, toplumsal istek olarak irade olur. Burada şu ince çalar vardır. Kör olan bireyler için gerekmeyen sanat, görsel araçlar, toplum için var edilir. Ya da aksi, gören için gerekmeyen Kiril alfabesi dahi, toplum için, toplum adına gerektirilir.
..