İNANÇ ŞİİRLERİ

İNANÇ ŞİİRLERİ

Bayram Kaya

10Şu halde, hangi inanç sisteminin yolu dalaletti, hangi inanç sisteminin yolu kurtuluşçudur? Bunu nasıl bilirdik? Tarihte bunun karşılığı savaş, katliam ve çatışmalardır. Ne yazık ki insanlık tarihi böyle gelişiyor ve böyle gelişmişti.

Bir kere toplumların (halkın demiyorum) temelinde dini inançlar olmamalıdır. Halkın bünyesinde de halkın kendi öznelliğinin, geliştiği çap ve boyutta; başkalarını da bağlayıcı yapmayan, başkaları ile de tam da tıpa tıp aynı olmayan görüş ve dünya yorumlayış anlayış birlikleri inançları mutlak olmalıdır. Bunlar kişi öznellik ufkunca güncellenir ve formatlanır bağımsızlıkta olmalıdır. Kurallaştırılan genel geçer temelleri, bizim halk ya da kişi- kişi iletişme araçlarımız olmalı. Değilse bu alanda ne o yolun doğruluğu, ne bu yolun eğriliği söylenebilirdir. İnançlar ne tamamen doğrulardan, ne de tam yanlışlardan oluşmamaktadırlar. Bunların ikisini de içeririler.

İnançların farklılığı, farklı dünya görüş, gelenek ve görenekleri ve yaşantılaşmaları gerçeklenmiş olmasındandır. Biri diğerine saçma gelirken, diğeri de birine, ilham kaynağı olmaktan hiç geri durmamıştır. Çünkü inansal olanın hepsi yaşamsal bir gerçekten temellenen, yaşamı okuyuşlar deneyim aktarımıdırlar. Süren tutumlaşmaların güncellikle bağları kalmadıkça soyut anlamaların bir esbabı mucibesi düşünülmüş, burası inançlaşmanın kritik değer noktasını oluşturmuşturlar. Sadece zamanları geri olduğu için, yani geçmiş zaman durum ilişkilerinin bir deneyimini taşıdıkları için, günceleşemeden günümüzde toplumda işleyememektedirler. Ve dolaysı ile de bugün pranga olmaktadırlar. Bunu toplum ve inanç konulu deneme yazılarımda inceledim.

Aidileşme, grup ruhunu şekille yen bir iletiştirmeci oluşla, kararlı yapılara giden oluşturmadır. Bunun aracıda, o yöntemin, inançlaştırılacak düzenlemeye tabii kılınmasıdır. Bu düzenlemeler de inançların, kuralcı, ritüelci, ibadeti sembollerle, formüle edilmesidir. Nasıl siz; ısıyı, elektriği iletmek, ilettirmek, akıtmak, eylemli kılmak, amaçlı yöneltmek için bir iletken kullanırsınız ya; işte inançlarımızda bize, halkın yöneltilmesinde, halkın iletken olaraktan araçlaşmadırlar. İletkenler akıttıkları enerjiden nasıl etkilenirlerse, inanç enerji dolaşımını sağlayan halk, zorunlu olaraktan bu dolaş inançtan, etkilenirler.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İnancı, toplumda üç nedenden ötürü oluşturamayız. 1-Toplumsal yapının işleyişinde ve ilişkilenişin Hiç bir biçiminde, inanç yoktur. Somut ilişkiler vardır. Bu tek başına gerekli ve yeterli nedensel yasadır. Diğerleri bunu bilmemenin tartışmasıdır. Efendim inanç kafamda var ne yapacaksın? Bir şey yapılacak değil ki, kimsede böyle bir görevi telakki edemez. Herkesin kafasında her şey vardır. Kafasında her şey olan bir şey ifade edip dayatmıyor ki. Fiili şekillenmesi sorun. Kafanızda zaten olacak. Kafamızda başkasına saygı duyma da var olacak, saygı duymama da var olacak. Buna ne denebilir ki. Kafamda saygı duymama var diye, kendimi ifade için, bunun ifadesi için, insanlara kafa mı atmalıyım. Durduk yerde ye varacak, boş söz atışmaları olacaktır!

2-Alt yapı ilişkilenmesinde inancın olmaması demek, üretimi, nasıl alt yapının üretim tarzı ve üretim ilişkisi belirliyorsa; bu muktedirliğin yerini yapay olarak inanç almasın demektir. Gerçekte alamaz, ancak sanal bir aldatma ve pranga taşıma olarak hile yapılır. İnançlar ancak üretimin paylaşılmasında devreye konabilir ki bu da kurnazlıktır! İnanç sanki alt yapı düzenlerlik ilişkisinde varmış gibi, hak ve özgürlükle karıştırılıp, inanç talebi tersten ortaya konmaktadır. Böyle olunca da yanlış tartışmalar olacak, başka inançlarla çatışacaktır.

3-İnançlar toplumdaki üretim ilişkilemesinde, sanal bir hoş görü ile kabul edilirse, kendisini toplumsal talepte olmamasına rağmen, toplumsal talebin özüne koyacaktır. Yani bu hal çekirdeksiz canlının, başka canlıya DNA’sını enjekte edişi gibi, kendini ürettirir olacaktır. Bu da teokratik yapılaşma siyasası olacaktır. Zaten bu son iki neden, yapaydır. Birinci nedenden dolayı olmaması, tartışılmaması gereken bir husustur. Tartışılması da, boş laftır. İnsanın, nasıl kişisel tercihleri varsa, inançlarda kişisel tercihtir. İstediği biçimde istediği inanca hoşlukla katılır, ibadetini yerine getirir. İnanç bireyin öznelliği olan bir haldir, soyut muktedirliktir.

Bir kere, inançların daha somut, sistemli olmaları; Yahudilik, İslam, Hıristiyanlık, Şintoizm, Hinduizm, Taoizm vs. gibi dinler evrensellik değildir. Bir inancın evrensellik iddiası, onun evrensel olurluğu hiç değildir. Toplumsal talepler evrenseldir. Tüm toplumlar aynı inançta değildir. Esasen olamaz da. Ama tüm insanların üretim ilişkileri ve üretim için organize olmaları toplum taleplidirler. Özelliklede en gelişkin yapılanmayı, örnek alır ve kendilerine göre özel tutumlarla içinde olurlar.
..

Devamını Oku
Kemal Kabcık

Aleviler; nasıl göstermek istiyorlarsa bize, o şekil bize anlatıyorlar! . Kendi düşünceni ifade edersen eğer; "sen anlamıyorsun! ." dercesine, kendilerinin ne kadar haklı olduklarına dair, konuşmaları dinlersin! .

ALEVİ; "ÇEKİRDEK İNANÇ" Diye, yeni bir isim buldu: Bu ismi; ALEVİ KÖKENLİ, ALEVİLERE HİZMET VEREN TELEVİZYONLARDA DUYABİLİRSİNİZ! .

Önceleri; "ÖZ" DİYORLARDI: Şimdilerde; "ÇEKİRDEK İNANÇ" GÜNDEMDE! .

ALEVİNİN ANLATACAĞI ÇOK ŞEY VAR; ve ADINA DA İLİM DİYORLAR! . "ÇEKİRDEK İNANÇ" ANLAŞILDIKTAN SONRA, NEYİ İCAT EDECEKLER, ALEVİLİĞİN HAKİMİYETİ İÇİN? .
..

Devamını Oku
Hüseyin Avdic

İnanç Ve Teslim

En büyük mûcizeye sahipsin demektir, varsa sende Allah'a inanç ve teslim.
Çünkü cenneti ve hem Rabbi görmeyi kazandıracaktır sana, inanç ve teslim.

Berlin, 3 Temmuz 2012.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

5-Sözüm ona aydınlarımızın tarihselliği içindeki laikliği; 'bir inanç özgürlüğü' gibi görme, yanıltmasıyla; halkçı anlamanın bir ürünü olan hoşgörücü olmayı; laiklikle, karıştırırlar. Ya da şöyle söyleyelim; eğer laiklik inanç özgürlüğü ise hoş görü neye yarardı? İttifakı dönemin var olmasından bir süre sonradır, hoşgörü zaten zorunlu oluşla biraz biraz ortaya çıkmıştı. Ama bu dönemlerde laikliğin esamisi yoktur.

Yani, ittifak öncesinin sosyal yapıları; her biri aykırı ve her biri tekil olan totemi anlamalarının varlığı, içindeydiler. Bu aykırı ve farklı sosyal yapılar, ittifak içinde plüral ve kendilik bir totemi çoklaşmanın çatışması oldular. Çatışmaların kimi kez uzlaşmaları sonunda hoş görücülük zaten ittifakın içinde boy vermişti. Hoşgörücü ittifakların, günümüze dek çeşitli sosyal alan içinde girişen gelişen bir hoş görüsü vardı. İnsanlık sözde aydınların deyişiyle; yine hoşgörü demek olan(!) laiklik kavramını ortaya koyma zahmeti içine, neden girsindi acaba?

Tarihsellik, sırf oyun ve eğlence olsun; akıllar karışsın diye mi, hoşgörünün yanına bir de laikliği; hoş görücülük olarak mı ortaya koymuştu! Oysa mistik olan inançlar, halkçı girişmeli bir kavramıdırlar. Bu nedenle hoşgörü de: 1- ittifak eden farklı totemik yapılar içinde zamanla oluştu. 2- Hoşgörü ahitleşen etnik yapılarda kendi iç düzenli; iç sosyal barışlarını sağlıyordu. 3- Hoşgörü, ittifak içinde olan her grubun farklı totemi anlamalarından ötürü; ittifak içi sosyal yapıların büyük oranda kendi iletişim dilleri içinde kullandığı bir literatürüdür. 4-Oysa Laiklik, toplumsal dilin kullandığı; otoriter bilinçli bir iletime kavramıdır.

Yani laiklik, toplumsal olan sözleşmenin içinde kavranır. Ayrıca; inançların kendi içlerinde birer, 'inanç özgürlüğü olmaları' konusu da çok tartışılırdır. İnançlar asla bir özgürlük değildirler ki, inanç özgürlüğü olsundular. İnançlar kişisel, sosyal özgürlüklerin kullanımında, tercihler ve seçme olanakları olmak zorundadırlar.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu halde halk bireyi, kapsar ama toplumu kapsamaz. Çünkü toplumda; 1-üretim güçleri vardır. Kurumlar ve bireyin bunlarla etkileşmesi, üretim yapması, üretimin refah olarak halka dağılışı alt yapısı vardır. Örneğin toplumda olan bir fabrika, halk değildir. 2-Toplumun, halka; asayiş güvenlik huzur sağlayan, bireylere istihdam sağlayan, halka sağlık, eğitim sunan, konut gibi ihtiyacını sağlayan, halkın ve toplumun hukukunu belirleyen üst yapı siyasi ideolojik oluşumu vardır. Toplum da hukuk vardır, hukuk halk demek değildir. 3- Halk, toplumun; sadece birey yapısı ile kesişip, onu içerir. Birey kişiler halka karışır. 4-Halk topluma, hammadde sağlar. Öğrenci, sanatçı, yazar, ideolojiler folklor, inanç önderleri, vs. bu bağlamda yetenek havuzudur. 5-Halk yetkili kılınarak yürütme erkini seçer. 6-Halk, toplumdan sağladığı faydayı yararları geliştirmeyen, dış ilişkilerle tutumlaşmaların, uyuşup uyuşmamasına tepkilerini, çeşitli biçimde hak ve eylem olarak ortaya korlar. 7-Üst yapıya ilişkin halk tutumları, çok çok, alabildiğine gevşek ve çeşitlidir, gelenekçilik ve inançsal düşünme ve davranışlar çok daha belirgin ve baskındır. Bazı halk tutumu toplum tutumla iç içe geçer, kurumların spor folklor faaliyeti gibi. Ama bunlar birbirini aynılaştırmaz. Sadece bazı ortak yaşamı tutumlarla, kesişim kümelerinde ortak tutum değerlerler.

Daha birçok konu halk kavramında sayılabilir. Halktan kişiler, üretim gücünü, eline alıp üretim yaparsa artık halksal değil, toplumsal davranır. Halk, bir özel yaşam biçimi sürer iken, kişisel tekbenci refahın tüketildiği, modanın, toplulukların etkinleştiği, kişi sevgi nefreti, heva ve heveslerinin sarmalandığı insansal yapı tanımlılıktır. Toplum, nesnellikle, bireyin kılgın etkileştiği, üretme ve ürettirme ilişkisidir.

Sevgili eleştirmen devamla diyor ki;

Aforizma: “”Sistem; evrensel yasalarla sosyal yapıların felsefi bir planda tartışıldığı alandır. “” çok doğru.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sn: Yusuf Ziya Karahasan Oğlu’na Yanıt

Merhabalar efendim,
El ezher mezunu olup, Hac turları organizesi ile meşgul olduğunu belirten değerli dost, denememin ilgili kısmını okuduktan sonra aforizma diye aldığım cümlesinde, belirttiği gibi güya bütün eleştirisini ortaya koymuş!

Aforizma: ''Lakin benim din anlayışımı, demokrasi ve sosyal anlayışımı inkâr etme yetkisiniz size kim veriyor? '' Yusuf Ziya Karahasan oğlu

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Çünkü insanın eylemselliğini artıracak oluşumu, artık zamanı ve avlanma kolaylığın daha az kişi ile av yaparlığını, bu mızraklı hüneri sağlamıştır. Ve tekerlek bu temelin ilerleyişi sonucu, toplumsal yapının kurulup işleyişi ile meydan almıştır. Değilse sanki insanlar uygardı da, tek sorun bu uygarlığı uzak yerlere tekerlekle taşıyarak tanıtmaktı, gibi bir zorunlu kıt olur bir yanılgıya düşeriz. Mızrağın avlanma ve güvenlik sağlamayı kolaylıkla üretir olması, toplumsal üretişin de temeli olmuştur. Paralelinde av yaparlık ve toplayıcılık sürerken, çobanlık ve tarım üretimi de uç vermeye ve evirilmeye başlamıştı. Bunlar toplumu ve toplumsal yapıyı belirledi. Tekerlek bu yol alışın zorunlu gelişmesidir.

Özgürlük söylemi halksal yaşayışlarla, inançlara temel yapılıp, en çok karıştırılıp istismar edilen sözcüktür. İnanç temelde soyut ve özgürce bir tıkanış tutumudur. Bu hiç bilinmez. Kendini sınırlayıp taşamamadır. Sizin, hiç bir inanmayı belirleyip, düzenleyemez oluşunuz katkın olamayışınız tıkanmanın kendisidir zaten.

İnançlar belli bir gözlük taktıklarında dolayı, beli bakışı zorunlu kılarlar. Zaten özgür düşünememenin, özgür olamayışımıza, kendisi; bir nedendir. İnanmayı, özgürlük olarak tanımlayarak, inanç özgürlüğü denmekte! Somut deneysel olmaması, herkesçe aynı kabul edilmemesi, değişmez ve zamanlar üstü olması gibi olumsuzlukları da cabası.

Hâlbuki kişiler, halk içinde bırakın inandım demeyi, doğduğunda daha, inançları nüfusuna işlenmiştir bile. İnançlıdırlar. İnançları karşılaştırmadan inançlı olmuştur. İnançları tanıyıp eleştirip, aralarında bir seçim yapmamıştır. Ki özgürlüğün ilk adımı atılmış ola...
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu yüzden, toplumda nesnel işleyişin en savunucusu kişilerden, inakçı olanlar, inakçılığa düşenler de olur. Bu tür ilerici doktrinler, ileri görüşlülükler zamanla ve saltıkçı tutumla reçetecidirler ve reçeteci inakçılığa düşmekten kurtulamaz. Bu nedenle inan, inanç, inakçılık, inancılık gibi tutumlar toplumun çatışma ve gerilim alanları olmakta. Bu bilinçle yaklaşmayan bireyler ve yöneticilerin kendileri, sorunun kendisi ve bir parçası, olup çıkarlar. Bu, yanılma o düşüncenin, o doktrinin gelişmeci, dinamik yanını göremeyip, öğretinin somuttaki halini, saltıklaştırdıkları için, inakçı olup çıkarlar.

Oysa bu saltıklaşan yan, diğer yan olan, gelişmeci dinamik yanla bağıntılı ve ilişkindir, birlikte çalışırlarsa, bir anlam ve somutluk var ederler. Yani inakçılık körü körün eliği ve pratikte kopmayı, size dayatır. Sistem ne olursa olsun, kim tarafında kurumlaşırsa kurumlaşsın. Bu kurumlaşır oluşun, nesnel dinamik ve gelişmeci yanı, değişmezlik kuralları içertilirse, o öğreti (doktrin) , kaçınılmaz olarak inakçılığa düşer. Yani gelişen kurumlar, sistemler, öğretiler inaksal olamaz. Bu yüzden inaksal, inakçı ve inalcı tutumların, toplumda, temsillilik, taşınırlık uygulanırlık talebi olamaz, olmamalı da.

Ne ussal, ne mantıksal, ne de deney ve uygulama ile doğrulanmamış bir şeyi kabul etme olan inan, Hiçbir zaman bilinemeyecek olana bağlanma ve onunla, öznel arasında bağ oluşturmadır. Yani inan, toplumsal olanın, bilginin sınırları dışındadır. İnak, eleştirmenin üstünde tutularak kabul edilen düşüncedir, inan ise, hiç tanıtlanamaz olanı, kabul ederliktir. İnakçılık bir yetkeyi (otoriteyi) , doğru kabul etme ve yetkeyi delil saymayı, tanıtlanmış kabul etmektir. İnancılık bilginin yerine inanmayı koyan tutum ve davranışlardır. Bunları tekrar bir arada tanımladım ki; gelişmeci, dinamik, somut olan toplumsal devinimle, inançların nasıl ters düştüklerinin, iyi bir ussal kıyaslaması yapılabilsin diye.

Bunları zaten biliyoruz diyen olabilir. O zamanda şu sorulmalı. Madem biliniyor da, bu inancı, inakçı ve inak tutumları, olmaması gereken yerde ve düzlemde, yani toplumsal örgütlenme ve siyasada, neden talep ediyoruz? Akıl ve akılcılık, realite bunun neresinde? Bireyin haznesinde olacak öznellik, toplumsal siyasa ile çalışır mı? Çalışırsa, inançsal görünümlü ama mutlaka nesnelliği uygulamak zorunda olan, çok ağır gelişen bir yapı olur.
..

Devamını Oku
Şerafettin Muş

İnanç Suç Olmamalıdır

Zihniyetin katilleri
İnanç katliamı yapar
İnsan zihniyetin de ki
İnanç suç olmamalıdır

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Temel, kategorik zihin bağlantı kalıpları ve mantık giriştirme yetileri, daha çocukluk yaşlarında kazanılır. Ve bu çocukluk dönemlerindeki öğrenmeler, somut anlamaların girişmesinden daha çok, duygusal, dinsel verilerle öğrenmeye daha açık yetiştiriliştir. Çocukların, bu dönemdeki algıları korku tedirginliklerinden etkilenmeye açık bir körleşmedir. Çocukluk dönemdeki öğrenmelerinden oluşan kemikleşen eğilimleri, tutum ve ön yargıları, çocukların ömür boyu süreceği ve etkisinden öyle kolay kolay kurtulamayacağı, bir formelleşmedir. Bu formelleşmeye format da atsanız, kemikleşen yanı alttan alta, hep kişinin mantık akışını kontrol edebilmektedir.

Dinsel eğitimle, Dünya'nın altı günde yaratıldığını öğrettiğiniz iyi bir inanır mümin kişi, doğal bilimin, gelişmeci olan, milyarlarca yıllık yaratılış evrimini kavrayamaz. Ha keza, on bir çeşit insan yaratılışını öğrenen bir mümin inanır kişi, şaşkındır. Ya da şüpheyi içinde sindirmiştir. İnanç eğitimli mümin kişi önce topraktan yaratıldığını öğrenir. Sonrada bununla çelişen bir başka yaratılış öğretisi olan suda yaratılmayı öğrenir. Hele bir de, hem sudan hem topraktan yaratılmanın ikisiyle de tamamen çelişen şekli olan, kan pıhtısında yaratılma varyantını öğrendiğin de, neler olur? Kocaman bir hiçtir. Aslında tam bir iyi mümin burada şekillenip yumuşatılır. Müminin hiç şüphe ve kuşku etmemesi, böylesine bir inançlaşmanın susmasıyla olasıdır!

Kişi hiç şüpheci mantığa bulaşmadan, bunları kabul edecektir. Daha açığı kişi açıkça düşünüp de akıl etmeyecektir. İnancı ona, düşün, akıl et dese de bu böyle! Daha beyin burada iken böyle bir travmayı yaşamıştır. Beyin istop etmiştir. Akıl etmeme, erdem olmuştur. Bir kez, bu mantık kabullenildi mi, gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Kişiler, bunu böyle kabullenip, bu kalıplarla algılaşıp, olay, olgu ve düşünmelerini, böylesine susarak mantıki davranacaktır!

Toplumsal eğitimin amacı, yükümlüleşen bir üretime dönük eğitim öğretimdir. Yurttaşlaştırmadır. İnsanı, ruhsal geliştirme iken, halksal eğitimin amacı inançlaştırmadır. İnsanı iyi bir mümin kılmaktır.
..

Devamını Oku
Erdal Ceyhan

3.İdeolojiye Takılma:

Her şeyden önce kabul edilebilecek bir tanımla yola çıkmak lazım: “İdeoloji, politik yada toplumsal bir öğreti oluşturan, bir devletin, bir hükümetin, bir partinin, bir sınıfın yada toplumsal bir kesimin davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, moral, estetik düşünceler bütününe ideoloji, denir.

İdeolojiler bazen,devlet düzeyinde ve halkı bağlayıcı şekilde yaptırımlar getirirler. Bu şekilde insanlar bu ideolojilere, bir inanç olarak değil, politik bir yaptırım olarak inanmak,uymak zorundadırlar. Bazen de ideolojiler,sadece inanç düzeyinde, zihniyet düzeyinde kalırlar ki,o takdirde insanların inanmak veya inanmamak, seçmek veya seçmemek hakları vardır.

Türkiye’de ideolojiler genellikle sağdan sola doğru açılım gösterir. Her ideoloji çerçevesinin kendine özgü kavramlar dizisi ve bağlantıları vardır. Örneğin sağcı,muhafazakar bir şairin şiirleri ve düşünceleri bir içerik analizine tabi tutulsa, şu sözcüklere bol bol rastlamak mümkün olabilir: kuran, namaz, hac,Allah,Peygamber, inanç, din, iman, inananlar vb.
..

Devamını Oku
Ahmet Kemal

İSRAİL OĞULLARI VE

İsrail oğulları kendilerinin Allah’ın dostu ve sevgili kulları olduklarını söylüyorlar. Kitaplarında yazıyor bu. Hatta bizim kitabımızda bile yazıyor. Ancak bu onların asıl adı İslam olan, evrenin yaratıldığı günden bu güne gelmiş geçmiş bütün dinlerin tek ve eşsiz adı olan İslam’a inandıkları ve onu yaşadıkları zamana aitti.
Elbette ki Allah’ın emrine gerçekten uyanlarla sapıtmışlar bir olamaz. Tahrif edilmiş kitap Tevrat ile onun uyduruk tefsiri Talmut’un yanlış ve sapkın öğretileri İsrail oğullarını yanılgıya uğratmış, onlara kendilerinin Allah’ın sevgilisi olduğuna inandırmıştır. İşte bu sapkın öğretidir ki bu gün Ortadoğu İslam dünyasının kalbine mızrak gibi saplanmış orada bir yangın olmuş, önce Filistin’i sonra Müslüman dünyasını yakmaktadır. Bu gün bütün bu olup bitenler bu sapkın inancın neticesidir.
Bu sapkın inançtır ki onları zulme sevk etmiş, acımasız katil yapmıştır. Bu sapkın inanç yüzünden onlar gözünü kırpmadan çocuk ve hamile kadınlara kıymakta onları acımasız bir şekilde katletmektedirler. Kurban ibadetini şeraitlerinden kaldıran bu insan müsveddeleri sapkın inançları doğrultusunda Müslüman öldürmeyi bir ibadet telakki etmektedirler. Bu telakkidir ki yarım aşırı geçkin bir aşıra yaklaşan bir zaman boyunca yerlerinden yurtlarından ettikleri Müslümanları koyun gibi boğazlamakta, ocaklarına ateş düşürmektedir.
Gece gündüz demeden bu mübarek ramazan gününde evlerini bombalamakta, acımasızca öldürmektedirler. Bu sapkın inanç yüzündendir ki hiçbir kural tanımamakta hastaneleri bombalamakta, hastaların üzerine ateş yağdırmaktadır. Bu yüzdendir ki Birleşmiş milletlere sığınanlara bomba atmakta dünyaya meydan okumaktadır. Dahası ölülerini kaldıranların, yaralıların yardımlarına koşanların üzerine karadan, havadan ve denizden ateş yağdırmaktadır.
Dünyanın kabul ettiği insan haklarını hiçe sayan bu zihniyet küstah ve azgın bir zihniyettir. Bu zihniyetin insanlıktan asla nasibi yoktur. Bu zihniyet tanrıtanımaz bir zihniyettir. Tanrı diye ortaya sürdüğü put kendi emrinde hayallerinde yaratmış oldukları putlarıdır ve onların hunharca isteklerini onaylamak ve vicdanlarını rahatlatmak için bir pompa vazifesi gören uyduruk inançlar manzumesidir. Buna ne kadar inanç denebilirse o kadar inanç sayılır bu. Bu inanç aslında Şeytanın felsefedir ve insanlığa din diye yutturulmaktadır.
..

Devamını Oku
Ahmet Kemal

EVRİM TEORİSİ YALANI

Bu yalan asırlarca nasıl sürdürüldü. Bir teoriyi bilim diye yutturanlar tüm dünyayı aptal yerine koydular.
İspatlanamamış bu teori için yüzlerce yalan belge düzenlediler. Yahudi Darvin attı ortaya bu teoriyi. Sonra tüm Yahudi kuruluş ve örgütleri arkasında durdular bunun. Sözde bilim olarak yutturdular bu büyük yalanı. İslam ülkelerinde –Hristiyan ülkelerde olduğu gibi- eğitim sistemlerine dahil ettiler bunu. Okul kitaplarına soktular. Bilim diye öğrettiler derslerde. Böylece nesilleri ilahi doktrinden kopardılar kitlelerin inançlarını sarstılar. İnançsızlık uçurumuna yuvarladıkları nesilleri kolayca avladılar. Uyuşturucu ve kumar batağına batırdılar. Hatta ahlaksızlık çukuruna ittiler. Böylece dünya çapındaki sömürülerini sürdürdüler.
Dine doğma dediler, kendi dogmalaştırdıkları yalanları din haline getirdiler.İlkokul üçüncü sınıflarında hayat dersleri kitaplarında gördüğümüz bu müthiş yalanı biz imanımızla reddetmiştik. Ama bizim kadar şanslı olamayanlar da vardı. Kimileri bu yalana din gibi inandı. Oradan pozitivizm çukuruna yuvarlandılar. Orada da kalmadılar pozitivizm onları tatmin etmedi. Oradan komünizm gayyasına battılar. O gayya onları dibe çekti, ateizm cehennemine battılar.
Bu inançları, ya da İslam’a olan inançsızlıkları yüzünden milletle ve onun düşünce yapısıyla bağlarını kopardılar. Bağlarını koparmakla kalmadılar, onlarla savaştılar. Kendi milletine onun inanç değerleriyle korkunç bir şekilde saldırdılar.
Hepsi bu inanç değerlerini kaybetmeleri yüzündendi.Hepsi bu inanç dünyasından kopartılmalarının bir sonucuydu. Hepsi İslam ruh ve düşünce dünyasının bir sahte bombayla infilak etmesi sonucuydu. Bir nesil böylece milli ülkülerinden kopartılarak yabancı mihrakların oyuncağı haline geldi. Yabancı inanç ve değerler uğruna birbirleriyle savaştılar. Uluslararası sermaye ve sömürü odaklarının emrinde birbirlerini öldürdüler. Bir kısmı genç yaşlarda hayatını kaybederken, bir kısmı en güzel çağlarında zindanlarda çürüdü. Ülkeler kaoslardan kaoslara sürüklendi. Bu arada ülkenin zenginlikleri uluslararası sermaye odakları tarafından talan edildi ve sömürüldü. Hatta sömürü düzeni kurumlaştı, kurumlarını kökleştirdiler.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Temel konu, “”inanç, toplumsal bir talep midir? ”” Bu soruya yanıt aradığım bir çalışmamdır. Eğer inanç, toplumsal talep ise, toplumda inanç istemeyiz demek, ışıklı kavşak istemeyiz, Ya da hastane nenize gerek, demekle, eş tutulmalı demeye getiriyorum! Çünkü toplumsal talep böyle bir zarurettin duyulmasıdır.

Yok, eğer toplumsal talep değil de, kişinin bireylik ve öznellik var oluşu ise, toplumsal dayatmadaki yeri ve anlamı ne? Diyen bir çalışma sunmaya gayret ettim.

Durum bu olunca, monarşik, demokratik, oligarşik gibi tanımlamayı hiç anlamadım. Bu sayılan siyasi tutumlar, toplumsal somutluğun doğru veya yanlış olabilen, süreç içinde tercihen, Ya da dayatma ile işlettirilen yanlarıdır. Ben bu konuları incelemiyorum ki... Hiç bunlara taraf, Ya da karşı olurluğum, işlenmemekte. Aksine bu oligarşik, monarşik tutumlar inançları da toplumsal yapıda sömürü unsuru olarak kullanan yapılardır. Bana bir; oligarşik monarşik yapı söyleyin ki inançları yönetimde kullanmamış olsun! Ki bende bunu savunayım!

Aforizma: “”evrensel akışla sosyal buhran arasındaki zıtları tasfiye ederek ilerleyen kompoze akışın tarihsel vektörlerini gösterebilmeli “”
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İnanç üzerine

İnanç, iman: Bireyin kendi çabası ile yeteneklerini (akıl, zekâ, v.b.) kullanması sonucunda vardığı kişisel bir kanaattir. Mevcudatı sorgular, inceler; neden, niçin, nasıl? Sorularına cevap arar. Nakil yoluyla gelen (onu etkileyen tüm birikimler nakil dâhilindedir; ebeveyni, öğretmenleri, kutsal kitaplar, ozanlar, peygamberler, filozoflar, bilginler, v.b.) bilgileri akıl süzgecinden geçirdikten sonra vardığı kanaattir. Bu kanaat her bir insan için farklı olabilir. Çünkü her insan ayrı bir âlemdir. İmanın zıddı olarak bildiğimiz “inanmama” hali de bir kanaattir. Yani o da aslında bir nevi inançtır…

İnanç olmadan aksiyon da olmaz, fiil inanca tabidir… İman ile oluşturulan bu kanaatin günlük yaşama geçirilmesini “din” olarak görebiliriz. Yani kişi kendi kanaatine uyan prensipler çerçevesinde yaşamayı arzu edebilir. Bütün dinler “İlahi nizam”ı açıklamak maksadına yöneliktir. Farklı olmaları nasıl açıklanır? Zaman içinde bazı dinlerin orijinalinden uzaklaştırıldığını söylemek pek de yanlış olmasa gerek. Hangi dinin ne kadar değişikliğe uğratıldığını belki bilemem ancak şu kadarını söyleyebilirim; Eski olan yerini yeni gelene tam manasıyla olmasa da bırakmış veya bırakacak gibi görünüyor… Birey hangi din veya beşeri esaslar çerçevesinde yaşamak istiyor ise bu konuda özgür iradesini kullanmalıdır. Yani harici müdahale olmamalıdır.

Başta değindim inanç aksiyonu belirler. Kişi inancı (kanaati) sonucunda; dindar, dinsiz veya ateist olabilir. Bu seçim kişisel tercih olarak değerlendirilmelidir. Çerçeve olarak “Dindar”a herhangi bir dini esası kabul etmiş kişi olarak bakabiliriz. İmanı olan ancak herhangi bir din ile amel etmek istemeyeni de “dinsiz” olarak tarif edebiliriz. İnançsızı nasıl tarif edeceğiz? Yani insanları, kâinatı, mevcudatı yaratan ve itaat edenlere mükâfat vaat eden, isyan edenlere ceza vereceğini ihtar eden bir varlığın olmadığı konusunda kanaat oluşturan, buna inanan kişiye de “inançsız” diyoruz. İnanmayan için dini esas ve ritüellerin hiçbir bağlayıcılığı yoktur. İnanmayana herhangi bir dini kuralı kimsenin dayatmaya hakkı yoktur. Hatta inanana da din hususunda dayatma söz konusu olmamalıdır. İnançsızların semavi veya batıl bütün dinlere eşit mesafede olduğu düşünülür. Fakat bazı dinlere gayri ihtiyari sıcak baktıkları, bazı dinlere veya dine de şiddetli karşı çıktıklar görülür.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Mükrime Dilekçinin İnanç Ve Toplumsal Talep 2 yazıma gönderdiği eleştiri


Aşağıdaki Yazı, Sayın Mükrime Dilekçi tarafından 12.04.2008 tarihinde Antolojim sayfasına eleştiri olarak asılmıştır. Bende buna ve diğer eleştirel yazımlarına karşılık 4 cevabi yazıyı bu yazının altında yayınladım.


Öncelikle yazınızın düşünce sancılarını üstlendiğini ve bu sancıyla kaleme alındığını hissettiğimi belirtmeliyim. Ancak sancılarınızı sadece bulunduğunuz yerde çektiğinize ve inanç konusunda yazdığınız bu yazıda inanç kavramını kullanıp inancı kendi yargılarınızla çerçevelediğinize inanıyorum. Bu konuda sağlıklı bir şekilde bir yazı kaleme almak için inanca dair kaç kaynak okuduğunuzu merak ediyor ve yazınızın tezlerini savunmayarak aksine farklı kanatta yer alıyorum.
..

Devamını Oku
Ahmet Kemal

TÜRK ŞİİRİNİN YENİ DAMARI

Bu dört şair son devir edebiyatımızın yüz akıdır. Tanzimat, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati ve Milli Edebiyat gibi aciz edebiyat hareketleri Türk Edebiyatını gerçek anlamıyla temsil etmekten uzak, ikinci sınıf bir edebiyat birikimi oluşturmuştur.
Servet-FünunTevfik Fikret, Fecr-i Atide Ahmet Haşim gibi birer örnek sesten başka soylu bir ses bırakamamıştır. Ancak Fuzuli’den, Baki’den, Nefi’den, Nedim’den ve Şeyh Galip’ten gelen o engin soluk Tevfik Fikret ve Ahmet Haşim’le sürmüş, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Nazım Hikmet ve en son Sezai Karakoç’la bayraklaşan büyük soluğun sürmekte olduğunu görmekteyiz.
Bu soluk Türk şiirinin altın çağı olan Klasik edebiyatımız Divan edebiyatının büyük soluğudur. Her ne kadar bu soluk şekil değiştirerek devam etmişse de aynı soluktur. Bu büyük şairlerdir ki kaynağını klasik edebiyatımızdan almış, onu yeni şekil ve biçimlerde sürdürmüşlerdir. Bu yeni Türkiye’nin eskisinden ilham alarak yola devam ettiğinin bir göstergesidir.
Cahit Sıtkı, Ziya Osman, Atilla İlhan, Orhan Veli ve İkinci yeni grubu gibi şiirin bu asil damarını sürdürmüş damarını görmekteyiz. Bunun dışında bir takım gruplara girerek şair görünmeye çalışan müteşairlerin varlığını da fark etmekteyiz.
Fikret divan geleneğinden birçok açıdan kopmuş müstağrip bir kişiliktir, divan şairleriyle taban tabana zıt bir inanç peşindedir. Ama yine de Türkçenin şairidir. Bizimdir. İnanç olarak bizden bir değilse bile dil ve kültür olarak bize aittir. Tarih-i Kadim’i şiir olarak mükemmeldir ancak İslam inancı açısından yüzkarasıdır. İnancını kaybetmiş bir müstağribin cehennemi feryadıdır. Onun şahsında son devir edebiyatımızın tereddisini haykırır.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Hele bir de yaşlılık ve sosyolojik psikoloji, orucun rehavetine eklendiğinde, vahamet daha bir artar. Buna direnç, sizin makul olmayan tutumunuzu gösterir davranıştır. Oruç sizi, nöbette uyuşturup bir an dalgın kılacaksa, sonucu siz düşünün. Efendim oruçsuzda dalınmaz mı? Dalınır ama bu bile bile lades olacak ve yaygın olacaktır. Hatanın kendisini elimizle yürüre icmal etmek olacaktır. Oruçsuz dalınma, kişinin inisiyatifi ile önlenir. Ama orucun meydan vereceği toplumsal elim sonuçlar, kişi inisiyatifi ile değil, kurumların yaptırımı ile olacaktır.

Bu anlatım, aslında nesnel olmayışla, temelsiz bir sansasyondur. Tıpkı toplumda sürüp giden kör dövüşü gibi. Halksal tartışmayı toplumsal tartışmaya dönüştürüyoruz. Sanki bir toplumsal üretim olan, sağlık uygulamasını, topluma ve halka nasıl uygularsak verimli olur hakça olur ve ahlaki olur mesabesinde görerek, toplumda yeri zamanı ve nesnesi olmayan bir konuya ilişkin tutumu; toplumda imiş gibi vehim ederek, sapla samanı karıştırmalar yapıyoruz. Ama bu kişisellik de olsa, oto kontrol kazanımın, toplumla uyuşma yanımız değin aklımızda not olarak kalabilecek hatırlama olacaktır. Unutmayalım, halk olarak, toplumun nesnel yanının, bize değil; bizim toplumun nesnel yanına gereksinimimiz vardır. Uymaktan zorunluluğumuz da, toplumun bizden bağımsız oluşudur. Hak, özgürlük diye; soyut zorlama ile mazereti delil gibi dayatamayacağımız gerçeklik, organik ilişkilerin nesnel yasallığıdır.

Toplum, yaşama gereklerinin, üretim ve paylaşımının ortaya koyduğu bir sosyal organize durumdur. Bu durum toplum yasalarını, yaşam gereklerini, ortaya koymanın, sürekli olarak üretildiği, etkiyen etkilenen, insan düşüncesinden ve insan iradesinden bağımsız, bir yapı ilişki örgenliktir. Toplumsal istem de, bu yasallığın, sizin farkında olup, kurallaştırıp, genelci normatiflikle yasallaştırmanızdır. Ve insan örgütlenme hak ve Özgürlüğünüzü, buna göre ilişkilendirmektir. Yani toplumun temelini, yaşamın nesnel somut koşullarında alıp, insan yaşamı ile bire bir ilintililiktir. Siz bu bağlılıkla ürettirerek egemenlik zenginliğini varlarsınız.

Şunu tekrar vurgulamak isterim. Spekülasyon ve kör dövüşünden kaçınmak için: Tartışma konu ve nesnemiz, böyle toplumsal temele oturmalı bu temelden söyleyeceklerimiz, karşı oluşlarımız, haklı Ya da haksız oluşlarımız, ortaya konmalıdır. Eksen uyuşması olmalıdır.
..

Devamını Oku
Âşık Enver Gürkani


Dört güzel şey Yüce Hakkın lütfüdür
İnanç vatan bayrak birde dilimiz
Kıymetini bilsek bize kafidir
İnanç vatan bayrak birde dilimiz

Anlamsız şeylerden değilim yana
..

Devamını Oku