Bir kere toplum ve halk ve siyaset kavramları, kafalarda farkındalık olarak iyice oturmuş olmalıdır. Toplumu halk saymak, halkı toplum ve siyaset görmek, toplumsal siyasetle propagandif parti siyasetlerini eş değer yapmak toplum yönetimlerinin ve halkın en büyük açmazıdır. İkinci olaraktan da, toplumsal kültür olanla, halksal kültür olan, karıştırılmamalıdır. Üçüncü olaraktan da, toplumsal olanın kararını, toplumsal olan, nesnel ilişkilenmenin verdiğini bilmeliyiz.
Türban, toplumsal bir kültür değildir. Sosyal (kişi keyfilikli yaşamı tüketmeli) , halksal ve kişi öznellikli; kişi-kişi, kişi- grup ya da kişi cemaat, girişmeli fonksiyonelliktir. Toplumsal olan; zorunlu olarak, canlı ve cansız bir üretme, üretimi bölüşme, ilişkisidir. Toplum bir tüketim alanı da değildir. Arabayı toplumdan alırsınız, sosyal (halkçı) yaşam içinde de, kullanımını tüketirsiniz. Türban talebi, ne üretimin (toplumun) ilişkileniş zorunluluğudur. Ne de üretimin yaklaşık doğrulukla, dağıtılmasının (toplumsal paylaşımın) bir zorunluluk talebi, değildir. Sizler cemaat ilişkisini, toplumun ilişkisi yerine koyduğunuz an, iş şirazesinden çıkar.
Ki toplumsal bir kurum ve kuralların aidileşme ilişkisi de, toplumsal kültürümüzü oluştururlar. Ne yazık ki inançlar, bunun (toplumsal kurum ve kuruluşların) içinde hiç yer almıyor. Üzgünüz ki toplumsal ilişkilenişler nesnelden, nesnelin üretiminden, üretimin gücünden geliyor. Nasıl toplumu inançlarla düzenleyemezseniz; halkı da, tüm bir nesnelliklerle düzenleyemezsiniz. Halk tam bir soyut inançlar yaşantılaşma alanıdır.
Bunları başardığınız zaman, “her şey tartışılır olmalı” sözünüz bir haklılık kazanacaktır. Her şeyin tartışılırlığının bir alan, zaman, zemin devinmesi içinde, yerli yerinde, olduğu görülecektir. Yoksa her şey tartışılmalı diyerekten, halksal olanı, toplumun başına; toplumun içinde olanı da, halkın sırtına kondurup, boşu boşuna olgu devindirilmesi için kan ter içinde kalmanın, beyhudeliği değildir. Halkla, toplumun ayrı alan olduğunu kavrayamayan insan, nasıl her şey tartışılır deyip de, tartışır olacaktır. Öznel, soyut sığınmaların siperinde veryansın da etmemeliyiz. Az çok alfabesi bilinmeyenin tartışması, kör dövüşü olmaktadır.
..
Artık inançtı olan, sosyal totemdi aktarımların, toplumsal yapı içinde; hiçbir kıymeti harbiye si kalmamıştı. İnançlar ve totemdi aktarımlar, putlaşan bir inanç anmayla hiç bir toplumsal işleyiş ortaya koyamıyordu. Ve totemdi inançlar toplumun bir kullanımı ve üretim ilişkisi değildiler. Bu yüzden inançtı totemdi algı laiklik ya da sosyal sekülerizm denen süreçlere yarılmak zorunda kaldı.
İnanç, toplumsal yüküm eşmenin; toplumsal sorumlulukların; toplumsal bağıntılılıkların; toplumsal işleyişlerin nesnel kuralları değildi. Bu neden ile inançlar toplum içinde paylaşılan bir sorumlulukla davranılamıyordu. İnançlar toplum gibi yaşamı olduran ve yaşamın ihtiyacı karşılanmasına kural ve yöntem olaraktan da tüketilip tekrar tekrar, üretim tüketim çevrimine sokulamıyordu. İnançlar toplumsal alakasızlıkları nedeni ile toplumun bir kullanımı değildirler. Halkın bir kullanımı idiler.
Sonuçta, tabu kavramının kaynağı, duygu iken, yalınç bir girişme olmayıp; birçok girişmelerin ortak bileşkesi de olmaktadırlar. Örneğin, serbest insan davranışları; insan-insan girişmesinden ötürü, kırpılmıştır. Kişiler, kendilik bir kişi yapabilirliğinden; kişilerin kendilik yapmaması gerekten kırpılışlarla, kişilerin kendilik yapamaz olmalarının sınırlanması (tabu) , girişmeleri olmuştur.
Bu gibiden insan-insan ilişkisiyle girişen, kırpılan, sınırlanan davranışlar, aslında kesikli sürekli olan evrensel ilişkinin, bir girişme zorunluluğudur. Ve bir anlamda insanlar, çevredeki olup biten kesikli sürekliliğin baskısını hissettiler. Bu bir evrensel yasaydı. Örneğin doğadaki bir oluşmada kırpılan davranışlara girmek zorundadır. Doğada söz gelimi demir metali oluşurken tüm her süreç demir olana değin sürmemiştir. Eğer öyle kendilik bir sür git olsaydı, demirden sonraki aşama maddeler oluşamazdı.
..
Bu nedenle, sanki bilmezlikle, toplumun tüm enerji sarfını ve zaman israfını, bu tür alan dışı, çağ dışı bir sahiplenişlerle, imam hatip okulları, bir meslek okuludur denerek, toplumsal meşruiyetlikler yaratılıp tartışılmaktadır! Bu bir tekçi mantığın bilgi düzey ve düzlemi sorunudur. Bu yüzden anlamsız yanlış kavgalara neden olmaktadır.” Ne var canım, halk dinini öğrenmesin mi! Ne var canım, dinsel eğitimli olanlar da bu vatanın evladı değiller mi, mimar mühendis de oluversinler! Savcı olsun! Doktor olsun” vs. vs. denmesi akıl perdelemektir. Ya da akılları perdelemeye matuftur. Bu tür söylemler hiç bir toplumsal haklılık sağlayamaz.
Mantığın işleyişini bilen herkes, buna güler. Azcık aklı olukta aklı işleyen herkes, bu söylemlere ve söylemlerin zavallılığına veya kitleler için, bunlar nasılsa anlamazlar diyen anlayışlarına, burun kıvırıp geçerler. Bilinir ki toplumsal eğitim de ki toplumsal kültür de ki amaç, sizin mantık koyuşunuzu şekilleşmektir. Sizin mantık işletişinizin ve olayları, olguları, yorumlayışınızın biçimlenişidir. Olayları analiz etmeniz için, size kalıpçı devindirme alanıdırlar. İnançlar bu yolu çok sistematik olarak kullanır.
Hani çok kere, dinsel eğitime,” demokratik hak” denir ya, işte bu söyleyiş hiç toplumsal demokratik hareket değildir. Çünkü halk ve toplum istemli olan demokratik hareketler, halk ve toplumsal alanda biri biri ile uyuşmazlar. Ve her biri, birinin diğer alanında devinemezler. Söz gelimi halkın istemini halk içinde bir demokrasi hareketi sayarsak. Böylesi bir inançsal eğitimde halk içinde demokratik anlayış olacaktır. Halk eğitimi koşulsuz bir inanmanın ve otorite koymanın ve itaat etmenin eğitimidir.
Oysa toplumsal eğitim, bilimseldir. Deneyimci mantık edinmenin ön koşuludur. Sorgulayan mantık edinmenin, ilkesel demokratik hakkıdır. Bu bağlamda siz, her hangi bir toplumsal alandaki çalışmayı, eleştirirsiniz. Hatta kimi yasaların kalkmasını istersiniz. Yasaları eleştirirsiniz. Kalkanın yerine, yeni yasaların konmasını talep edersiniz. Bu bir toplumsal demokrasidir.
..
Sınav
Evrensel sistemde işleyişe, sınav ya da imtihan demenin mantığı şudur; sınav varsa bir de sınavcı vardır, sınavcı kafaya alınırsa, yalakalık yapılırsa sınavı geçerim zannı! Oysa evrensel sistemde işleyişte aslen yolsuzluk olmaz! Aldanışlar çok olur ama o dahi sonuçta sergilenir!
İnsanlar ilahlar üretir. Son din ise ilahları reddeder ve "Tek bir Allah var! " diyerek ilahların sonsuz kapısını kapatır.
Yani ya "Ben" varım, yaratan da benim. O dahi "Ben" dir. Ya da hariçte bir "İlah" vardır o da şirktir. "La ilahe illallah" İlah yok Allah var. Yani "Ben" den ayrı bağımsız bir " İlah" da olmaz. Benden bağımsız ise bana etkisi olamaz! "O'ndan üflenen benlik" söylemi buna işaret.
..
Aforizma: “”her dayatmacı düşünce dayattıkları tarafından yıkılır gider. Birincisi, tarihleri galipler istediği şekilde yazar “”
C-Bu düşünce ile bir inancın, bir mazlumiyet’in savunulan, sesiz çığlığı var edilmede gibi bir iletişim sezilmede. Atatürk'ün bir galip olarak, toplumdaki inanca ilişkin düzenlemeye keyfi karşı olduğu ima edilmek istenmekte gibi. O kadar masum bir savunma ki, bir kızgınlığı gösterir iken kendi ayağına kurşun sıkmaktadır. Veya kendi gözündeki merteği görmeyip, başkasındaki saman çöpünü görmektir. Bu asla razı olmayacağı ama kendi inandığı İslam peygamberinin de bir galip olduğunu ve tarihi istediği gibi yazdığını saf olarak farkında olmadan söylemektir. İnancın akıl köreltmesidir.
Ben diyorum ki, nasıl üretim gücü oluşturmuşsanız, öyle ilişkiler geliştirip, üretirsiniz. Ve ona göre, düşünüp paylaşırsınız diyorum. Karşı olunurluk, öznel düşünceciliğin. “”bir bileninin vaz ederliğini”” ihdas ederlik olduğundan siz pek duyulmazsınız. Hiç alakası olmayan bir ilişkileme. Kim dayatıyor? Kim, neyi, istediği gibi tarih yazıyor? Ben bu konulara girmedim de anlatımlarımla. Konu o zaman özelleşir bir felsefe analizi olmazdı. Bu yazılanı anlamak isterlik değil, kafadaki şablonu, aceleci bir feveranla bir yerlere ilgileme gayretidir.
Sözün tümü öznel düşünceciliğin kendi çelişkileri. Biz tarihi ne kadar çarpıtırsak çarpıtalım, tarihin nesnel yasaları, onu elimine eder. Ben nesnel ve toplumsal yasalardan bahisle tez ediyorum. Tarihin, nesnel ilkeleri ve kendi gelişmesi ile sistem kendini olgunlaştırıp, yeniye yönelip, kendini dönüşmeğe eğilimler. Tarihi kişiler bu nesnel yasalara uygun öznel, aydınlık ve tutarlı kuram ile tutum koyabilirse akan seyri yönlendirebilir. Çıkarcı karşı oluşlar, siyasetin kısır olan, ceberutluğunun buradaki kalıcı olamayacak etkilemeleri konu dışıdır. Bu söylem, yukarıda belirttiğimiz gibi, tarihi süreçleri; kral, prens savaşları ve tutumlaşmaları sayma mantığının tezahürüdür. Üstelikte benim anlattıklarımdan böyle bir anlamın neye nasıl ilişkilediği de belli değil. Sanırım Atatürk hedef alınmakta. Biz nesnel gerçekliği bilmeden, öznel inandırmaların peşinde olur isek, toplumsal üretimi yapamaz isek; galipler elbet dayatmaları yapar. Ama bunlar benim incelediğim konular değil ki.
..
7-]Ancak, toplumların mümini olmaz. Toplumun bireyi vardır. Toplumdaki bireyin içinde taşıdığı inancı vardır. Ama inancı toplumda aktif olamaz. İnanç toplumda bireyler içti dünyasının düşünmesidirler. Söz gelimi toplumsa üretim alanı içinde bireyler; hiç bir inanca dek olan soyut anlamaları, toplum içinde kullanamaz. İnancı anlamalarıyla kişiler toplum içinde inançlarını; ne bir vida sıkma işinde yararlanabilir; ne bir radyo devrelerini tamir ederken yararlanırlar. Ne de makinanın dişlilerini yağlarken inançları kişilerin, kullanacağı teknik bir donanımıdırlar. Kişi inançları, ne bile bir kundura üretmenin bilgisidir.
İnançlar, ne de bir eğitim öğretim alanının, eğitim öğretime hazır oluş ön koşul ilişkisidir. Ne eğitim öğretimin deneyse ve edimse, bilimsel plan, projeye dek olanla, anlama öğrenme metot ve ilkeleri içinde bir yol ve yöntemin kullanımıdırlar. Bu yüzden bir inanca dek bireyin öznel içti taşımaları, sadece toplum içinde etkin olamayacaktır. Toplum içinde inançlar, herkesçe paylaşılabilir, zorunlu bir karşılıklı yüküm edilmenin koşulu olan toplum üretimi değildirler. İnançlar, toplumsal gücün zorunluluğunu içermezler.
Oysa toplumsal olan, toplumsal gücün organizelerini zorunlu kılar. Toplumsal olan; toplumsa olanın dışında sağlanamaz olandır. Bir uçağın üretimi, bir bilimsel yasaların keşfi gibi girişmeler toplum dışı zamanların, üretebileceği bir gelişme değildirler. Bu sağlanışların kendisini direktif edenin, sizin isteminiz dışınızda olan, bir icbarı vardır. Toplumsal yüküm aksadı mı, giderek zincirleme bozulmalarla toplumunuz biter. Oysa bir inançlar özelinde, sizin türban takmanız ya da takınmamanız, toplumsal sağlayışların, bir umuru ve gereksinmesi değildirler.
Şimdi inançların topluma entegre edildiği, toplumsal bir düzenlenme alanını ele alalım. Diyelim ki inanç, toplumsal ilişkindik durumların bir parçası olsun. Siz bir süre sonra kişinin inancına dek davranışlarını toplumun içinde; zorunlu ve sindirilir olucu alışma içinde olursunuz. İnancı, icaptan bir hareketler olacaktan; sistemin bir olgusu ve parçası sayarsınız. Toplumu böylesi bir kusurla algılayıp, bunu esastan sayışla bakmaya başlarsınız! Hâlbuki ki toplumsal hareketlerin içi kimi çok ani, sal saniyelerle yarışan durumların tetiklenmeleriyle oluşabilmektedir.
..
29]Halkın öz hareketi, artık bir tanımlılık olmuştur ve konvansiyonel olmuştur. Bu tanımlılık ve konvansiyon olmadan, inançlarınız, vaazlarınız, finans durumlarınız, geçici bir çoşku durumu yapmaktan öte, etkin olamazdı. Konvansiyon sonrasıdır ki bunların (inançların vaazların ve finansmanın) girişen, işlevleşen hareketleri başarılı ve sürekli kılacaktır. İnançlar bundan sonradır ki öz hareketi daha etkin bir yapıya ve yapı organizasyona kişilerini şevkle götürür.
Artık bu öz hareketin doğuşu da; gelişmesi de; kendisini, kullandıkça tüketen kaynakların tükenir oluşu gibi bir doğru orantı içinde, kendisini sınırlayacaktır. Hareketin sınırlanmasına giden süreçler finansmanın olmamasıdır. Harekete dek propagandacı vaaz eden motiflerinin olmayışı hareketi sınırlar. Yine, işgalcilerin artık fiilen ortada olmayışı gibi tükenir olan bu kaynaklar nedeni ile özhareketin sınırlanması sağlanır, olacaktır.
Bu yapılar (inanç ve vaazlar) hareketin oluşması için temel neden değildirler. İnanç ve vaazların yerine başka şeyler de konabilirdir. Ama böylesi bir öz hareket içindeki halkın, kendi kurtuluşuna dek oluşmaları konusunda, kendi kararının olması, temel ve esas tartışılmaz bir nedendir. Yani dış çevrenin finansman sağlaması ve propaganda yapar olması, dışa değin çevrenin şartlarıdırlar, Ama bu dış şartlar, halka değin içte olmayan, kendi öz kararı olmayan eylemleri de, tetikleyemezdi.
Örneğin inançların yerine, özgürlük, vatan sevgisi, topluma feda olmak, özgecilik, vatandaş gibi kararlılık yaratacak olan fevri inanmaları da koyabilirsiniz. Bu şevklendirici bilinçlenmeler ister inançlı olunsun, isterse inançsız olunsun, herkese hitap ederdi.
..
Komün kendi aç olanından sorumlu idi. Şimdi açlık bir anlamda olması gereken, bir hizmet etme durumuydu. Hatta açlık giderek tembel olmanın bir anlatımsal yorumlanmasıydı da. Çok çok sonra dan dan, inanç eğilimleri sistemleştikçe de, açlık Tanrı’nın rızıkları eşitsiz dağıtmasının ve insanı sınava çekmenin bir başka yorumlanmasının yansır olması olacaktı. Bir kes, çalışma ve yetenek ve mal edinmedeki farktan kaynaklı tutumlaşışlarla eşitsizlik ortaya konmuştu. Tüm devinimler ağ ilişki bağı, bu eşitsizleşmenin çatışkılarından giriştirilen üremeler olacaktı.
Sorumluluklarınız, sosyal, toplumsal, doğal ilişkilenişinizin sürdürülmesindeki karşılıklı duyulan, görülen, fark edilen, zorunlu yasal bir müdrikedirler. İşte, dış bir kaynağın size bildirim yapmadan, kendi girişme algılarınızın, kendi üzerinize düşen biçimleri ve biçimleniş şekillenişleri de sorumluluğunuz idi.
Bunların, ilişki ve girişimlerinden, analizler edinip, anlayamayanlara; terekküp edemeyenlere; öznel olaraktan, olup bitenleri kavrayamayanlara, eski tutumlu savunma direnişlerine, durumun yansıtılışı nasıl olacaktı?
Bunlar çok büyük tarihi kırılma dönemlerinin felaket, tufana uğrama algılarıydılar. Yeni ilişki biçimi; 'hem burası ve bu benim' diyen özelleşme mantığı idi. Hem de özelleşen mantığın dağıtır gibi olduğu yapıyı, yine kendi yeni ilişki biçimine göre değiştirerek, tekrar bir arada tutması zorunluluğundan, çatışmalar çıkıyordu.
..
Tarih; insana değin sosyal birliklerini, ilk kez etnik yapılar ittifakına sokuşu ile başlayan ittifaklaşma giriştirmeleri çok önemlidir. Ve bu tür ittifaklaşmalar çok değişiklikler geçirse de temel aksiyomları miladi dönemlere yakın sürelerine değin sürdü. Bu dönemlerin ahit girişmeleri olan ittifak aşması, uluslaşma ve imparatorluklar dönemine değin olan ittifaklarından, çok farklıdır.
Bu ilk dönem ittifakları, hep ilklerin ortaya konduğu girişmelerdir. Önlerinde hiç bir tecrübenin, gidilecek yola değin bir yol haritasının bulunmadığı girişmelerdir. Girilen yolda, yeni koalisyonlar pek zor kabul edilişlerin, direnç eşmesini ortaya koyuyorlardı. Bu ittifaklar, gelecekteki toplumsal olacak olanların ilk kez kurumlaştırılmalarıdır.
İttifaklar sonucunda oluşan girişmelere değin inançlımsalar, dinsel ritüel ve dinsel anlamaların, dinsel tutumlaşmaların kaynağı olacaktı. Bu kaynaklar halk içinde takip edilen bir geleneksel aktarımlardı. İttifakın, bütün inanca değin tutumlaşmalarının, o günlerin nesnel de somutu olan gerçekliği içinde, toplumsal uygulamaları bulunan, makul ve mantıklı bir yararcı karşılıkları vardı.
Süreç öyle hızlı gelişip girişiyordu ki, her ittifakın, hem onlarca çelişkileri ortaya çıkarıyordu, hem ittifakı yapının, süreç eşilmesi nedeniyle; yapı kendi değişip dönüşmelerini, ortaya koyuyordu. İlk ittifaklar kendi fay ve depremlerini indirgeyen gel gitlerin yalpası içindeydi. İlk ittifakların, etnik koalisyonlar ittifakı olan, ittifaka dek, ittifak halkı; bu yepyeni girişmelere uymakta, bunları anlamakta, mecalsiz kalıyordu.
..
73]Üstelik de bu isyanların bırakın toplumsal nesnel nedenlerini, bir merkezi otorite kurma anlayışları da şöyle dursun; merkezi otoriteyi de yıkıcıydılar. Din eksenli ve sosyal heyecanlı, bir kaşıma fiilidirler. Bu müzelik var oluştu. Bu fosil eylemler dizgesi hem mekezi otoritenin büyük zaafıdır, hem de eylemlerin kendisinin zaafidirlar. Ayağını, toplumsal olmayan, artık demode olmuş, birey dünyasının alanı olan çekimleyicinin üzerine, basmıştılar.
Hâlbuki coğrafyanın kendi içindeki feodal egemenleri, bin yıldır; merkezi otoritelerle, kendi bölgelerini otonomcu bir yönetme ile, durumu paylaşmışlar gibi görünmektedir! Böyle olunca da, hem geçmişten gelen kısmi otonomluklarıyla ve hem de imparatorluğun bir ahalisi olmaları sıfatıyla, merkezi otoritenin bir unsurudurlar.
Böyle olunca, bu isyanlar bölgelerinde bir merkezi otorite çıkarıcı bir plânlaşma siyaseti de değildirler. Kendi bölge egemenleri, egemenliğinde; İstanbul merkezli, merkezi otoriteleri vardır. Lakin merkezi otorite, işgali himaye eder görünümlüdür. Özgürlüğün felsefesi nedeniyle, Ankara'da yeni oluşan, ikinci bir merkezi otorite vardır.
Yeni otorite hem kutup değiştirmiş hem de eksen değiştirmiş ve işgale karşı bir dirençleşmedirler. Ama aynı zamanda da, Ankara'nın otoritesi eski otoriteye karşıdır. Yurdun merkezi otoriteyi her yerinde sağlamak istemektedir! Oysaki isyan bölgeleri de, bu yeni oluşturulan otoritenin etkin bir parçasıdırlar. Ne var ki Ankara, İstanbul merkezli, oteriter iki kutuplu oluşmanın şaşkınlığı, işgalcilerce kullanılacaktı.
..
DEPREMLER BİZE NE DİYOR?
Her şey bize hayatın faniliğini fışkırıyor. Bu fani dünyaya geldiğimiz günden beri hep yanlış bir hesap yapıyoruz. Sanki hep bu dünyada kalacakmış gibi bir kuvvetli inanç içindeyiz. Bu inanç aslında bir gerçeğe dayanmıyor. Bu inanç bir büyük aldanışın eseri.
Çevremizde her gün bir insan ölüyor, her gün bir insan göçüyor. Ama biz hep ölüm başkaları için diyoruz. Ölümü kendimize hiç mi hiç konduramıyoruz. Ölüm başkalarının hayat bizim. Yapacak çok işimiz var. Emellerimiz bitmiyor, duygularımız fokur fokur kaynıyor. Hırsımız tavan yapmış. Biz alemlerden alemlere koşuyoruz. Emellerden emellere yuvarlanıp duruyoruz. Gözümüzü açamıyoruz, basiretimiz bağlanmış, dünyaya geliş amacımızı unutmuşuz.
Önümüze dünyevi hedefler o denli yığılmış ki onları aşıp ebedi yurdumuzu unutuyoruz. Hedefler asıl hedef ve maksadı unutturmak için konulmuş. Bir yanlıştan bir yanlışa yuvarlanıp duruyoruz. Şeytan büyük bir oyun kurgulamış bize. Biz bu oyunun zavallı kurbanlarıyız.
Önce büyümek istedik. Tüm amacımız bundan ibaretti. Bu amaç gerçekleşti ama önümüzde yığınla mesele bulduk. Problemlerimiz arttı, meşgalelerimiz çoğaldı. İbadet etmeye vakit bile bulamadım. Bulduysak bile huşu ve huzuru yakalayamadık ibadette. Bunu dert bile edinmedik. Başka dertlerimiz vardı. Gündelik işler her şeyin önüne geçmişti.
Önümüzde koskoca bir eğitim devresi vardı, sonra iş bulacaktık. Okul bitti güç bela, iş bulduk. Sıra evlenmeye geldi. Evlendik, çocuk hevesi sardı. Çocuk sahibi olduk, onlarla oyalandık. Onlar büyürken dertleri sardı bizi önemsemedik. Onlarla biz sanki cennetteydik. Bu cennet kıs sürdü, çocuklar büyüdü problemleri arttı. Cennetimiz cehenneme döndü. Onların eğitimine verdik her şeyimizi, bittik, tükendik. Sonra evlendirdik onları, yerleştirdik ama sorunları bitmedi.
..
Siz, yazılımı daima günceller ve kullanım zafiyetlerini hep formatlarsınız. Bu bağlamla, özel inanç anlayışları, bu; araçsal formatlanır olma somut belirteçi yerine; tek doğru olmasını söyleyerekten formatlanmasını reddedecektir. Böylece kendi maksadını ve kendisini aitleştirme sistemi içine; ajan kışkırtıcı olarak monte edecektir. Böylesi inançsal anlayışlar, güncelleştirmeyi ve formatlanmayı kabul etmeyerek, egemenlikçi olurlar. Ve bunlar inanç olmaktan öte çıkar çevreleri marifetli, bağnaz tutumlar olaraktan belirmektedirler.
Emeviler, bu avantajı en iyi kullanıp, oligarşik sömürücü bir siyasi dönemi yaşadılar. Bir elinde moral değerleri olarak Kuran'ın dinsel önderliği vardı. Diğer yandan konjonktürün nesnel ilişkileniş siyasi önderliği vardı. Konjonktürü, minik minik okuyan yeteneklerin meyvelerini, Abbasiler toplayacaktı. Abbasiler bu minik türbülansları doğru okuyacaktı. Bu türbülanslar, Abbasi döneminin ‘bilinci’ olarak okunup, başarılarının süreçleşmesine yardımcı olacaklardı.
Aslında Emeviler, Arap fatihlerin savaş gücünü iyi biçimde kullanırken, kendi yıkımının da en ufakça adımını da atmış oluyordular. Bu ufacık salınım türbülanslı adım, zaman içinde büyüyüp, faylaşmasını yapacaktı. Bu faylaşmanın faz hareketi depremini ise Eba Müslim Horasani hareketini yaratarak gerçeğe dönüştürecekti. Bu ufacık çelişki, yeni dönemin yapısı olacak, Abbasileri ortaya koyacaktı.
Yani faylaşma Abbasileri tarih sahnesine çıkaracaktı. Elbette öznel ve idealist metafizik düşünürlü tarihçiler, bunu bir soy, bir moral değerin (kurani oluşun) başarısı olarak okuyup, gerçek gelişmeleri gizleyecekti. Ya da böylesi bir sabit düşünme ile gerçeği göremeyip kendi öznelliklerini yutturacaktılar. Örneğin, bu islami disiplin içindeki gelişmenin içinde Kuran'ı olmayan; ateşperest kültler, Hıristiyan ve Yahudi kültler; Şamanist Türk kültleri; gibi bir çok imparatorluk unsurlarının karşılıklı etkileşen moral değerleri vardı.
..
6-]Başlangıcın ittifakı toplumunda, halkın bireyleri eli ile topluma katılımıyla çok güçlü bir sirkülasyon alanı yaratılmıştı. Bu aşamada, üretim alanı sadece üretim alanı kalırken; halk, tüketim alanı cazibesi olmuştu. Böylece halkın var oluşu ve devam etmesini süreç etmişti. Artık kimi toplumsal girişmelerin içinde, halkın müdahilliği de, sağlanmıştı. Ancak zihin devinmesinin Güneş sistemli birlik ekseni uzay zaman düzlemi içinde; üretim ve tüketim alanları aynı yer olacağından bahisle; burada halk yoktur.
Halk, ya dünya ölçeğinde kendi kaderi ile baş başa bırakılacaktı. Ya da seçme ayıklama kriterlerince içselleşen zaman zemin boyutlu işlev kuant paketlere dönüşüp, kişi içtenlikçe organizasyonlarla da süreçlere katılacaktı. İkisi de olası, ikisi de mümkün ve yürür de olabilecek durumdur. Eğer dünya da yaşamı uygun olursa, Dünyada kalma olasılıkları vardır. Çünkü gelecekteki o günkü şimdiki zamandaki Dünya da; artık eski insanlık Dünyası değildir.
Bu yüzden halk, karmaşık olandan daima geri düzlemlerin meftunu ruh taşıyan, ilişki düzen tikelcisi olanın kolaycılığına kaçar. Yani organize olup, işlev eşip, gelişip olgunlaşıp, şebeke ağ ilişkisini taşımak istemezler. Yeni sorunlarla, yeni sorumluluklar almak yerine; kendi kararlı, istikrarlı, yalın düzenlerini bozmaktan hep kaçınırlar. Bunun için halk hep, ilkteki aşamalar içinde kalan düzlem pozisyonlarına çekilmeli oluşla, gel git eğilimli olmuşturlar.
Bu nedenle halk, çoğunlukla sosyal birlikçi (etnik) ruh tandanslı ve sürü düzlemli eğilimleri daha bir belirgindir. Çünkü bu düzlemlerde sorumluluk başkalarındadır. Yine buralarda halk ruhu en temel durumuyla yaşamını sağlayıp, çabucak en az enerji tüketimli, kararlı düzen pozisyonuna geçiyordu. Halk hiç canını acıtmıyordu. Uydu olmak işine geliyordu. Fazla tüketimleri bilmediğinden, bunun bağıntı sorunlarını ve gereklerini de bilmiyordu. Haliyle bunları da istemiyordu. Bu nedenle de özgürleşmeyi bilmiyor; özgür eşmeyi duymuyordu bile!
..
Markalı kıyafetlerinde sıkma başlı dilencilik yapılıyor halkın belirli kesimine rastladıkça. İnsanı şeytana kul etme gösterisi gibi bir ürpertiydi ilginç bu özen. Cumhuriyetçileri dilenci belirtilemeye bu gösteri sefilliği ve rastlama oranı.... İlginçti... Terbiyesiz diyerek sesi yükseltmek tek çaredir buna şüphesiz ki...
İlginçtir, puta tapıcılık zamanında vahşet diye adlandırılan, ilk kitap “Zebur” indirilip şeytan diye anlatılan ve o çağın ilk hür milli ruhlu birliğinin karşısında sefil kalınca insanlığa katılmaya niyet belirterek, dinciyim özelliğine Yahudi adını alan bu huzur bozgunları, hep dincilik taslakladılar zaten...
Bu ilk “Vahşet-Şeytan-Yahudi” üçgeni
...........”Yahudi-Vatikan-Arap” birliğini Tarikat besleyip şeytan üçgenini devam ettirdiler, örgütlenerek. İnsan hür ve özgürdür, şeytan örgüt!
..
Hak ile Halk! .
Hak ile Halk; insanın saygınlığını vurguladıkça azimle, insan için hiçbir şey imkansız değil ve umut yeni güneşler doğduracak inanç içinde! .
..
Peşinde iz sürmeye çabaladığımız sağgıdeğer öğretmenlerimizin takdirinden uzağa düşer isek eğer ki, gerçek manada, Anadolu'ya ait olamamanın vereceği, sıkıntı veren ve acı veren bir yalnızlığa gömülüveririz! . Sıkıntı ve acılara; ÖĞRETMENLERİMİZDEN TAKDİR KAZANAN ARAYIŞLARIMIZ OLMALI ve ÖĞRETMENLERİMİZİN TAKDİRİ ile ANADOLU KÜLTÜRÜ ZENGİNLİĞİNDE, KENDİMİZE ÖZGÜ KONUMUMUZU MUHAFAZA EDEBİLECEĞİMİZE, YÜREKTEN İNANÇ BESLEYEBİLMELİYİZ! . Sakinliğimiz ile değerlendirilen kitap anlatıları; ANADOLU KÜLTÜRÜ ESASLARINA GÖRE DEĞERLENDİRİLEBİLMELİ ve ANADOLU İÇİN YARINLARA UMUT BİRİKTİREBİLMELİ, ANADOLU'YA GÖNÜL VEREN DUYARLI AŞIKLAR ile! . AŞIKLARI ile BİR BÜTÜNLÜK İÇİNDE OLAN ANADOLU'YA; HUZUR ve UMUT YAKIŞIR! . DOSTLUĞUN TEBESSÜMÜ DAİMİ OLUVERSİN İNŞALLAH ANADOLU KÜLTÜRÜ BÜTÜNLÜĞÜNÜN ZENGİNLİĞİ ile YİNE İNŞALLAH ve YİNE MAŞALLAH! . GERİSİ GELECEK YİNE İNŞALLAH; ANADOLU AŞIKLARININ AZİMLİ ÇABALARI ile! . SEVENLERİNİZİ TAKDİRSİZ BIRAKMAYIN EY ANADOLU SEVDALI, DOST TEBESSÜM SAHİBİ, AZİMLİ DUYARLILIKLARA ÖRNEK OLARAK ALMAYA ÇABALADIĞIMIZ, SAYGIDEĞER ÖĞRETMENLERİMİZ! . SAYGILARIMLA! . TEŞEKKÜRLER! . İYİ Kİ VARSIN EĞİTİM ve İYİ Kİ VAR SAYGIDEĞER ÖĞRETMENLERİMİZ! . DAİMA İLERİ ADIM EĞİTİM ÇİZGİSİ ile DAİMA ANADOLU İÇİN! . { Kaleme Alan: Kemal KABCIK - ANTALYA - 06.12.2012 07:39 }
..
Papatya(lar) -I.. // Hayat,bir papatyada; seviyorla sevmiyoru ayıklamak gibidir küçüğüm..seviyorları elimizde düşürürüz..o düşürdüklerimizden; adı uzaklık olan sayısız mekanlar,şehirler, ülkeler ve erişilmesi zor kilometreler inşa edilir..o yerlerlerde; aşkın ve sevdanın orkestrası şarkılanır bütün dillerde..özgürlük ve barışın bir aradanlığında inanç ve adalet kol kola yürür..insanlığın ve fedakarlığın zaferiyle, hep benimci,bana necilik alaşağı edilir..ve herşey dostlukla vefayla motiflenir..başlangıcı ve sonu vaat dolu bir yeninin eskiyle olan kavgası hüküm sürer bu yerlerde..insanın doğa karşısındaki bin yıllık savaşımının yüceliğinde kesintisiz bir hareketlilik olur..Bir buz kütlesinin ısı alarak suya dönüşmesi mesafesinde, kesintisiz doğum sancıları çeken bir yaşam inşa edilir..kaderin terk etmiş olduğu dünyasında,insanların umut ve özlemleriyle var olanı aşarak,bir kayıp cennet efsanesine ulaşmaktır,uzaklık.. //
..
İnsaf, acı, düşün anlamında, ilke, başka şeylerin kendisinden türediği ilk madde, öğe, unsur diye tanımlanıyor Türk dil kurumu sözlüğünde ve bu güzel sözlerle düşünme değerleri olabilecek bilgiler temeli ile (‘.....‘Sözlükten) :
‘Basitlik, aleladelik derken belki de biraz insaflı davranıyorum’ O.V.Kanık
‘Ahlak düzelmeden hiçbir şey düzelmez’ Ç.Altan
Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devlet gözetim ve denetimi altında yapılır’ Anayasa
‘Hiçbir protokol kuralına, ezilip büzülmeye yer vermeyen bir duruşu vardı’ Ç.Altan
‘Devlet organları ve idare makamları bütün işlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır’ Anayasa
..
İlim aklıselimdir, sanat güzelliğimiz
İnanç ise azalmaz, gönül zenginliğimiz
Bunları inkâr etmek, bazen sefilliğimiz
Bazen de utandıran, garip rezilliğimiz.
İlim aklın motoru, pusulası, dümeni
İnanç sana öğretir, doğru yerde gülmeni
..
Değerli Ö.Ç.M
Yorumlarınızı sanırım silmişsiniz, ilişkin sayfalara baktım yoktu. Sayfamda 2 yorum var görünüyür ama biri silinmiş. Ama ben size verdiğim sözü tutmak için yazımı tekrar yayınlıyorum. Sorunuz denemelerim sınırı içinde ve kapasitem dahilinde olursa bilgileri paylaşmaya hazırım.
Yorumunuz: “””Bayram Bey; yazıyorsunuz ama şu soruma doğru cevap verin. Kurtuluş Savaşı'nı yapan bu yüce millet lâik olmak için mi, yoksa Batı'nın kokuşmuş, kültürümüzle uyuşmayan,ahlâksız değerlerini kabul etmek istemediği için mi savaştı? .Lâiklik referandumla halka sorulmadan, emr-i vâki ile getirilmedi mi? Mâdem demokratik bir ülkede yaşıyoruz. Ben de size bu soruları yöneltiyorum.Bana irticacı, mirticacı demeye de kalkmayın. Çünkü ben Fransızca Büölümü mezunuyum,Batı kültürü aldım ve hayatta Kur'an Kursuna dahi gitmedim. Ben dâima mazlumun yanında oldum ve halkla iç içe yaşadım, yaşamaya devam ediyorum. Lâiklik ve Sekülarizm arasındaki farkı incelemenizi istiyorum. Taşıma suyla değirmen dönmez. Üstün sınıflar niçin halka sormaya korkuyorlar? Halk lâikliği seviyor mu? Sevmiyor mu? Tatil günleri cumartesi-pazar mı olsun? Benim sâdece bir oyum var. Netice olarak bu aziz millet bunca zulmü hak etmedi. Allah yardımcımız olsun,bizleri her yere çöreklenmiş Ergenekon gibi çetelerden korusun.Hoşçakalın.””
Kurtuluş savaşı ile ilgili 3 bölümlük bir denememi yayınladım devamını bu seri bitince 6-7 gün sonra yayınlayacağım. Sorularınızı biraz daha etraflıca “”İnanç Ve Toplumsal Talep konulu 63. sıra nolu bölümde ele aldım. Burada gerekli görmediklerime orada birer çümle ile yanıt verdim.
..