BAYRAM KAYA İNANÇ ŞİİRLERİ

BAYRAM KAYA İNANÇ ŞİİRLERİ

Bayram Kaya

İnançların bırakın, toplumsal bir uygulama olup olmayacağını; birleştirici bir harç, dahi olmadığı görüldü. Osmanlı'nın çöküşündeki pay düşmandan çok, bu aynı inançlı ve bir arada hem hal olduğumuz Arap ülkelerinden darbe yemekle olmuştur denebilir. Üstelik başka inanç ve dindeki insanlarla birlik kılarak bu arkadan vurmayı yapmışlardır! Demek ki yapının temeli “”İnanç”” değildir. İslam imparatorluğunda, Selçuklularda, hele Osmanlı İmparatorluğu’nda 300 sene bu inanç çatışmaları sürmüş ve kanlı bastırmalarla geçmiştir. Temeli ekonomik paylaşımdı. Ekonomik köreliş ve eşitsizliğidir, inanç örgütlenmesi adı altında isyan ve çatışmalara sebep oluyordu. Temele inanç ilişkileri konmuş görülmesi nedeninden toplumsal bölüşümdeki huzursuzluklarda inanç bazlı gibi oluyordu. Nitekim öylede oluyordu.

İnançlar ırası gereği küçük zümrelilik oluşumlarla var olup, çatışma kılarlık ortaya koyduğu, çok acı tecrübedir. Burada nesnellikteki düşün özgürlüğü farklılaşması ile inançlardaki özneline ayrışması aynı kılınıp karıştırılmamalıdır. Birinde ispat yapılabilir bir temel vardır. Bu temel ekonomik yaşamdır. Üretim gücü ve ilişkileridir. Ve üretimin paylaşımı vardır. Ve bunların somut uygulaması vardır. Ve zamanın değişmesi ile de zaten değişecek bir düşünme vardır. Hâlbuki karşınızda hiçbir zaman değişmeyecek ve somut temeli olmayan; neye göre neyin, haklılaşması yapılamayacak bir öznellik vardır. Bu somutluk doğma ile aynı sayılmamalı. Örneğin, kadın dokunması ile ya da köpeğe değ ilmesi ile abdestin bozulup bozulmayacağı inançlarda vardır. Bundan inanca dair ayrılık mezhep ve grupları çıkmıştır. Bu inanmanın ve gruplaşmanın toplumsal talep ile ne ilişki ve somutluğu olur ki. Yapının temeli olan ekonomik bozulma bunların bahanesi ile çatıştırılarak, pek ala ortaya serilebilirdi.

Birde şu konu çok önemli. Toplumu inanç talepli kılmak isteyenler halka; kişilerin alışkanlık yatkınlığı olan, öyle bir çırpıda düşünmenize gerek bırakmayacak alışmalarınızı, inanç mı, değil mi? gibi tereddüt kıldırmayan, iç içe yaşadığınız durumların kabul edilebilirlik hal algısından tüm enjeksiyonu hedeflerler. Ya da ne zararı olur gibisine pek ayrımsama yaptıramayacak yönlerden dokundurmalarla değinme yapmaktadırlar. Sizin direncinizi yumuşatıp akıl perdelemesi ile gündem yaptığının zararsızlık algısını yaratıp, poşet içi sunacaklardır. İnançlar sadece bu masum gördüğünüzle endam etmeyecek bütün çıplaklık ve hücceti ile belirecektir. Sizin eleyip ayıklama yapamayacaklarınızla beraber, başınızda bitmiş olacaklardır. Çünkü inançalar sadece tesettürle yoktur. Tesettür de içinde, tüm anlama ve anlayışla sizi mümin yapmaya zorlar.

Bir toplumsal yapılaşma, hem kapitalist, hem sosyalist, hem liberal, hem komünist yapısal biçimlerin ilişkiselliğini aynı anda ortaya koyamaz. Böyle bir toplumsal talep, sınıfsal yapıları ve üretim yapılaşması gereği, bir birini dışlarlar ve uzlaşmazdırlar. Biz ne kadar iste sekte sistemin yapılaşma yasası bunu gerektirir. Yani sosyalist biçimlenmede üretip, kapitalistçe paylaşamayacağınız gibi, kapitalistçe üretip, sosyalistçe paylaşamazsınız. Halka ait talepte inançsal rejimlerde, birbirini dışlayarak var olduğu için, uyuşmayı da içe sindirmez, çünkü; birinin kutsalı, diğerinin batılıdır. Ortak konuda dahi (örneğin Yüce Ruh konusunda dahi) kendi içindeki inanmaları ile uyuşluluk vardır. Ki bu iç uyuşma da yine dışlama ve başka bir açılımla sınırlıdır.

Yani toplumsal talebin tepesindeki erk, güya inançsal temsili yönetimler de, bu aykırılıklarla çatışmalıdır. Emevi-Abbasi; Abbasilerdeki Sünni-Batini çatışmaları yüzyıllardır hala sürüp gitmekte. Bunlar akılsal yapılaşmaların, inançlara verdiği tepkilerin, yine inanç adı altında, kaynağa referanslı gibi, asıl kaynağa aykırı olarak yapılaşmasıdır Uzlaşmaları demek, kendi varlıklarını yoksayım, kendini inkâr olur. Bugün Irak'ta isimlerinin Ali Ya da Ömer oluşuna göre, insanların öldürülmesi, hangi toplumsal yapının gereği olabilir. Bunu kim istiyor deme yuvarlaması yapılabilir. Bunun böyle olmayacağını, inanç bazında da, kimse garanti edemez.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sevgili Mehmet Çoban'a, Cevap

Merhabalar değerli dost


Eğer konular ve sorular tek tek ve sınırlı olursa, bir şeyler tartışılabilirdi. Epey özlü dökümler yazmışsınız.

Şu açık olsun, ben ne siyasal bir yetkiliyim, ne de en ufak yaptırım gücüm var. Siz düzen sahibi siniz anlamına gelen imalar yanlıştı, kanısındayım. Bunlar taraf ve ajite olmanın kullandığı sözcükler. Ben bir fikir üretiyorum yanlış ve saçma olabilir. Sizde bunun yanlışını gösteren akılcı ve felsefik metotlu yazı belge sunarsınız. Karşılıklı, tamamlayıcı, bir şeyler ortaya koyar, bunlardan yararlanırız.

Konu soyut tartışmaya kayıyor. İki yüzlülük gibi adaba sığmaz ifadeler biraz acze kaçıyor. Ben felsefik olarak inançların, toplumsal işleyişin üst yapısında vardır diyorum. Alt yapı üretim ilişkisinde var olmadığını tespit ediyorum. İnançlar halksaldır, topluluk, grup işidir. Ve değişken izafi, güncelin ilişkisinde, yanlış veya doğru olarak, SOMUTTUR. Tutum olan ahlak ve yasalar ve normlarımız; güncelin üretim gerektirme yapılanış ilişkileriniz ne ise, ona göredir. Bir türden, olmayan, çok değişik; hep doğru olmayan, ama mücadelelerle değişen bir ilkeliliktir diyorum. İnançların ilkeleri sizi sıkıntıya da soksa, değiştiremezsiniz belirtmesi yapıyorum. Ben inanç var diyorum, siz, ateist diyorsunuz, aşk olsun! Çok zorlama bir fikir koyuş örneği gösteriyorsunuz.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu çalışma, bir grubun bilimsel içerikli, paylaşım yazısına, cevap yazacakken, ortaya çıkan uzun bir analiz çözümleme oldu. Yazıma şöyle başlamıştım
...
Artık masalları ve bunların çokluğunu, banal dilekleri paylaşır olmaktan, gına gelmişti. Her aklına esenin, bir şeyleri paylaşım diye değil; seyrekliklerin, sindirilir olur değerlerin paylaşımı olmalı.

Bu magazinsel pörsümüşlüklerin dik alası her yerde bol bol var. Artık insanlarımız sonuç alamadığı ve asla alamayacağı, inancı tartışma yerine, dezenformasyonlarla şaşkınlaşmak yerine; araştırmaları, teorileri, bilimsel sonuçları okumayı da, öğrenip, tartışır olmalı.

Bakın güncelin tartışmasına, hiç akılcılık var mı? Sosyal sözleşmelerde inançsal duygu, tartışılıyor, ne, neye göre, hak ya da değil? Ne neye göre zulüm, Ya da değil? Ne neye göre korku, Ya da değil? Her bireysel hak toplumsal talep midir? Her toplumsal talep de, bireysel olmalı mı? Bireysellik, bunun bellisizliğinde şekilleniyor? Türban hak ve moderinite sayılıp! Çarşaf ve burkanın, bir hak olmadığı, modernize topluma aykırılığı, akıllılığı ortaya konuyordu!

Ya da şöyle soralım. Demokrasi de bireysel seçme hakkı var. Seçimde 100%100 şeriat dendi. Kahhar ekseriyet doğal bilimlerin öğretimine hayır dedi, bunu halk istedi diye yapacak mıyız? Bunlar kabul edilip, toplumsal talep mi sayılmalı mı?

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Değilse, baykuş sesindeki uğursuzluğa inanmak, sizin; hiç bir somut koşulunuzu varlayamaz ve sizi toplum da yapamaz. Ama ona inandırılırsanız, üretiminizin tüketiminde ona pay var ettirilir. Bu tür inanmalar dinleşmemiştir diye inanç olmaktan çıkmaz. Dinleşme inançların referansı olamaz. Önce inançlar vardı, sonra dinler, selekte tutumla sistemleşip evirildi.

Soru şu; toplumsal yasallıkta, nesnel uygulamalarda inanç talepleri var mı? Ve yoksa da, olmalı mı? Olabiliyorsa, nerede olmalı? İnsanlık, bu değerlerin cevabını büyük oranda bulup aşmış, bu günkü aşamaya gelmiş iken. Bu temeli bilmeden, kavramların toplumsal ve öznel oluşla, bu temelde fikir üretmeden, anlam ilişkilerini ortaya koymadan, kör dövüşü tutulmaktadır. Öznellik oluşlar, toplumsal olularmış gibi, genellenip; ulemaya sorulmada! Oysa ulema, birey ve halk yaşamında vardır da, toplumsal sözleşmenin, neresinde vardır?

Hangi maddi koşul üretiminin, neresinde ulema var ve ulemasız o iş ve maddi yaşam sağlanamamış olsun? Bu bir çeşit kâhincilik, ilkel toplumların sosyal gelişiminde gerekli olmuş, aşılmış bir aşamadır. Tuhaftır ki anayasamızda; ne Türkçe dersi, ne de beşeri bilimler ve ne de, doğa bilimlerinin okutması hiç zorunlu ders değil iken, bir tek, din dersi öğretimi zorunludur! Hem de, laik toplumsal sözleşmede (12 Eylülün garabeti ile) ! Ve toplumsal taleple, bir inanmanın dayatılmasıyla, o inancın din âlimlerini! De, yetiştiriyoruz. İçinde girdaplaşma buralarda aranmalı. Yetiştiriyorsanız istihdam edeceksiniz. İstihdam ediyorsanız bu sonuçları yaşayacaksınız.

Ve bu alimler, kitaba uygunluğa göre; kan ve organ naklinden tutun, gen transferine, oradan hadron çarpıştırıcısına değin, uygunluk fetvası veriyorlar! Allah aşkına, bu tutum gelişmelere cevapları, uygun değil olsa, bu alandaki toplumsal talep; bıçakla kesilir gibi duracak mı, yoksa yoluna devam mı edecek? Yani bu çalışmaları âlimler mi istedi? Onların gayret ve özendirmesi, zorlaması ile mi, organ transferi gerçeklendi? Onların bu çalışmalar da, en ufak dâhilleri ve haberleri var mı ki? Bu başarılar toplum oluşun ortaya koyduğu, insandan bağımsız, insanın toplumsal birey ve toplumsal emek beceri başarısıdır. Bu başarı ve isterlik, alimlerin değil, insan yaşamın taleplerinin gereğidir. Hiçbir inanç genç transferini ortaya koyamaz. İnsanda yapamaz. Bu ancak toplumsal işleyişin sonucudur.


Yoksa bu maddi koşulu, alimler ürettiler de, üretip ortaya koydular da, biz; bir minnetle, bu talebi onlarda bilirlik olarak mı soruyoruz? Onlar da, hiç emek ve bilirlikleri olmayan konuya dair, biri adına; bir yanıt verme hakkını nasıl kendilerinde buluyorlar, hiç anlaşılır, akıl alır bir şey değil! Oysa bu organ transferinin kendi somut bilgisel ve teknik zorunlulukları var. Hiç bir sosyal, beşeri yasa ve bilimsel ilerleme, ihtiyaç karşılayan nesnel üretimleri, inancın gereği, Ya da inancın öğretirliği ile özendirme teknik bilgi sağlar oluşuyla gelişmemiştir.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Laiklik, din ve inançların yapı alanlarını belirleyip, bin yılların süren alışkanlığını toplumda ayırmış, ait olduğu yerde, halkta bırakmıştır. Laiklik, inançların halk içinde, özel ve öznelde var oluşunu, gelişmesini, güvenlik tehdidi yapmadığı sürece, hiç karışmayacaktır. Nesnel ilgilenilme gelişemeyen kişilerin, inançsal yönden geliştirilmesi kazanımı benimsenmiştir.

Yeryüzündeki toplumlarda din ve inançlar yönetime ve üretime karışmacı olduğu için, bu karışma akli değil de nakli ve tutarlı olmayan, sınırlarına kadar ürettirmeyen bir oluş olması nedeni ile laiklik vardır.

İnançsal uygulama ilkelerinin, uygulanışından doğan aksamalar, ilkelerin doğma olup tartışılıp karşı gelinemez oluşu nedenle; denetlenemez olması, sorumlu bulunamaz olması ve inançlardan kaynaklı aksamaların düzeltmesine gidişi anlayışla karşılamaz oluşundan nedenle de, laiklik vardır. İnancın yanıldığını söylemek inançtan çıkmakla eş anlamlıdır.

İnançlar ve dinlerler, üretimin ve üretim yapılanışının, yani yapının, içinde olmayışları ve bu yapının sorunu olmayışı, bilinci nedeni ile de, laiklik vardı. Üretimin nedeni olmayan, üretim, kendisi sayesinde olmayan, çözümünde parçası olamazdı. Çözüm de, ondan ötürü onun ilişkilenişi ile olamazdı. Bunun için de, laiklik vardı.

İnançlar halksal yaşamda hoşgörüyü, toplumda da laikliği, tepki olarak ve zorunlu olarak doğurmuştur. Bu bir kusur değil. Bir yaşayışın gelişip serpilmesinin nicelenişidir. Olay olgu ve soyut durumların, gelişme olgunlaşma ilkesidir. Bunlar olmasa inançlarda olmaz.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bunlar hep inan temelli siyasa üretenlerin tutumlarıdır. Devamlı kendinden öncenin güya yıpranmasına yönelik boş sözler üretirler. Oysa kendinden önceki yapılar; üretim güçlerinin ve üretim ilişkilerinin olgunlaştırılıp geliştirilerek aşıldığını, ya bilmezler veya bilmezden gelirler. Bu tipler iman gücü! Mevhumu ile kitleleri olmadık inandırmalara sürüklerler. Her başarıda bunu ön şart korlar. İmanlarından asla şüphe etmediğimiz bu kişiler, nedense hep akim kalırlar. İman gücünün gerektirdiği başarıyı asla gösteremezler. İnanasınız gelir. Sanki bu iman gücü onlarda hiç yoktur! Kitlelerde bunu, bu soruyu, talep etmediğinden oyun sürer gider.

Empati kurarak, karşı tarafın tutum göstermesini anlamada; sizin de; onu bir şeyleri sevip sevmemesi konusunda, yuvarlak sonuçla anlamanız doğru olurken, başkasının şey severliğini, “”sizin elma severliğinizle onun muz severliğini, sanki özdeşinizmiş gibi, yapma riskiniz de vardır. Hatta sizin saplantı ve sui zannınızı, psişik takıntılarınızı karşıdan da aynen varmış yanılsamasına da sizi götürür. Elbet karşı taraf da, psikolojik tavırlı olması eğiliminin olasılığını taşır. Ama bu sizin, empati olacağım diyerekten, sizin açlıkla ve müstehcenlikle baktığınız tavırlara, karşı tarafında aynı anda sizin gibi açlık ve müstehcenlikle bakıyor olduğunu sanmanız, bir kuruntuyu ya da bir nevrotik bozukluğu şekilleşeceği de unutulmamalı. Ama uzun süre içinde de öyle tezahürün olacağı da açıktır. Bu insan davranışının plastik oluşunu bilmemeyi, plastik, estetik oluşunu göz ardı etmenizi de, beraberinde içermekte. Bunlar hep inancın (duygudaşlık, sırf inancın tutumu değildir, ama konu inanç olduğu için inanma yanı ortaya konmaktadır) , değişmezlik algılatışının, genel geçer, mutlaklarmış, var sanı tutumuna dönüşmüş, aysbergin su yüzü bilinçaltı kısmıdır.

İnanç sorununu, tersten okuyup, bir özgürlük sorununu veya bir insan hakkı olarak ortaya korsanız, sapla saman karışmıştır. Çünkü inanma insanlarda bir genelliktir. Bu bağlam da bu açıdan evrenseldir. İnanma, inanç taşırlık bir haktır. Herkes inanç benimser inanır Ya da inanmaz. İnancın genellik oluşudur bu. İnandığınız, bir şey öznel inanma konusudur. Bireyseldir. Toplum katında, egemenlik ve toplumsal temcililik sunamaz. Bu yönü ile de inançlar evrensel olmaktan çıkar. Bir cumhurbaşkanını inançlı talep etmek, akıl almazlığın en dik alasıdır. Çünkü hiç bir cumhurbaşkanlığı yetki ve çalışması inançlı olmayı yada olmamayı gerekli kılmayan, nötr bir tutumdur. Siz cumhurbaşkanının inançlı oluşunda ya da inançsızlığında ne talep edeceksiniz? Veya öyle bir durum söyleyin ki, ancak inançlı oluşla ya da ancak inançsızlıkla yapılır olsun? Sadece konumuna ehliyetli olması, yasalara uygun nitelikli olup, seçilmesi, göreve bağlılığı: yapılanların yasalarla ve toplumca denetlenirliği yeterli ve gerekli şarttır. Bunlar toplumdaki haksız, anlamsız çatışma ve kör dövüşü olup, hile ve beceriksizliğinizi öteleyip kabullenemeyip, bir tür kişisel takıntı travma ihsasıdır.

İnancı sorgulayıp; ama neye inanma? Derseniz, o zaman işler çatallaşıyor. Bir türdeşlik ve bir tek inanma konusu olmadığından ve aynı bir inanma konusu, yığınlarla dallanıp şekillenip budaklandığından, yığınlarca öznel talep olunurluk çeşitlenmesi ile kimin neyi; nasıl, niçin istediği gibi, inanma çokluk tercih edilemezliğinden dolayı, o konunun evrensel oluş ortadan kalkıyor. İnançlarda bireysel oluş gelişiyor. Böylece inanmaya cevap olacak talep, her durumda nerede ise sonsuzlaşıyor. Bu maddi koşulların değil de, zihnin ürettiği fantezi oluş ve herkesçe paylaşılır olmayıp, nesnelde gerekli olmayışından ötürü ve bir toplumsal ilişki biçimi koyamayışından dolayı bireyseldir. Toplum, talebi ve yasası değildir.

Bu tartışmalar da, nesnel kanıtlama olmadığından, daima öznel dışlama ilkesi ile birbirini kâfir, zındık, küfürcü, sapkınlık bağlamından alt ederler. En sonunda çatışma kaçınılmaz olur, kim savaşı kazanırsa, öbür tarafın kâfirliği, hem kanıtlanır hem de kâfir oldukları ifşa edilerek tanınır! Bu da inançların malum bir ilkesidir. Başka inancı dışlayıp yerini alma!

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Aforizma: “”felsefenin en ana konusu olan epistemoloji kapsamında bilginin gerçeklik, doğruluk ve temellendirilebilirlik ilkelerine göre çıkış noktasını vererek başlaması gereken bir yazı bu.

Kendisine ait epistemolojiyi verirken tartışılan diğer bilgi kuramlarına da eleştiri getirebilmeli
Felsefi konu böylece konumlandırıldıktan sonra sonra sosyolojik alana yani devlet, sistem, rejim, iktidar kavramlarına ait tarihsel süreci ve eleştiriyi ortaya koyduktan sonra sosyal akışın geleceğe dönük nasıl bir perspektife yöneleceğine ilişkin bir sosyal tasavvuru ortaya koyabilmeli bu tandanstaki kelimeleri kullanma hakkını kendinde gören bir yazı.

Öte yandan sosyal buhrandan ne anladığını, evrensel akışla sosyal buhran arasındaki zıtları tasfiye ederek ilerleyen kompoze akışın tarihsel vektörlerini gösterebilmeli

Sosyal buhran tespitlerinde etnisite, inanç, iktisat ve benzeri insani etkileşimlerin dönemsel olarak erk oluşumunda ne tür bileşenleri oluşturduğunu söyleyebilmeli

Teokratik, monarşik, oligarşik, demokratik yönetim biçimi ve yönetimsel yapılanma süreçlerinin sözde değil özde, soyutta değil somut tartışılabilirlik düzeyinde ve sosyoloji biliminin bugün geldiği objektifliğin ortak paydasına yakın bir yerlerden ses vermesi beklenirdi yazının “”
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

10Şu halde, hangi inanç sisteminin yolu dalaletti, hangi inanç sisteminin yolu kurtuluşçudur? Bunu nasıl bilirdik? Tarihte bunun karşılığı savaş, katliam ve çatışmalardır. Ne yazık ki insanlık tarihi böyle gelişiyor ve böyle gelişmişti.

Bir kere toplumların (halkın demiyorum) temelinde dini inançlar olmamalıdır. Halkın bünyesinde de halkın kendi öznelliğinin, geliştiği çap ve boyutta; başkalarını da bağlayıcı yapmayan, başkaları ile de tam da tıpa tıp aynı olmayan görüş ve dünya yorumlayış anlayış birlikleri inançları mutlak olmalıdır. Bunlar kişi öznellik ufkunca güncellenir ve formatlanır bağımsızlıkta olmalıdır. Kurallaştırılan genel geçer temelleri, bizim halk ya da kişi- kişi iletişme araçlarımız olmalı. Değilse bu alanda ne o yolun doğruluğu, ne bu yolun eğriliği söylenebilirdir. İnançlar ne tamamen doğrulardan, ne de tam yanlışlardan oluşmamaktadırlar. Bunların ikisini de içeririler.

İnançların farklılığı, farklı dünya görüş, gelenek ve görenekleri ve yaşantılaşmaları gerçeklenmiş olmasındandır. Biri diğerine saçma gelirken, diğeri de birine, ilham kaynağı olmaktan hiç geri durmamıştır. Çünkü inansal olanın hepsi yaşamsal bir gerçekten temellenen, yaşamı okuyuşlar deneyim aktarımıdırlar. Süren tutumlaşmaların güncellikle bağları kalmadıkça soyut anlamaların bir esbabı mucibesi düşünülmüş, burası inançlaşmanın kritik değer noktasını oluşturmuşturlar. Sadece zamanları geri olduğu için, yani geçmiş zaman durum ilişkilerinin bir deneyimini taşıdıkları için, günceleşemeden günümüzde toplumda işleyememektedirler. Ve dolaysı ile de bugün pranga olmaktadırlar. Bunu toplum ve inanç konulu deneme yazılarımda inceledim.

Aidileşme, grup ruhunu şekille yen bir iletiştirmeci oluşla, kararlı yapılara giden oluşturmadır. Bunun aracıda, o yöntemin, inançlaştırılacak düzenlemeye tabii kılınmasıdır. Bu düzenlemeler de inançların, kuralcı, ritüelci, ibadeti sembollerle, formüle edilmesidir. Nasıl siz; ısıyı, elektriği iletmek, ilettirmek, akıtmak, eylemli kılmak, amaçlı yöneltmek için bir iletken kullanırsınız ya; işte inançlarımızda bize, halkın yöneltilmesinde, halkın iletken olaraktan araçlaşmadırlar. İletkenler akıttıkları enerjiden nasıl etkilenirlerse, inanç enerji dolaşımını sağlayan halk, zorunlu olaraktan bu dolaş inançtan, etkilenirler.

Nasıl elektrik ya da ısıyı iletmemiz için size, illa da demir olsun, ya da illa da bakır ya da alüminyumun, veya çinko olsun veya altının olsun gibisinden vs.’nin kullanılmasını ilk etapta size dayatılamazdır. O aracın iyi verimli bir iletken olup olmaması, bu aşamada önemli değildir. İşte bir metalin ayrıcalıkçığını mutlaka üstün kılmayıp, iletişme amacınıza göre, bizim bazen o metali, bazen bu metali seçmemizi, hatta iletişim araçlarını kullanır olmamızda bizi farklı farklı olmaya götürüyorlarsa, her hangi bir inanç kurallaşmaları da bizi, farklı farklı gelişme ve şekillenmeye götürecektir. Olgunlaştıkça ortalamada birleşilecektir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İnancı, toplumda üç nedenden ötürü oluşturamayız. 1-Toplumsal yapının işleyişinde ve ilişkilenişin Hiç bir biçiminde, inanç yoktur. Somut ilişkiler vardır. Bu tek başına gerekli ve yeterli nedensel yasadır. Diğerleri bunu bilmemenin tartışmasıdır. Efendim inanç kafamda var ne yapacaksın? Bir şey yapılacak değil ki, kimsede böyle bir görevi telakki edemez. Herkesin kafasında her şey vardır. Kafasında her şey olan bir şey ifade edip dayatmıyor ki. Fiili şekillenmesi sorun. Kafanızda zaten olacak. Kafamızda başkasına saygı duyma da var olacak, saygı duymama da var olacak. Buna ne denebilir ki. Kafamda saygı duymama var diye, kendimi ifade için, bunun ifadesi için, insanlara kafa mı atmalıyım. Durduk yerde ye varacak, boş söz atışmaları olacaktır!

2-Alt yapı ilişkilenmesinde inancın olmaması demek, üretimi, nasıl alt yapının üretim tarzı ve üretim ilişkisi belirliyorsa; bu muktedirliğin yerini yapay olarak inanç almasın demektir. Gerçekte alamaz, ancak sanal bir aldatma ve pranga taşıma olarak hile yapılır. İnançlar ancak üretimin paylaşılmasında devreye konabilir ki bu da kurnazlıktır! İnanç sanki alt yapı düzenlerlik ilişkisinde varmış gibi, hak ve özgürlükle karıştırılıp, inanç talebi tersten ortaya konmaktadır. Böyle olunca da yanlış tartışmalar olacak, başka inançlarla çatışacaktır.

3-İnançlar toplumdaki üretim ilişkilemesinde, sanal bir hoş görü ile kabul edilirse, kendisini toplumsal talepte olmamasına rağmen, toplumsal talebin özüne koyacaktır. Yani bu hal çekirdeksiz canlının, başka canlıya DNA’sını enjekte edişi gibi, kendini ürettirir olacaktır. Bu da teokratik yapılaşma siyasası olacaktır. Zaten bu son iki neden, yapaydır. Birinci nedenden dolayı olmaması, tartışılmaması gereken bir husustur. Tartışılması da, boş laftır. İnsanın, nasıl kişisel tercihleri varsa, inançlarda kişisel tercihtir. İstediği biçimde istediği inanca hoşlukla katılır, ibadetini yerine getirir. İnanç bireyin öznelliği olan bir haldir, soyut muktedirliktir.

Bir kere, inançların daha somut, sistemli olmaları; Yahudilik, İslam, Hıristiyanlık, Şintoizm, Hinduizm, Taoizm vs. gibi dinler evrensellik değildir. Bir inancın evrensellik iddiası, onun evrensel olurluğu hiç değildir. Toplumsal talepler evrenseldir. Tüm toplumlar aynı inançta değildir. Esasen olamaz da. Ama tüm insanların üretim ilişkileri ve üretim için organize olmaları toplum taleplidirler. Özelliklede en gelişkin yapılanmayı, örnek alır ve kendilerine göre özel tutumlarla içinde olurlar.

İnsanlar nasıl gelenek göreneklerini, kişi-kişi; kişi-grup; kişi-cemaat ilişkisinde yaşarlarsa: toplumsal talepte bunu; birey araç; birey örgüt; birey kurum; birey sistem olarak yaşar. Ne toplum halkın yaşamını tercih etmeli, ne de halk topluma yaşantısını monte etmelidir. İ Nasıl inançlar, hak özgürlük diyerekten, kendisini toplumda istemezlerse; her yönü ile kendiside bir inançlar manzumesi olan dinler de, böyle bir talepte bulunamaz. Dinlerde eski gelenekleri içerirler. Bu nedenle de, dinlerin toplumda işleyiş talebi olamaz. Siyaset nesnel alt yapıya göre, insanların soyutlamalarının pratiğe uyguladığı, çok çeşitli olabilen kılgısal pratikliğidir. İnsanın kişi öznelliği değil, toplumum öznelliğidir. Doğruluğu deneysel yaşanır olup, uygulanıp uygulanamayacağı sınamalıdır. Dinleri sınayamazsınız bile.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

5-Sözüm ona aydınlarımızın tarihselliği içindeki laikliği; 'bir inanç özgürlüğü' gibi görme, yanıltmasıyla; halkçı anlamanın bir ürünü olan hoşgörücü olmayı; laiklikle, karıştırırlar. Ya da şöyle söyleyelim; eğer laiklik inanç özgürlüğü ise hoş görü neye yarardı? İttifakı dönemin var olmasından bir süre sonradır, hoşgörü zaten zorunlu oluşla biraz biraz ortaya çıkmıştı. Ama bu dönemlerde laikliğin esamisi yoktur.

Yani, ittifak öncesinin sosyal yapıları; her biri aykırı ve her biri tekil olan totemi anlamalarının varlığı, içindeydiler. Bu aykırı ve farklı sosyal yapılar, ittifak içinde plüral ve kendilik bir totemi çoklaşmanın çatışması oldular. Çatışmaların kimi kez uzlaşmaları sonunda hoş görücülük zaten ittifakın içinde boy vermişti. Hoşgörücü ittifakların, günümüze dek çeşitli sosyal alan içinde girişen gelişen bir hoş görüsü vardı. İnsanlık sözde aydınların deyişiyle; yine hoşgörü demek olan(!) laiklik kavramını ortaya koyma zahmeti içine, neden girsindi acaba?

Tarihsellik, sırf oyun ve eğlence olsun; akıllar karışsın diye mi, hoşgörünün yanına bir de laikliği; hoş görücülük olarak mı ortaya koymuştu! Oysa mistik olan inançlar, halkçı girişmeli bir kavramıdırlar. Bu nedenle hoşgörü de: 1- ittifak eden farklı totemik yapılar içinde zamanla oluştu. 2- Hoşgörü ahitleşen etnik yapılarda kendi iç düzenli; iç sosyal barışlarını sağlıyordu. 3- Hoşgörü, ittifak içinde olan her grubun farklı totemi anlamalarından ötürü; ittifak içi sosyal yapıların büyük oranda kendi iletişim dilleri içinde kullandığı bir literatürüdür. 4-Oysa Laiklik, toplumsal dilin kullandığı; otoriter bilinçli bir iletime kavramıdır.

Yani laiklik, toplumsal olan sözleşmenin içinde kavranır. Ayrıca; inançların kendi içlerinde birer, 'inanç özgürlüğü olmaları' konusu da çok tartışılırdır. İnançlar asla bir özgürlük değildirler ki, inanç özgürlüğü olsundular. İnançlar kişisel, sosyal özgürlüklerin kullanımında, tercihler ve seçme olanakları olmak zorundadırlar.

Oysa inançlarda seçme hakkınız olmadığı gibi seçilen inanç içinde de, tercihiniz (sorgulamanız) bile olamazdı. Ki sonuçta kişiler özgürlüğü de, bir seçme işidirler. Yani seçenekler içinde olanı (konumuza göre tüm dinleri) akıl edip, kıyas edip; bir eleme işidir. Yeryüzündeki dinleri bilişle, inceleyip de, şu din akla ve vahye daha uygundur derle, kim özgürce seçer ki?

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu halde halk bireyi, kapsar ama toplumu kapsamaz. Çünkü toplumda; 1-üretim güçleri vardır. Kurumlar ve bireyin bunlarla etkileşmesi, üretim yapması, üretimin refah olarak halka dağılışı alt yapısı vardır. Örneğin toplumda olan bir fabrika, halk değildir. 2-Toplumun, halka; asayiş güvenlik huzur sağlayan, bireylere istihdam sağlayan, halka sağlık, eğitim sunan, konut gibi ihtiyacını sağlayan, halkın ve toplumun hukukunu belirleyen üst yapı siyasi ideolojik oluşumu vardır. Toplum da hukuk vardır, hukuk halk demek değildir. 3- Halk, toplumun; sadece birey yapısı ile kesişip, onu içerir. Birey kişiler halka karışır. 4-Halk topluma, hammadde sağlar. Öğrenci, sanatçı, yazar, ideolojiler folklor, inanç önderleri, vs. bu bağlamda yetenek havuzudur. 5-Halk yetkili kılınarak yürütme erkini seçer. 6-Halk, toplumdan sağladığı faydayı yararları geliştirmeyen, dış ilişkilerle tutumlaşmaların, uyuşup uyuşmamasına tepkilerini, çeşitli biçimde hak ve eylem olarak ortaya korlar. 7-Üst yapıya ilişkin halk tutumları, çok çok, alabildiğine gevşek ve çeşitlidir, gelenekçilik ve inançsal düşünme ve davranışlar çok daha belirgin ve baskındır. Bazı halk tutumu toplum tutumla iç içe geçer, kurumların spor folklor faaliyeti gibi. Ama bunlar birbirini aynılaştırmaz. Sadece bazı ortak yaşamı tutumlarla, kesişim kümelerinde ortak tutum değerlerler.

Daha birçok konu halk kavramında sayılabilir. Halktan kişiler, üretim gücünü, eline alıp üretim yaparsa artık halksal değil, toplumsal davranır. Halk, bir özel yaşam biçimi sürer iken, kişisel tekbenci refahın tüketildiği, modanın, toplulukların etkinleştiği, kişi sevgi nefreti, heva ve heveslerinin sarmalandığı insansal yapı tanımlılıktır. Toplum, nesnellikle, bireyin kılgın etkileştiği, üretme ve ürettirme ilişkisidir.

Sevgili eleştirmen devamla diyor ki;

Aforizma: “”Sistem; evrensel yasalarla sosyal yapıların felsefi bir planda tartışıldığı alandır. “” çok doğru.

Benimde yaptığım bu. İlkem bu. Bunu bir eleştiriye cevaplarken de aynen belirttim. Arapçadaki anlam evrensel ve felsefik anlam değildir. Özgürlüğün, hakın, hukukun toplumsal anlamlarını, özel yaşamdaki(halksal) , kişi hak ve özgürlüğünden ayırdım. Bunları karıştırır olmanın yanlışlarını vurguladım. Ama değerli eleştirmen yukarıdan beri, kavramların ilişkinliğini birbirinin içine girdirip aynılaştırmış. Toplum yerine topluluk diyor ve halk kavramıyla toplumu aynı kılıyordu. Tabidir ki, kalabalığa da toplum diyor. Bireyi, halkla karıştırıyor, halkın birey olmamış kısmını topluma ve üretime marş marş ediyor! Böylece her tür kısırlık yetersizlikler, yaşlılar, çocuklar vs. abur cubur yapılıyor, topluma sokuluyor! Üretimin unsuru yaptırılıyor! Topluluğa ait tutumları, toplum tutumu olarak görüyor! Kavramların ne anlamı, nede anlattığı içlemler, hiç görülüp, ilişkilenmemiş. Ya da cümle savları, bu tutumla yazılmış. Arap’ın inanç bazlı halk kavramının içeriğinde kalmışlık sezilmektedir. Oysa sözcüklerin anlamı da konjonktürledir. Falan sahabenin anlatımı, halkın bugünkü anlamı olamaz kaale bile alınmaz. Tıpkı sahabenin bu gün, deveye bakar tımar yapar bilgisinin, faso fiso oluşu gibidir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sn: Yusuf Ziya Karahasan Oğlu’na Yanıt

Merhabalar efendim,
El ezher mezunu olup, Hac turları organizesi ile meşgul olduğunu belirten değerli dost, denememin ilgili kısmını okuduktan sonra aforizma diye aldığım cümlesinde, belirttiği gibi güya bütün eleştirisini ortaya koymuş!

Aforizma: ''Lakin benim din anlayışımı, demokrasi ve sosyal anlayışımı inkâr etme yetkisiniz size kim veriyor? '' Yusuf Ziya Karahasan oğlu

Bu, tam bir konuşamama polemiği. Ve kendince haklılık gösterme üslubu, psikolojik davranışıdır. Eşdeyişle haklılığını gösterememenin ortaya konuş biçimidir.

İşte, ilke ve tutum koymayı anlayamamak budur. Kimse, sizin öznel inanmanıza karşı olmaz. Ve kimse sizin kafanızın içindeki, öznel inanmanızın inkâr yetkisini taşımaz.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Çünkü insanın eylemselliğini artıracak oluşumu, artık zamanı ve avlanma kolaylığın daha az kişi ile av yaparlığını, bu mızraklı hüneri sağlamıştır. Ve tekerlek bu temelin ilerleyişi sonucu, toplumsal yapının kurulup işleyişi ile meydan almıştır. Değilse sanki insanlar uygardı da, tek sorun bu uygarlığı uzak yerlere tekerlekle taşıyarak tanıtmaktı, gibi bir zorunlu kıt olur bir yanılgıya düşeriz. Mızrağın avlanma ve güvenlik sağlamayı kolaylıkla üretir olması, toplumsal üretişin de temeli olmuştur. Paralelinde av yaparlık ve toplayıcılık sürerken, çobanlık ve tarım üretimi de uç vermeye ve evirilmeye başlamıştı. Bunlar toplumu ve toplumsal yapıyı belirledi. Tekerlek bu yol alışın zorunlu gelişmesidir.

Özgürlük söylemi halksal yaşayışlarla, inançlara temel yapılıp, en çok karıştırılıp istismar edilen sözcüktür. İnanç temelde soyut ve özgürce bir tıkanış tutumudur. Bu hiç bilinmez. Kendini sınırlayıp taşamamadır. Sizin, hiç bir inanmayı belirleyip, düzenleyemez oluşunuz katkın olamayışınız tıkanmanın kendisidir zaten.

İnançlar belli bir gözlük taktıklarında dolayı, beli bakışı zorunlu kılarlar. Zaten özgür düşünememenin, özgür olamayışımıza, kendisi; bir nedendir. İnanmayı, özgürlük olarak tanımlayarak, inanç özgürlüğü denmekte! Somut deneysel olmaması, herkesçe aynı kabul edilmemesi, değişmez ve zamanlar üstü olması gibi olumsuzlukları da cabası.

Hâlbuki kişiler, halk içinde bırakın inandım demeyi, doğduğunda daha, inançları nüfusuna işlenmiştir bile. İnançlıdırlar. İnançları karşılaştırmadan inançlı olmuştur. İnançları tanıyıp eleştirip, aralarında bir seçim yapmamıştır. Ki özgürlüğün ilk adımı atılmış ola...

Kendimizi o inancın içinde doğmuş buluruz. Biz de, toplumsal bir tesanütle; “ Kır atın yanında duran, ya huyunu, ya suyunu alır ” misali o inançta oluruz. Bunun farkına varır olduğumuzda da, yaratılışın; bizim inançlarımız doğrultusunda olduğunu anlatılır. Bu da, bir çırpıda göksel inanç özgürlüğü olur! Doğma doğmayla İspat edilir. Bozacının şahidi şıracı iken, bozacı; şıracının şahidi olmuştur. Tüm olup biten budur.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu yüzden, toplumda nesnel işleyişin en savunucusu kişilerden, inakçı olanlar, inakçılığa düşenler de olur. Bu tür ilerici doktrinler, ileri görüşlülükler zamanla ve saltıkçı tutumla reçetecidirler ve reçeteci inakçılığa düşmekten kurtulamaz. Bu nedenle inan, inanç, inakçılık, inancılık gibi tutumlar toplumun çatışma ve gerilim alanları olmakta. Bu bilinçle yaklaşmayan bireyler ve yöneticilerin kendileri, sorunun kendisi ve bir parçası, olup çıkarlar. Bu, yanılma o düşüncenin, o doktrinin gelişmeci, dinamik yanını göremeyip, öğretinin somuttaki halini, saltıklaştırdıkları için, inakçı olup çıkarlar.

Oysa bu saltıklaşan yan, diğer yan olan, gelişmeci dinamik yanla bağıntılı ve ilişkindir, birlikte çalışırlarsa, bir anlam ve somutluk var ederler. Yani inakçılık körü körün eliği ve pratikte kopmayı, size dayatır. Sistem ne olursa olsun, kim tarafında kurumlaşırsa kurumlaşsın. Bu kurumlaşır oluşun, nesnel dinamik ve gelişmeci yanı, değişmezlik kuralları içertilirse, o öğreti (doktrin) , kaçınılmaz olarak inakçılığa düşer. Yani gelişen kurumlar, sistemler, öğretiler inaksal olamaz. Bu yüzden inaksal, inakçı ve inalcı tutumların, toplumda, temsillilik, taşınırlık uygulanırlık talebi olamaz, olmamalı da.

Ne ussal, ne mantıksal, ne de deney ve uygulama ile doğrulanmamış bir şeyi kabul etme olan inan, Hiçbir zaman bilinemeyecek olana bağlanma ve onunla, öznel arasında bağ oluşturmadır. Yani inan, toplumsal olanın, bilginin sınırları dışındadır. İnak, eleştirmenin üstünde tutularak kabul edilen düşüncedir, inan ise, hiç tanıtlanamaz olanı, kabul ederliktir. İnakçılık bir yetkeyi (otoriteyi) , doğru kabul etme ve yetkeyi delil saymayı, tanıtlanmış kabul etmektir. İnancılık bilginin yerine inanmayı koyan tutum ve davranışlardır. Bunları tekrar bir arada tanımladım ki; gelişmeci, dinamik, somut olan toplumsal devinimle, inançların nasıl ters düştüklerinin, iyi bir ussal kıyaslaması yapılabilsin diye.

Bunları zaten biliyoruz diyen olabilir. O zamanda şu sorulmalı. Madem biliniyor da, bu inancı, inakçı ve inak tutumları, olmaması gereken yerde ve düzlemde, yani toplumsal örgütlenme ve siyasada, neden talep ediyoruz? Akıl ve akılcılık, realite bunun neresinde? Bireyin haznesinde olacak öznellik, toplumsal siyasa ile çalışır mı? Çalışırsa, inançsal görünümlü ama mutlaka nesnelliği uygulamak zorunda olan, çok ağır gelişen bir yapı olur.
Ancak, baskı, zulüm, yıldırma ve toplumsal gelişmeye, hele hele BİREY oluşa, aykırılıkla dayatılabilir. Değilse, inancın Hiçbir öğesi, toplumun alt yapı oluşumlarını etkinleştiremez.
Doğada, Hiçbir yasa, ben falan yasayı da yönetirim diyemezken, kapitalizm ben komünizmi de yönetirim diyemezken, inançlar maşallah her sahayı iddialı biçimde bilir ve yönetmeye soyunur. İşte en subjektif ve yalan aldatan tutumdur bu. Her şey kendi sınırı ve alanında olmalıdır. İnançlar bu kuralı ve yasayı da hiç sinir. Tabiî ki yapacağı Hiçbir şey de yoktur.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Temel, kategorik zihin bağlantı kalıpları ve mantık giriştirme yetileri, daha çocukluk yaşlarında kazanılır. Ve bu çocukluk dönemlerindeki öğrenmeler, somut anlamaların girişmesinden daha çok, duygusal, dinsel verilerle öğrenmeye daha açık yetiştiriliştir. Çocukların, bu dönemdeki algıları korku tedirginliklerinden etkilenmeye açık bir körleşmedir. Çocukluk dönemdeki öğrenmelerinden oluşan kemikleşen eğilimleri, tutum ve ön yargıları, çocukların ömür boyu süreceği ve etkisinden öyle kolay kolay kurtulamayacağı, bir formelleşmedir. Bu formelleşmeye format da atsanız, kemikleşen yanı alttan alta, hep kişinin mantık akışını kontrol edebilmektedir.

Dinsel eğitimle, Dünya'nın altı günde yaratıldığını öğrettiğiniz iyi bir inanır mümin kişi, doğal bilimin, gelişmeci olan, milyarlarca yıllık yaratılış evrimini kavrayamaz. Ha keza, on bir çeşit insan yaratılışını öğrenen bir mümin inanır kişi, şaşkındır. Ya da şüpheyi içinde sindirmiştir. İnanç eğitimli mümin kişi önce topraktan yaratıldığını öğrenir. Sonrada bununla çelişen bir başka yaratılış öğretisi olan suda yaratılmayı öğrenir. Hele bir de, hem sudan hem topraktan yaratılmanın ikisiyle de tamamen çelişen şekli olan, kan pıhtısında yaratılma varyantını öğrendiğin de, neler olur? Kocaman bir hiçtir. Aslında tam bir iyi mümin burada şekillenip yumuşatılır. Müminin hiç şüphe ve kuşku etmemesi, böylesine bir inançlaşmanın susmasıyla olasıdır!

Kişi hiç şüpheci mantığa bulaşmadan, bunları kabul edecektir. Daha açığı kişi açıkça düşünüp de akıl etmeyecektir. İnancı ona, düşün, akıl et dese de bu böyle! Daha beyin burada iken böyle bir travmayı yaşamıştır. Beyin istop etmiştir. Akıl etmeme, erdem olmuştur. Bir kez, bu mantık kabullenildi mi, gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Kişiler, bunu böyle kabullenip, bu kalıplarla algılaşıp, olay, olgu ve düşünmelerini, böylesine susarak mantıki davranacaktır!

Toplumsal eğitimin amacı, yükümlüleşen bir üretime dönük eğitim öğretimdir. Yurttaşlaştırmadır. İnsanı, ruhsal geliştirme iken, halksal eğitimin amacı inançlaştırmadır. İnsanı iyi bir mümin kılmaktır.

Bu kişinin, biyolojik yaratılış öğrenmelerine açık olması mümkün mü? Olsa bile ne kadarı olur? Üstelik biyoloji anlatımlı öğrenme genelde zordur. Bir kere sizde oluşturulan inançsal anlamaların mantık kalıplarına aykırı bir öğrenmedir. Sizde dinsel mantık kalıplarınız oluştuğundan, bunu almak hayli güçlüklerle olacaktır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Temel konu, “”inanç, toplumsal bir talep midir? ”” Bu soruya yanıt aradığım bir çalışmamdır. Eğer inanç, toplumsal talep ise, toplumda inanç istemeyiz demek, ışıklı kavşak istemeyiz, Ya da hastane nenize gerek, demekle, eş tutulmalı demeye getiriyorum! Çünkü toplumsal talep böyle bir zarurettin duyulmasıdır.

Yok, eğer toplumsal talep değil de, kişinin bireylik ve öznellik var oluşu ise, toplumsal dayatmadaki yeri ve anlamı ne? Diyen bir çalışma sunmaya gayret ettim.

Durum bu olunca, monarşik, demokratik, oligarşik gibi tanımlamayı hiç anlamadım. Bu sayılan siyasi tutumlar, toplumsal somutluğun doğru veya yanlış olabilen, süreç içinde tercihen, Ya da dayatma ile işlettirilen yanlarıdır. Ben bu konuları incelemiyorum ki... Hiç bunlara taraf, Ya da karşı olurluğum, işlenmemekte. Aksine bu oligarşik, monarşik tutumlar inançları da toplumsal yapıda sömürü unsuru olarak kullanan yapılardır. Bana bir; oligarşik monarşik yapı söyleyin ki inançları yönetimde kullanmamış olsun! Ki bende bunu savunayım!

Aforizma: “”evrensel akışla sosyal buhran arasındaki zıtları tasfiye ederek ilerleyen kompoze akışın tarihsel vektörlerini gösterebilmeli “”

Bunlar benim konu kapsamım dışında. Ama konunun özelliği gereği böyle göndermelere gidildi. Yer yer örnek olarak da yöneysel (vektörel) bazda değindim. Ama benim konumun temel çalışma odağı bunlar değil. Bunların süreçteki değişme ve ilişkileniş bilgi hatırlatmalarına, bir göndermeden öte gitmeyen değinmelerdi. Böyle bir vektör görmek isteyen, ilkel toplum, köleci toplum, feodal toplum ve kapitalist sosyalist toplum, bilgi toplumu diye klasikleşen yöneyi de görmeli idi. Ya da kutsal devletlerden vaz geçilerek, bugünkü sistemlere niçin gelindiği görülmeli idi.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Mükrime Dilekçinin İnanç Ve Toplumsal Talep 2 yazıma gönderdiği eleştiri


Aşağıdaki Yazı, Sayın Mükrime Dilekçi tarafından 12.04.2008 tarihinde Antolojim sayfasına eleştiri olarak asılmıştır. Bende buna ve diğer eleştirel yazımlarına karşılık 4 cevabi yazıyı bu yazının altında yayınladım.


Öncelikle yazınızın düşünce sancılarını üstlendiğini ve bu sancıyla kaleme alındığını hissettiğimi belirtmeliyim. Ancak sancılarınızı sadece bulunduğunuz yerde çektiğinize ve inanç konusunda yazdığınız bu yazıda inanç kavramını kullanıp inancı kendi yargılarınızla çerçevelediğinize inanıyorum. Bu konuda sağlıklı bir şekilde bir yazı kaleme almak için inanca dair kaç kaynak okuduğunuzu merak ediyor ve yazınızın tezlerini savunmayarak aksine farklı kanatta yer alıyorum.

Bizim dini inançlarımıza göre bir bebeğin kulağına ezan okunur ve hatta maddi imkânlar yeterliyse adak kurban kesilir. Ve hayat, bir bebek için böyle başlar ve aile-çevre etkisiyle farklı çizgilerde devam eder. Elbette ki bu temel, her ailenin benimsediği ve uyguladığı bir durum değildir. Ancak bu, dinin toplumun temelinde yer aldığını değiştirmez. Ve insanlar, dini konuları özel bir çabayla topluma yansıtmaya da çalışmaz. Çünkü zaten din, topluma müdahale eden bir olgudur. İnsanların İslam fıtratı üzerine doğduklarını beyan eden bir dini sadece kişisel boyutta değerlendirmenizi de doğru bulmuyorum. İslam, sadece kişinin kendi içinde yaşanan ve orada olgunluğa ulaşan bir şey değildir. Çünkü İslam, kişiye yönelik emirler getirdiği gibi toplumsal yapıyı kuşatıcı düzenlemeler de getirmiştir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Hele bir de yaşlılık ve sosyolojik psikoloji, orucun rehavetine eklendiğinde, vahamet daha bir artar. Buna direnç, sizin makul olmayan tutumunuzu gösterir davranıştır. Oruç sizi, nöbette uyuşturup bir an dalgın kılacaksa, sonucu siz düşünün. Efendim oruçsuzda dalınmaz mı? Dalınır ama bu bile bile lades olacak ve yaygın olacaktır. Hatanın kendisini elimizle yürüre icmal etmek olacaktır. Oruçsuz dalınma, kişinin inisiyatifi ile önlenir. Ama orucun meydan vereceği toplumsal elim sonuçlar, kişi inisiyatifi ile değil, kurumların yaptırımı ile olacaktır.

Bu anlatım, aslında nesnel olmayışla, temelsiz bir sansasyondur. Tıpkı toplumda sürüp giden kör dövüşü gibi. Halksal tartışmayı toplumsal tartışmaya dönüştürüyoruz. Sanki bir toplumsal üretim olan, sağlık uygulamasını, topluma ve halka nasıl uygularsak verimli olur hakça olur ve ahlaki olur mesabesinde görerek, toplumda yeri zamanı ve nesnesi olmayan bir konuya ilişkin tutumu; toplumda imiş gibi vehim ederek, sapla samanı karıştırmalar yapıyoruz. Ama bu kişisellik de olsa, oto kontrol kazanımın, toplumla uyuşma yanımız değin aklımızda not olarak kalabilecek hatırlama olacaktır. Unutmayalım, halk olarak, toplumun nesnel yanının, bize değil; bizim toplumun nesnel yanına gereksinimimiz vardır. Uymaktan zorunluluğumuz da, toplumun bizden bağımsız oluşudur. Hak, özgürlük diye; soyut zorlama ile mazereti delil gibi dayatamayacağımız gerçeklik, organik ilişkilerin nesnel yasallığıdır.

Toplum, yaşama gereklerinin, üretim ve paylaşımının ortaya koyduğu bir sosyal organize durumdur. Bu durum toplum yasalarını, yaşam gereklerini, ortaya koymanın, sürekli olarak üretildiği, etkiyen etkilenen, insan düşüncesinden ve insan iradesinden bağımsız, bir yapı ilişki örgenliktir. Toplumsal istem de, bu yasallığın, sizin farkında olup, kurallaştırıp, genelci normatiflikle yasallaştırmanızdır. Ve insan örgütlenme hak ve Özgürlüğünüzü, buna göre ilişkilendirmektir. Yani toplumun temelini, yaşamın nesnel somut koşullarında alıp, insan yaşamı ile bire bir ilintililiktir. Siz bu bağlılıkla ürettirerek egemenlik zenginliğini varlarsınız.

Şunu tekrar vurgulamak isterim. Spekülasyon ve kör dövüşünden kaçınmak için: Tartışma konu ve nesnemiz, böyle toplumsal temele oturmalı bu temelden söyleyeceklerimiz, karşı oluşlarımız, haklı Ya da haksız oluşlarımız, ortaya konmalıdır. Eksen uyuşması olmalıdır.

Laiklik, toplumsal yaşayışın, inançsal yaşam kontrolünde ve iç içe olmayacağının izanıdır. İnançların ancak halksal alanla olacağının nesnel yasasıdır. Yine, inancın bireysel oluşunu apaçık vurgulamadır. Önce sorun ortaya çıkmış, sonra somut yasası. Örneğin uçak, tren yapmak için, incili bilmenin gerekmediği, apaçıktır. Kilise çanı yıllarca çalmasa da süreç aynen işler, insanlar ilaç yapmaya tedavi olmaya en ufak şek, şüphe ve engel gelmeden devam ederler. Papazlar olmasa ne olur demişler? Hayat tınmadan devam etmiş. İnanç halkın malıysa, uçak yapmak da, toplumun malıdır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Çalışma hakkı genel ve evrenseldir. Ve çalışma hakkı yaşamı oldurma özgürlüğü içerir. Toplumun üretim değerlerinden yararlanmak, bazen zorla; karantina uygulaması türü olabileceği gibi bazen de yararlanma; yararlanılmaması şeklinde yasak kılışla, inançların toplumsal talep olmaması gibi veya inançsal çatışma ve dışlanmadan korunursunuz türünden düzenleme hem bir hak hem de özgürlüktür. Hem de evrenseldir. Hem de sözleşmeye konu olan tutumlardır. Yaşama ve yaşamın güvenceye alınması, hem bir insan hakkı, hem talep etme hakkınız hem de insanın özgürleşmesi için zorunludur.

Ama inanç böyle değildir. Bir kere sizin ondan talebiniz olamaz. Örneğin oruç üç gün olsun diyemezsiniz. İki kadının şahadeti, bir erkek yerine geçmesin diyemezsiniz. Ya da şu kadar zamanı inanç için çalıştım, bana şunu verin, diyeceğiniz bir yer yoktur. Posta da, tek taraflı çalışır. İnanç odağı size haber talebini gönderir. Ama siz birini görevlendirip sözcü olarak o inanç odağına, halinizi seslendirseniz, hiç bir cevap alamazsınız. İnancınız sizden devamlı talep eder. Sizse ona karşı sukuttasınızdır. Sadece inanmak ve ummaktır işiniz.

Örneğin, Hiçbir toplum, biz falan inanç için, bir araya gelip sözleşme ve talep yapıyoruz demez. Çünkü Hiçbir inanç konusu sizin toplumsal ve yaşamınızı olduran gereksinmelerin karşılanmasını sağlayan bilgi değildir. Yani üretim yaptırmaz. Böyle bir inanç toplumunda da, hiç bir talebiniz olamaz. Çünkü inancın istekleri bildirilmiştir, siz ancak dua edersiniz, şansınıza. İnançlar çözümler üreterek talebinizi karşılamıyor ki, sadece inan oluşturulmuş talebini size sıralıyor. Sizde kayıtsız şartsız, amenna saddakna diyorsunuz. Genel bir buhran dalgası sararsa, siz gözü kara davranıp talep oluşturursanız, önce dışlanma ilkesi devreye girer. Baskı ve çatışmalar başlar. Direnmeler sonucunda inanmanın büyüsü biter. Bu kez yaşamın zorunluluklarını kaale alan düzenlemeler yapılır. İnsani men şeyli, inanç dışı, ama inanca uygunluk adı altında fıkıh ve şerri hükümler yapılıp, yeniden tekrar tekrar bilgisizliğinize inandırılırsınız. Ve o büyü tekrardan sürer.

Bunun mantığı da şu. İnançlarda “”adil olun”” denmesi var. Eh sizin yaptığınız bu olacak. Ne yaparsanız yapın buna uyduğunuzu söyleyeceksiniz. Oysa en inançsız toplumlar bile yasalarını yaparlarken, bunu gözeterek yapar. Bu yaşamın, sosyal pratiğinin, yasasıdır ve evrenseldir. İnancın değil, sosyal yasanın zorunluluğu. Karnını doyurmadığınız kimseyi çalıştıramayacağınız gibi, iyi davranmadığınız birinin güvenini kazanamazsınız. Size de kötülük yapılmasını istemeyeceğinizden, bunlara “”adil olurluk”” diyeceksiniz. Bunu bilmek için de, bir inanca bağlı olurluk nasıldır bilinmez. Hukuk ve yasalar güncelin konjonktürüne göre bu adalet iyeyi sağlamak zorunda. Toplum da, bunu taleple, zorlamak zorunda.

Bunu somutlanması günün üretim ve paylaşım koşul ilişkilerine göre kurallaştırılır. Esasen “”adil olunuz “” göreceli bir kavram. Ne yaparsanız adil olursunuz? Bunun ancak yaşamda karşılığı olur. Adil olup olmadığı yaşamdaki kıyaslama ile ortaya çıkar. Köle düzeninde köleye karnını doyuracak kadar yemek verdiniz mi sizden adili olamaz! Oysa günümüzde köle anlayışının kendisi adil bir tutum değildir. İnsanlık ayıbı ve utançtır. Kaldı ki karnını doyurarak adil olurluk olsun! Her şey kendi zamanında geçerli ve zamanının içi ile sınırlıdır. Günümüzde yemek yerine, ücret maaş vs. veriliyor. Doymaktan daha fazla ihtiyaçları sağlanıyor. Bu da kendinden önceki düzene göre adil görünüyor. Ama kendi zamanının üretim ilişkisine göre pek çok haksızlıkları da bulunabiliyor.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Eğitim bilimlerinin mantığı, günlük yaşayışlarda ve günlük ilişkilenişlerde, yararcı mantık ilişkileri ile kullanılmalıdır. Alınan toplumsal eğitim sosyal yaşamda pratik enformel edilemediği sürece; kişi mantığı, asal olan inanç mantığı düzleminde devinir. Ve kişi kendisini rahat hisseder. Bu asal mantığa göre, farklı mantıklarınız, sizin iletişememe tedirginliğinizdir.

İnançsal mantık aslında yaşamı anlamak ve kişinin kendini bu anlamda konumlamak istemesidir. Bu istem insanın merakını sindiren bastıran, gerçeklenmenin belirmesidir. İnsanın, yaşama saygı duymak isteyişinin bir anlayışıdır. Yaşama saygı duymak, en temel anlayıştır. Ve bu yaşam saygı duyuş, ölümü de içeren sürmenin kesikli ve sürekli olan yapısına soyut bir analizdir. Yani ölüme de saygı duyuştur. Çevren belirimin gücünü duyuştur. Bu analiz, gerçeğin izlenimlerindeki tasavvurlardan aks eder.

Kişi kendi hayal gücünü, inançlar sayesinde olabildiğince geliştirir. Kişi kendi kendinin içte inançsal söyleşmesini yapar. Ve yine kişi, inanç olarak, anlayışları kendisinde başlatır, kendisinde bitirir. Bu insanca olmanın bir tinsel modifikasyonudur. Bu arada kişi yücelim duygularının hazzını ve etkileşmesini, baskı olarak yaşar. Umut etme, adaletli olma, gibi ahlaki erdemlerin sanal dönüşmesini yorumlar. Bunlar çoğu durumlar da yadsınamaz kazanımlardır. Yok oluş fikrinin, ürkütücü olmasından kurtulmak için yeni yaşamın, şu andaki tutumsal yatırımlarını sergilemenin coşkusunu ve anlam sindirmesini içsinirler. Sanı kanı olan inançlar ilkten beri insanın asal mantıklarıdır

İnancın böylesine kavranır olması, bizim her inanç anlamalarımızın doğru olduğu anlamına gelmez. İnanç mefhumunun taşınır ve geliştirilir olması, insanca bir olgunlaşmanın süreçleşmesidir. Ancak bu süreçleşmenin konuları, akıl ve bilimin, nesnelliğin, yansımalarından damıtılan bir sorumluluklardan düzenleşmesi olmalıdır.

Toplumsal ve halksal eğitim konusunu epey detaylı ele aldım. Elbette her yönü ile geliştirmedim. Ne var ki amacım toplumsal olanla, halksal olanın, mantıklarının ve işleyişlerinin, ayrı ayrı olduğunu bilmektir. Bu alanlar devinmesini kendi içlerinde en genel bir iki değinişlerini yaptım. Toplumlar halk ilişkilemesine gidebilmeyi bilirler. Önemli olan, olay ve olguları, bu mantıkla, giriştirir olmaktır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu mesabede (Düzlemde) sokak sosyal jargonu etnikçi de davranacaktır. Toplumsal kültürün göl dibi sızmaların yansımasında bu zaten vardır. Ama nihai adımda, kişiler toplumsal kültürle devinmek zorundadır.

Çünkü etnik yalnızlaşma gittikçe sağlayışların körelmesine doğru kayacaktır. Bu demektir ki etnikçi kültürler kişi sağlayışlarının toplumsal referanslarını, kaybedecektirler. Denizden sızan geri beslemeli akımla kişi zorunlu olarak toplumsal referanslarını düzeltmeye gidecektir. Yani kişi zorunlu olarak topluma yani toplumsal kültüre gider.

Buralardaki sapmalar, bu yazarlarca bir yozluk olarak mı görülüyor? İşte yazarlarımızda bunlar hiç belli değildir. Bu da kimi yazarlardaki kültür kavramının, yazarlarında tam da oluşturulamadığı anlamına gelmektedir. “Misafirperverliğimiz zaten ayrı bir durum” gibi sözlerle kimi yerde de tikel ahlakı, kültürün üzerine çıkarmıştır. Ya da ahlakı kültürün kendisi yapmıştır. Oysa ahlak kendisi bir kültür unsuru iken, her kültürün, bir ahlak olmadığı, yazarlarca hiç bilinememiştir. Veya en hafif deyimi ile göz ardı edilmiştir.

Sözgelimi bu tür yazarlar; ” bir sürü isimler ortaya atıldı ve çocuklara bu isimler konuyor. Allah beni doğuştan Müslüman olarak dünyaya gönderdi” gibi ifadelerle inancı da, kültürün kendisi yapıp çıkmışlardır. Oldukça bilgisizliktir. Dünyada ve çevre de olup bitenden bihabersiz, kişiler makale olaraktan; bildiğini sanmanın bilmezlik cesareti ile yazılmış bir yazı ve üslup, ortaya koyarlar.

Evet, inanç bir kültürdür ancak her kültür, inanç değildir. İnancın daha temeline inersek, inançlarda ibadetler de vardır. Yani her kültür ibadet edilir olan değildir. Bu yüzden bilimsel, toplumsal, sosyal, teknolojik, estetik, halkçı, sanatsal vs. etnik inanç ve etnik ahlak olmayan inanç ve ahlak gibi birçok kültür unsurlarımız da vardır. Bunların biri birine indirgenmezdirler. Üstelik bunları kuşatan bir “kültür felsefemiz” vardır ki kimi yazar bunları ya hiç bilmiyor, ya da kâle almıyor görünmektedirler.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bir inanç ister Musevilik, ister İsevilik, ister Mazdekilik, ister Hinduizm, ister Zerdüştî’mi olsunlar. Her biri oluştuğu dönem ve zamanın gelişmişlik düzeyi olan güncelliğin düşünce mantıklarıyla ve gelenek görenekti bilgileriyle, dünyayı yorumlayıcı ve dünyayı yaşantı aşıcı bakış tarzlarıyla, birer kopya kalıp oluşmuşturlar. Bu nedenle inançlar, daralan bir mantıktırlar.

Kalıp olmaları, genel olarak tartışma ve uzlaşma var etmemeleri, içinde muhalefeti barındırmaması hele dini inanma oluşla bir harfinin bile değişmemesi, karşı gelinmemesi basınçlarıyla tam bir otorite ve diktatörlüktürler. Sonuçta inanç; insanların yarar zarar oluşla kullandıkları bir sosyalci avatar yapılaşmadırlar. Oysa birlik düşüncesi karşıtların (olumlama ve yadsımanın) birliği ya da tekliğidir.

Bu dar donmuş hal kalıplarıyla ne zamanımızın hal çaresidirler. Ne de şimdiki öznelliğin düşünce mantık kalıbıdırlar. Bütün düşünce devinimlerini; deve hareketlerinden örneklerden çıkaran düşünce felsefesiyle; günümüzdeki düşüncesini evrensel devinmenin işleyişinde, iyon devinmeli kuantumdan çıkaran düşünce ve mantığın düşünce inanç felsefesi, aynı olur mu?

Hangi inanç olursa olsun, düzeyleri bağlamında ve geleceği taşımamaları bağlamında dar mantıktırlar. Bu darlığın şimdilik iki neden sel özelliğini söylemek konunun anlaşılıp yorumlanması bağlamında inancı yetilerimiz konusunda yeterli olacaktır, kanımca. Birinci neden tarihselliktir.
İnancın Tarihselliği

Tarihsellik bir süreçtir. Süreç, geçmiş olay ve olgularıyla geleceğe doğru uzayan oluşların kesikli sürekliliğidir. Bu oluşlar bağlamda ne Dünya; ne Evren; özelde de ne insan; ne insan yaşantılaşması; ne insan düşüncesi; ne inanç sitemleri; kendi oluştukları dönemlerle; ne tamdılar, ne de tam olması gerekeni söyleyebiliyorlardır.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

5- Bu tipik bir ilk ve orta çağa özgü, Batlamyuscu bir mantıktır. Kendisini evrenin merkezine koyan ve evreni kendi heva, heves ve temayülleri için döndüren bir mantıkdır. Sanki evren sizin bina, zina yapıp yapmamanız, üzerine dönüyordu. Evren baktı ki Dünya da, bir bina zina olayı var; evreni kendi çevrelerinde döndürenlere istinaden; hemencecik kıyametin, yelkenlerini suya koyu verecekti!

Bu sözdeki bina zina ses uyağı da anlamı güçlendiren,tembihi akılda tutturan bir teşbih olmasıyla, kel başa şimşir tarak kabili sözün anlamını düşünmeden, hatırlama ve telaffuz kolaylığı da, kabule yatkın olmayı körükleyebilmektedir.

Kıyametler görece özel bağıntılı olmakla, evrenin orasında, burasında; gezegen ve yıldızlar ve hatta gökadalar odağında bir ölüm doğum şeklinde hep sürecektir. Yine kıyamet görece ve özel bağıntılı olmakla ve özelliğin giderekten genelleşmesinden ötürü de, bir genel kıyamet kaçınılmazdır.

Oysa her yeni düzey ve düzlemler; yeni yeni ilişki biçimi ve yeni yeni biricik olmayan ahlakı ve dinsel edimler hep olurlar. Ve yeni ilişki biçimleri; yeni olan ahlaki, erdemse ve dinsel tutumların da ruhsarı, kaynağıdırlar.

Bir insanın, insan gibi yaşamasının; en öznel devindiricilerinden birisi de inanç ve dinlerdir. Egemen sınıf mahareti ile halkı bu inanç ve dinin içi gereksiz bilmelerle doldurmakla halk, bir bilme ayağından yoksun kılındıkça; inanç ve dinler de gelişememekteler. Böylece inanç ve dinler de efendilerin en çok yararlandığı baskı araç yöntemleri içine ekleniyordular.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sadece Yüce Tanrı'ya, inanırız. Ve sanılarımızla umarız, ummalıyız da, o kadar. Kimseye, Yüce Tanrı'ya izafe ettiğimiz, kişisel anlama zanlarımız, direştirilir değildir. Bu mantık, Hıristiyan, Yahudi Tanrı anlayışının bir ayet demesi, ya da Budist Mabut’un kendini kabul ettirirlik veya Zerdüşt’ün aynı söyleminin bir benzeşme ifadesi değil mi?

Böyle ifadeler, inandırmanın birinci ve ikinci koşulunu, temelsiz bir öznel düşünceci anlatımla ortaya koyuyor. Ben diyorum ki, Yaratan vardır, mutlak ve egemendir. Asla bilinemezdir. Kişilerin anlamalarına göre kişi içinde bilinmelerle öznel bilinirdir. Bu kişi davranışına yansır güzeldir. Ama toplumsal üretişinizin bir anlaması ve kriteri olamaz bunu şiar edinmeliyiz. Tanrı'nın ne söyleyip söylemediği, birilerine söylenip duyurularak anlaşılır değildirler. Yüce Tanrı'nın yarattığı varlık ve var oluş sürekliliğinde, bizler iyi kötü, sürekli üretip bilgilenerek, bir önceki yaşayış, bir sonraki ile eksik kusurlu kılışla, süreçleşecek bir anlam ile bireysel inanırlıklarımız, Tanrı anlayışımız olacaktır. Bu anlamalar kişisel manevi cezai sorumluluğumuzun olgunlaşması olarak değerleyebiliriz.

Sürecin gelişmesi ile anlayışımız da gelişip yeniden üretilecek. Burada şunu iyi bilmeliyiz. Hiçbir aşamadaki Tanrı anlayışı aşamamız, Yüce Tanrı'yı bilmek olmayacaktır. Ancak bilir oluşun sonsuz sürüşlükteki, çok çok küçük bir kısmı biriktirilir eleştirilir olacaktır. Biriktirilir oluşu, diğer bireylerle paylaşılır ve öğrenilir yönüdür. Ha keza eleştirellikte öyle.

Bu Yüce Tanrı'yı eleştirmek değil, kendi anlayışımızı, kendi izafelerimizi ve zanlarımızı eleştirmektir. “Yüce Ruh böyle dedi”” dediğimiz zaman, eleştirinin muhatabı Yüce Ruh yapılmakta. O şey üretimsel yönetimin özeğine konup tanrısal olmayan anlamayı Tanrı'sal olan nesnelin karşısına koyup, Tanrı'sal olanı yadsıtıp, Tanrı'sal olmayan vehimlerimizi de Tanrı'sal göstermiş oluyoruz. Bu da, o kadar yanlış, saçma ve hatadır ki akla aykırıdır. Böyle bir inanma, sonunda eleştirmemeyi getirecektir. Bu da tek başına yeter bir nedendir toplumun donuklaşması için. Söyleyeni insan olduğu halde, bu tutum gizlenecektir. Eleştirmemenin kabul edilirliği nedeni ile İnsana anlayamama sorgulayamama körlüğü yaptırılacak. Bunlar da bize, evrensel akıştaki yaratılışa göre İlahi İrade'ye aykırı olacağı, kanısını, düşündürür.

Diğer türlüsü sanki ikide bir, Yüce Ruh şunu dedi, Yüce Ruh bunu dedi denmesi; Tanrı: insanca bilinirmiş gibi, bir insanın anlayabileceği somutlukmuş gibi ve tarif edilirliği varmış yanılsamasını içerir. Tanrı'nın eleştirilirliğini, Ya da inanmanın akılı perdelemesini doğurur. Oysa inanmamız, bizim toplum içindeki, toplum talebine girmeyecek ve hem de, toplum talebine rağmen olamayacak, alanlarda insan-insan ve birey-içsel duyuş ilişkilerimizi düzenleyen, bir davranış şekillenmesidir. Şu da gerçek ki Hiçbir insan toplum gelişmesini bir sonraki durumunu bilir değildir. Bu toplumun bizden bağımsız olan bizim dışımızdaki belirleyemeyeceğimiz nesnel oluşudur. Ancak akışı anlayarak şekiller, dönüşümler üretiriz.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Örtünme haksa, kişi nasıl örtünürse örtünür; isterse modernlikle, isterse özgürlükle demek, düşünmemenin baştan savma kolaycılığıdır. Eğer bu halksal alan için bir söylemse doğrudur. Yok, eğer toplum da göz önüne alınarak söylenmişse, bu düşünmede güçlük var demektir. İnanç, bir akılsal düzenlenir disiplin olmayıp, bu böyledir deme mantığıdır. Topluma ait bir düzenleniş ve talep olmadığından, inanca ait tutumlar toplumsal kuralların olduğu, yaşandığı kurumlarda, ne gösteriş için, ne de işleyişe etki için istek yapılmamalıdır. Caride, halka ait alanlarda, toplumsal kurallar dâhilinde, bireyin ve grupların, cemaatlerin uzlaşı alanları ile yaşanır, tutumlaşır olmalı. Buradaki kural, bu tutumlara inanınız ya da inanmayınız diye değil de, sizin dışınızdakilerle de uzlaşıp; tutumun sürtüşme, çatışma konusu olmayacağını hukuklaşmaktır. İnançlar yaşamlara müdahale ve aksatma yapmadığı müddetçe, halk içinde, birey bazlı, bir gereklilik olduğu kabul edilmiş ve edilmeli de.

İnançların tutumlaşmasındaki hata şuradadır. Bireysel inanışlar, grup benimsemeleri toplumsal sözleşmenin sağlandığı koşullarda, kendisi toplumsal talep olmadığı halde, yani toplumu toplum yapan gereklilik, nesnelik olmadığı halde; kendisini, toplumsal talep gibi sunuyor olmasıdır. Toplum, bireylerinin eğitimli kılınmasını talep etmişse; siz de, toplumdan eğitimin nesnel şartlarını, hak bilip, özgürce talep edersiniz. En azından eğitimin şartlarından olmayan tutumları da, toplumsal izinle sağlarız. Kurumsal yönetimler ve anayasaya uygunluklar bunu belirler. Bu anlayışlara değin oluşturulan değerler, yaşanan sorunlardan kaynaklı, yüzyılların imbiksel çıkarsamalardır.

Sizin bu hususta öznel talebiniz olabilir, ama toplumda hak ve özgürlük olarak görülmez. Nedeni toplumsal talep, toplumsal işleyiş, inançların varlaşması için oluşturulmamıştır. Zaten toplum öncesi insan yaşayışında, basit inanma yansımalarının var bulunduğu kişi öznesi, kişi ile birlikte topluma girdi. Üretimin yapılışı ve paylaşılması aşamasında, kişilerin bu öznel kanıları, sanıları, kişilerin, egemenlerin çıkarları doğrultusunda, kabuk değiştirdi. Dinleşmeye ve insanları kullanmaya başladı. İnanç, insanın, dıştan topluma soktuğu, bir yönü ile çıkarcı düzenlenen, soyut, kurnaz hünerdir! Toplumsal hak ve özgürlük olabilmesi için, toplumsal talebin ve yaşamsallığın, evrenselliğin nesnesi olmalıdır.

Bir asker de, tam teçhizatlı, askerlik inanma tutumlarını taşıyarak, gösteri ve ifade hakkı olarak, eğitim ve sağlık talebi alamaz. Bu silahlı tutumlar, somut koşulların talebi olmasına rağmen olamaz. Siz, bir generalin silahsız bulunmasını, kendini çıplak, bir şey yitirmişlik gibi hisseder olma ifadesi ile hâkim karşısında olduğunu düşünün. Savcıyı bu duruma, ikna ile alıştırsanız da, karşı tarafın ne zaman, kafasının tasının atıp, beline davranacağı kuşkusu; sizde, hep var olacaktır. Bu soyut istekleri sınırlayamazsınız. Çünkü talep ve konusu soyut, varlaştırılması da soyut olur. İçinde çıkılmaz kör düğüm olacaktır. Toplumda soyut özgürlük, soyut hak olmaz. Yasalar hak ve özgürlüğü belirler. Kişisel tatmini sağlayan istekler, kişinin toplumsal olmayan, toplum olmazdan öncede yaşadığı duygudur. Öznel kişiliğin, beniçinci içsel duyumunun bilinççe yansıtılmasıdır. Halk içi, bu belirmelerin doğru ve meşru alanıdır.

Diyelim ki, bizim savcı, doktor olarak kapalı olma hakkımız olsun. Bu talebi sunarken, bizden talep alacaklara; Sivas'ı ve Sivas’ta: “” Muhammed' in ordusu”” söylemli eylemleri, hatırlatmayacağı kuşkulanmasını, kim garanti edebilir! Ya da siz, başörtülü talep alırken, durumumuzun, talebi sunana, Çorum, Kahraman Maraş, Hizbullah anılarını depreştirip; talebi, hukukilik yerine, fevrileştirebileceği, unutulmamalı. Güven esası ortadan kalkar. İnanç toplumun esası olmadığından, bunun terside olası demek, absürt ve çalıyı baştan sürümektir. Halkın vereceği inanç eğitimini, toplumun eğitim kurumlarından da ister olmak aynı tersliğin, toplumdaki huzursuzluklara provoke oluşudur. O oluyorsa, öbürü niye olmazsındı.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Toplumsal olan tartışılır. Her hangi bir inancın konusu, halksal alandan çıkarılıp, toplusal alanın işleyişine getiriliyorsa; o zaman o inanın konusu, otomatikman herkesin etkileşen tepkisi ile tartışılır olma ilgiselliği konusuna girer ve konuşulur. İnançların tartışılması istenmiyorsa, inanç sizin kişi hakkınız ise, toplumun sosyo ekonomik işlerlik alanına getirilmemelidir. Tartışma alanında tartışma vardır, cehalet bunu saygısızlık ve hakaret algılar.

İnanç demokratik bir hak ve halk iradesi değildir. İnançlılık halkın bir beliriş biçimidir. Çünkü halkın boş zamanı, bağ girişim tutumudur. Demokratiklik halk kavramı olmayıp, bir toplum kavramıdır. Zaman zemin ilişkisi ile değişen bir tutum alıştır. Bir yanıyla, bir üretim ilişki paylaşımını sağlayan, ilişkileniş meşruiyet gerçeklenmesi istemidir. Toplumda yapılan üretim gerçeklenmesini hiç bir inancın rehberlik ve zorunluluğu ile asla sağlayamazsınız. Bu yüzden inanç toplumsal değildir.

Toplumsal olmadığından ne bir haktır; ne de demokratik taleptir. Sadece kavram kargaşası ile demokratik bir tercih ve demokratik bir hak gören zannı görüş ve sanı yanılmasıdır. İnanç halk içinde vardır. Siz talep etmeden ve size diğer inançlar tanıtılmadan, hep diğer inançların olumsuzlukları kötülenerek kendinizin doğru inançlı olduğunuz algılatılmıştır. İnançlarımız; diğerleri bize gösterilmeden, kendiliğinden adeta yapışan bir kabullenmedir. Seçme tercihiniz olmadan, size sorulmadan, kendiliğinden etkisel benimseyip öğrendiğiniz, içinde şekillenip hayranlık bulduğumuz bir sosyal çevre öğrenmesidir. Halk, inancına bile egemen değildir. Çünkü egemenlik, üretim gücünden gelir. Halk, inancını üretemediğinden egemeni de olamaz.

Demokrasi toplumlarda karşılıklı ilişki girişmelerinin içinde çeşitli şekilde tanımlanır. Örneğin seçme seçilme bir toplum sorunudur. Demokrasi burada; oyların genelliğini ortaya çıkaran bir tutum olarak tanımlanır. Halkın genel tutumu inanç olduğu için inançlar demokrasiyi tanımaz.

Toplum, belli zaman ve koşulların, kendi nesnel yasalarının ilişkilenmesidir. Yine toplum, bu ilişki birliği ile yansır. Ve toplum, toplumsal olan öznel insanın, bilinç ve eyleminin teşkili örgütlenme etkinliğidir de. Yani toplumun organik yanı: ürettirerek üreten; paylaştırarak paylaşan, ittifaklar koalisyon birliğidir. Sahibi oldukları ve egemenliği ürettiğidir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Oysa nikâh, inancın değil, toplumun bir talebidir. Üstelik de mal edinmenin, özelleşmenin, miras bırakma anlayışının somutlanmasıdır. İnsanların avcılık döneminde, ne böyle bir inanmaları, nede böyle nikâhlı, somut yaşamaları söz konusu bile değildi. Nikâh, ancak toplumsallığın ve toplumsal üretimin belirleyişi ile ortaya çıkan bir zarurettir. Bu aleniyetlik ve resmilik, meşru olurluğu nasıl yapılaştırırsanız öyle yapılaşırsınız. Yanlış olan toplumsal bir talep olmayan, inanç kılıfı altında yaptırılırlıktır. Ve inançlarla ortaya çıkmış, gökten zembille inmiş gibi, bir algı havası verilmektedir. Eğer böyle bir hoşgörü yapı, kendisinin devamı talep gerektirmelerini, hem de zorunlu haklılıkla, peşi sıra getirir, yani dayatır. Başka sapmaları da tetikler. Toplumun konusu olmayan, zımnen toplumun duyarlığı olur.

Batının ortaçağ geleneğini izler olması bir kanıt olamaz. Yanlışı kim yapıyorsa, batı da, yapıyorsa yanlıştır. Ölçüt batı değil, Toplumsallığın temelinde, toplumsal inancın olmamasıdır. Eğer siz büyücülük yapıyorsanız ortaçağ söylemini tartışırsınız. Bir toplumsal yapı değişirken, bazı yapılar yeni içinde sürüşüne devam etmekte. Maalesef bu nikâh da o nazarla görülmeli. Burada ironim bir gönderme yapayım. Bu da, batının, hani o aldığımız iyi saymayacağımız, şikâyetçisi olduğumuz “”biz batının kötü ahlakını aldık dediğimiz”” ahlakı olsa gerek!

Böyle teokratik bir uygulayışta, David Hume'lerin çıkarlığı, nikâh uygulaması sistemindeki başarısının ürünü değildir. Toplumsal birikimin, yavaş da olsa, somut nesnel gelişirliğin bir etkimesi sonucudur. Üstelikte inançların, Dünya'nın düz olurluk kabulüne rağmen ve Kudüs'ün Dünya'nın merkezi olup, tüm sistemin de, Güneş'in de, Dünya'nın etrafında dönüyor olması, inanma dayatmasına rağmen Hume'ler yetişmiştir, kepler yetişmiştir. Bu gelişme, her sistemin, eskiyip dönüşür olmasının, nesnel temel yasallığın, nicel birikim yanıdır. Eğer teokrasinin olumlu etkisi ile olsa idi, gelişme binlerce yılın yavaş ve hantal dönüşümü ile olmazdı. Bu günküne yakın hızda olur ve çok daha önceleri olurdu değil mi?

İnançların temel amacı, karşı konulmaz gücün etkisi ile sizin toplumsal yaşamınızı; maddi yaşam ve üretiminizi “”O”” söylüyor diye keyfince ve karşı konulmazca, denetilme altına alınmasıdır. Her hangi bir değişmenin, topluma yansıyan tepki verememe durumundaki huzursuzluklarınızda, inançların, sizin adınıza, sizin düşünmenize, akıl erdirmenize gerek bırakmadan, karar vermesidir! Birey olmanızdan çok, kul olurluğunuz, Mutlak Güç adına dayatılır. Size; birey olarak yaşamı ürettirirlerken, siz, kul kertesini aşamazsınız. Kimi zaman somut koşullara göre, güya, Ruhsalın söyleyişinin yorumlanışı adı altında sosyal sömürüdür inançlarınız. Ruhsalın size “”Akıl erdirmiyor musunuz? ”” demesi de, bu vekil yorumcuların dediğini, anlayıp akıl etmekten öte gitmeyen bir durumdur. Aksi durum da, derhal kâfirliğiniz ilan olunur. Bunun en bilineni batıda da aforozdur.

Yahudilerde de, benzer uygulamalar, yanlışlık bağlamında aynıdır. Yahudilerde inanç ulusal yararcı bir inanç olduğundan, İsrail dışında kimsece kabul olunmaz. Yarar İsrail oğullarının yararıdır. İsraillilere ait Vaat edilmiş topraklardan tutun da, Musa'nın Mısır'da çıkışta: “”Ey İsrail oğulları Mısırlı komşularınızı soyun”” demesi. İsraillilerin birbirine, faizsiz para alıp vermeyi, gerekli kılıp, yine birbirine, faizi vermeyi haram kılmışlar. Ama başkalarına faizli para verişi toplum oluşun temeli yapmışlar. Köleliği değil de, İsrail oğullarına köleliği yasaklamışlar... Bu tür ulusçu yararlılık, bir yığın yaşamın pragmatikini sadece İsrail oğullarının mutluluğuna dönük işletmesidir. Bu somut inanç, İsrail'i bir anlamda yüceltirken Roma ve Hitler mezalimine de duçar yapıp, Dünya'ca kısmen de olsa, dışlanır olmuşlardır. Neden sırf inancı ayrıştırmasından.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

“”İster inancından ötürü örtünsün, isterse; kendisini öyle ifade ettiğinden dolayı örtünsün”” yuvarlamasına başvuruşla, toplumsal talebe dayatma yapmak, iki bakımdan saptırma ve cehalet ortaya kor. Birincisi, inanç toplumsal talep değildir. Halk içinde bunu deme gereği bile hissetmez. İkinci olaraktan da kişisel duygu ve anlayışlar toplumsal değildir. Toplumun insan öznesinden, insan düşüncesinden bağımsız bir gerçekliği vardır. Böyle bir geçiştirme cümlesinin, aşağıdaki gibi, hem önü alınamaz olacaktır, hem ön görülemez sakıncalarının da olacağı unutulmamalı.

Tarihte Ispartalıların, Cermen toplumunun, hırsızlığı bir hak belletip, inançlaştırıp yaygınca normlaştırması, diğer toplumlara talan uygulaması, toplumsal olmayan bir tutumdur. Ama başka toplumun ortaya koyduğu emek ürünlerini, talan etmeye dayalı, ben içinci duyguya kapılan bir aymazlıktır. Talan, öldürme, yaralama kan gözyaşı doğurmuştur. Bu talancı yaşayış, yerleşik toplumların gelişmesini zaman zaman geriletmiştir. Bu tam bir hak ve özgürlük kavramının saptırılışıdır. Soyulan toplum olduğu için talancı toplum vardır. Değilse talancı toplumun var oluşu nedeniyle, talana uğrayan toplum oluşmamıştır. Bu nedenle talancı, çapulcu toplumun istekleri, öbür toplumun toplumsal gerekleri olamaz. Değilse talan toplumsal var oluşun bir gereği gibi algılanır.

Ya da kişisel olarak, ben ister inancımdan ötürü, istersem kendi isteğimle; Bir AİDS olma isteğim, hak olur mu? Yani, hastalık, benim inandığım varlığın, bana bir hediyesidir, deyip; hastalığa ben katlanmalıyım. Ben hastalıklarla, belalarla sınav oluyorum. Sınavı başarı ile vermeliyim, inanmasını toplumda dayatmak ne derece hak ve özgürlüktür. Yaraların üzerinde oluşta yere düşen kurtları tekrardan: yarasının üzerine korken “”rızkınızı yiyin”” diyen Eyüp Peygamberi hatırlayınız. Ya da bu AİDS hastalığını topluma bulaştırıyor olma, inanmasını (bilmesini) görmüyor olmanıza ne demeli? Her halde bu da bir sınanmanın parçası olsa gerek!

Diyelim hastalık Yüce Ruh'un hediyesi, bu da öznel hakkınız! Olursa, bunu toplum içinde rahatça sürdürme hakkımız olur mu? Bunu, tek tip görüş inanması içinde, vebal olarak algılamak mümkün mü? Kişi olarak algılasanız bile, inançlı grup içinde davranışınızı nasıl önleye bilirsiniz? Grup psikolojisinin baskınlığı unutulmamalı.

Bu tür çözümsüzlükler inancın talebidir, toplumun talebi olamaz, değil de. Ancak, toplumun sözleşme talebi, hak ve özgürlük olur. Bu bağlamda, inancın talebi genellik içermediğinden evrensel olmadığından, hak ve özgürlük talebi genelliğinde görülmez. Ancak inanç, özel yaşamın, bireyselliğin halk içindeki yaşantılaştırılması hak ve özgürlüğü olarak düzenlenir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Ama hoşgörü, insanları serbest kılarken, kendi kısır döngüsünde geliştirirken; ne halka, ne halkın farklı inanç gruplarına, ne de topluma, hiçbir gelişme verememiştir. Sadece halka kişileri uslu yaramazlık yaptırmayan, iyi bir oyuncak araçsallığı yapmıştır o kadar. Hoşgörü ve laikliğin bir başka farklı yanı da şudur.

6- Hoşgörü de, inanç gibi kişisel tavırdan hareketle kişisellikten başlar. Grup ve cemaat tavrı olmaktan öte gidemez. Gitse de, baskı, cebir, şiddet aracı olur kendini klonlamış olur ki bu kez hoş görüsüzlüğe dönüşmüş olur. Ve geri, ait olduğu yere, bir süre sonra şiddet göreceğinden çekilir. Oysa laiklik böyle bir yetersizlikte içi dolarak geliştirilir. Laiklik toplumsal dinamiğin gelişmesine esnerken. Hoşgörü bilinçsizliğe himaye getirir. Aynı inanma grubundaki farklılığa hoşgörü ile bakmaz. Bu nedenle farklılık gruptan kopar. Zorunlu bir düşük doğum gibidir! Ayakta kalması mucizeyi çatışmayı gerektirir.

7- Laiklik kesinlikle hoşgörü değildir. Bu tam bir cahillik, aymazlık, sapla samanı kasıtlı karıştırırlıktır. Aksine alanları farklıdır. Nerede ise aynı alanda gibi olaraktan bireyin laik ve hoşgörülü iki zamansal süreci, günlük belli zamanlarda, hem toplum içinde hem halk içinde yaşar olmasıdır. Yani toplumda laik tutumla, halk içinde hoşgörüsel tutumla birbirini dışlayan iki kavramdır. Laiklik hoşgörü yapmaz. İnançlarda laiklik göstermek istemez. Hoş görü karşı inançların ve inançsızlıkların birbirine tahammül sınırlılıklarıdır. Laikliğin böyle bir ayrımcı tasnifi ve girişimi yoktur, Kaan bile değildir.

Hoşgörü kendi için bencildir. Kendisi için başkasına sessizdir. Halk bilgisizleştikçe inançlar, dolaysı ile hoşgörü gösterilecek inanç unsuru sayısına bağlı, hoşgörü tutumları da artar. Artıkça özgürlük ve demokratiklik tutum seçenekleriniz, davranma alanlarınız, karşı tepki koyuşla iyice kalmazlaşır.

Her bir farklı inanç çoklaşması, sizi o inançlara inanmama tutumlu yaparken, siz de onları bir başka inanır olarak yapamayarak, daha bir özgür davranamaz kılınmış olursunuz. Siz onlara benzemeyeceksiniz bunu unutmayın lütfen. Bir inanç üç birim kendini ortaya koymuşsa, siz karşı inanır olarak, onu yapmayarak, üç birim kendinizi daha kıpırdayamaz yapmışsınız demektir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

4]Artık insan öznelliği çok hızla gelişiyordu. Bireysel eylemlerle oluşan kendi öznelliği; sosyal yapısalcı eylemlerin kişi bilincine yansıması ile hayli kapasite almıştı. Şimdi bunun yanına çok daha etkin ve deneysel ve hızlı birikmeli olan; arkasında hiçbir zaman yetişemeyeceği bir, toplumsal eylemler yansıması vardı ki, bilincin etkinliği alabildiğine artacaktı. Toplumsal eylemin insana yansıyan hafıza olma, bilinç olma, kişilik olma, yüküm sel özgecil olma yansıması, artık insanda bir düşünceyi süzme olanın, süzgeç devresini, ortaya koymuştu. Aksiyom er düşünme yerini, nedenli düşünmeye bırakmıştı.

Buda giderekten bağıntılı ve çoklu mantıklı, kaotik, evrimsel süzgeçlerin dinamikliğine dönüşmüştü. İkili algılamaların olasılık mantığına dönüşmüştü. Artık her gelenek kolaydan bir inanma olamayacaktı. Ama insan öznesinde inanmanın aksiyom er oluşu da temeldi. Bu da vaz geçilmezdi. Siz bir inancı ne kadar dışa atarsanız atınızdı. Geleneğe ne kadar riayet etmezseniz et meyinizdi. Sosyal ve toplumsal devinim içinde ve kendi uhdeniz de, tam bunlar olmasa bile, benzerlerinin iz düşümünden, bunların tartışılmasından kaçmanız ve kurtulmanız olanaksızdı.

Bir yanlışı, bir tartışmayı, toplum içinde teknoloji öldürüyordu. Ya da yeni araçlıma, yanlışın yerini alıyordu. Veya yeni ilişkilenmelerin düşüncesi toplum dışına atılarak öldürülüyordu. Ama sosyal halkçı yapıda, bir düşüncenin tek bir öldürücüsü vardı. Yanlışları sosyal yapının dışına tek bir atıcısı vardı. O da inanç sembolizm aksiyom eridir. Bu aksiyom ere, güncel olaraktan süreklilikler kazandırılmalıydı.

Başlangıçtan beri sanı kanı temelli, nesnel yansımaların, kişiye dek öznelliği ile kişiler, aksiyom er olanı anlamaktaydı. Bu tür aksiyom ere değin anlamaları da giderekten, grup içi iletişimle aksiyom er anlamalarına dönüşecekti. Kişinin sosyal, ruhsal duygusal gelişme ve yorumlaması, böylesi bir aksiyom er temel içinde yapısal aşmışlıktır. Bu yapısal aşmışlık bir kendisi kanıt olmadan, kendisi kanıtlanmadan, kanıt gibi olma öndeyişi ya da ön yargısını içerir durumdur. Bu zaten insan-insan- insan doğa- insan ve öznesi (mantığı) arasındaki temel iletilme önermesidir. Mantığın, matematiğin, bilimin vs. temeli aksiyom er postulat içererek olgunlaşır kervan yolda dizilirdi. İnançlar toplumun otoritesi ve aksiyom eri olacakla, toplum demokrasisi olaraktan halk öznelliğinin alanına etkimeli sürekli güncel tutulan uzmanlaşışla düzenlemesi olabilmelidir.

Bu inanca ilişkin çoğu bazı uygulamalarında kalkması gerekiyordu. Söz gelimi bu inanç (gelenek) yüz yıllar içinde bir kaç günlük geceli gündüzlü oruca cinsel ilişki yasağına dönüşmüştü. Bir gaye toplumsal amaçlı yol yürünmesinin anısı olmaktan çıkmış temeli bilinmediğinden soyut anlamaların aksiyom er eşilen, saçma sapan olanın, hayali fışkırmalarına; bir eziyetine ve sızlanmalarına dönüşmüştü. Yeni toplumsal girişmelerin dönüşme arifesinde bu şikâyetlerin de değişmesi düzenlenmesi gerekiyordu.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Yazılarımda hep derim; geniş halk yığınları tüm hayat olaylarını inanç dili üzerinde anlarlar; çözümler ve tahlil ederler. Bu nedenle halk, belki de bu yüzden halktır. Halkla bu tür iletişim kurulamadığından tartışma içinde “anlamama oranları üzerinde” mugalata oluşturulur.

Siz biyolojiyi biyolojinin diliyle anlarsınız. İmanın diliyle değil. İmanı da imanın diliyle anlarız; biyolojinin diliyle değil. Geniş yığınların eline iman dili verilirken bilimin ve düşüncenin dilinden uzak kılınmıştırlar.

Halkı, bilerek isteyerek bu seviye içindeki kodlara açık olmanın duyarlılığı içinde tutmakla bir sağırlığı oluşturan egemen sınıflar iş konu aydınlanmaya geldi mi bu düzlem içinde halkla iletişime geçmezler. Ve dahi derler ki; “Zamanı değil bu sosyal olgunluğu halk kaldıramaz! ” Bu nedenle böyle ülkelerde sandık demokrasisinin sizi getireceği düzlem hep geri düzlem olmaktadır.

Evrimi de devrimi de inanç diliyle anlarlar. Her şey gibi su içmeyi, yatağa yatmayı ve açlığı dahi inanç diliyle anlarlar. Bir inşayı kendi dili dışında dille anlamak o anlamayı ketletmek ve gericileştirmektir.

Geniş halk yığını çeşitli nedenlerle, tarihselliği ve süreci imanın, inancın literatürüyle anlarlar ve anlatırlar. Bu savı ortaya koyma savunmasına en az iki gerekçeyi temel oluşla göstermekteyim.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bir değirmen sesi içinde veya bir motor sesi içinde vs. oluşla insan; kendi kendinin içselinde geçen bir seslenmeyi, dinlediği sesle eşleştirir. O değirmen sesine ya da o motor sesine; kendisi, kendi içselinde olan bir sayı yinelemesini veya bir söz yinelemesinin, eşleştirmesini yapmadan edemezler.

Söz gelimi; ben koşu bandımın düzenli aralıklarla çıkardığı, kendisini yineleyen sesleriyle; içimde bir sayıyı, bir sözü eşleştirip; onun sesiyle uyuşan bir tını söylemesi yapıyorum. Biraz sonra aynı seslerin kendisini yineleyen akış sürecine başka sayı veya başka kelime ve kelime gruplarıyla da eşleştirme yapıyorum. Artık söz grupları bu tınışımla yanı tınışımı (ortam salınımını) yapıyordular.

Yürüme bandındaki yineleyen sesleri okuma yapabiliyorum. Bantın yineleyen sesi içinde kaç farklı ses algılayabiliyorsam her bir notaya farklı eşlemeler ya da aynı yinelemeyi eşleştirmem olası olmaktadır.

Doğada tespit ettiğimiz 7 temel müzik sesi vardır. Bu seslerden bağıntılarla birçok ses bestesi yapılır. Güzel olan budur. Siz bu ses bestesine uygun söylenişle söz yazarsınız. Sesler her bir notanın parçalı tanecikli yapısı içine ve üzerine eşleşir. Bir söz kümesini, heceler şeklinde notalar üzerine dağıtıp bağıntılarsınız. Nota dizi bağıntısı sizin sözlerinizi üzerine alışla bir anlamın etine kemiğine bürünürler.

Bu nota ahenk ve harmonisi o sözleri size sürekli tekrarlatır. İkide bir dilinize getirip getirip o sözü size söyletir. O söz hiç anlamlı ve güzel olmaya bilir. Hatta aptalca bir söz dahi olabilir. Ama nota bestenin güzelliğini siz; o sözlerle algılayıp, eşleştirip, anlamlı kıldığınız için o sözleri siz, tekrar edip durursunuz.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Tüzüksel hukuk, ya da, yurttaşlık hukuku olan, serbest irade koyuşla, hakların, görevlerin sayıldığı, sözleşmelerin hepsi, yurttaşların Ya da insanların, günceldeki uygar siyasal bağıntılarını, hak ve görevlerini tespit eder.

Daha önceki bölümde, hak'ın eşdeyişle hukukun, insanın emeğine sahip çıkamamasının verdiği, toplumsal tedirginlik ve gerilimle, çatışma ile ortaya bir otorite koyuş, tüze koyuş ve din oluşla, üretildiğini belirtmiştim. Bunun, ezen ezilen, Ya da, efendi kul, ikilemi ile her iki tarafın da, kendine göre sığındığı, sınıfsal, toplumsal talepli olduğunu söylemiştim. Hatta bu sığınmayı her iki taraf özgürlükleri olaraktan düşünmüşlerdi!

Hukukluluğun bir ikinci yanı için de, şöyle bir çıkarsama yapabiliriz. Kendine yabancılaşan bireyin, yabancılaşmasını dışlayarak, hukuk, bireyi içinde bulunduğu toplumda, hak sahibi kılıp, hukuk bireyi yapar. Temeli insanın insanı sömürüsüne karşı çıkmak olmalıdır.

Hak ve hukuk da, üretim biçiminin değişmesine bağlı olarak, cevaben değişiklikler de geçirmek zorundadır. Toplum olan yerde, bu tüzelik (adalet olurluk) zorunludur. Bu bağlamda haklarımız şöyle sayılabilir: Hukuk toplumsal temelli olunca haklarımızda toplumsal temelli ve otorite ile karşılıklı ilişkilenen bir yükümlülük olacaktır. Ameliyat başında başınızı örtmek bir hak talep ve yükümlülük olacakken, birey olarak bir kamusal alanda hoş görülmeyen yerlerde bir talep bir yükümlülük ve bir hak görülmeyecektir.

1-En temeli, kişinin çalışma hakkıdır. 2- Toplum için yapılan çalışmalarımızdan, kişinin gelir elde etme hakkı 3- Ayrım yapmadan, ayrım yapılmadan kişinin eşit olurluk hakkı 4-Toplumsal uygulaması yapılmadan, kişinin inanç hakkı 5-Kişinin dokunulmazlık hakkı. 6-Kişinin örgütlenme, örgütlere katılma hakkı. 7- Kişinin eğitim hakkı, bir kısmı zaman olarak zorunludur. 8-Kişinin söz söyleme, toplanma ve gösteri yürüyüş hakkı. 9-Kişinin dinlence yapma hakkı.10-Kişinin eğer, çalışamama durumu olursa, güvencede olma hakkı. 11- Kişilerin haberleşme hakkı olmalı. 12-Kişilerin sağlık güvencesi ve hizmeti isteme hakkı. 13-Toplum içinde can mal güvenliğinin sağlanıyor olması hakkı. 14- Kişilerin barınma hakkı. 15- Kişinin özel mülk edinme hakkı. 16-Bu sayılan hakların ve diğer hakların, yasalarda nasıl ve ne şekil, kullanılacağının düzenlenir oluşu ile belirlenme, sınırlanma hakkı. Sistemlere göre de, hakların değişeceği unutulmamalıdır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İnanma ve sevme gibi tutumlar kişisel özelliklidir. Şunu da söyleyebiliriz, inanma ve sevme
Toplumdan önce vardır. Bunların toplumdaki işleyişlerde, yeniden ve çokça yansıtılır oluşu, bu duygulara ivme ve yoğunluk kazandırdı. Bu da zaten inancın toplumsal temelli olmayışı
Kanıtıdır. Bu şu demek; inanç ve sevme toplumun, çokça da halkın yaşam biçimi ve tarzına göre şekil alır. Nasıl rengin görselde her hangi bir şekli yoktur, bir kedide kedi biçimlidir, bir kazakta, insan gövdesi biçimlidir ise, inançlar da; toplumsal üretim ve refahın tüketilişine uygun sosyal düzeyle biçimli, halka ait yaşamla ilintili bir ilinekselliktir.

Örneğin Hinduizm de Brehmene bir inek vermek, mutlulukların en yücesidir ve nirvanaya giden yolun kendisidir. İnançlarda bir sınıf maddi olarak verir iken, bir sınıfta alır. Ve de nasipler eşitsiz dağıtılmıştır. Yoksulluk sabredilmesi gereken bir sınama olgusudur! Eğer sabır sınavını başarırsa cennete gideceği hüküm olunur.

Toplumsal yaşayış genellik kurallıdır. Örneğin toplumun can ve mal güvenliği yaşamsaldır ve korunur. Toplumun sağlığı yaşamsaldır ve gözetilir. Bireylerle sınırlı kalmaz. Bireye ait yaşamsal ilişkinlik istenci, toplumsal istek olarak irade olur. Burada şu ince çalar vardır. Kör olan bireyler için gerekmeyen sanat, görsel araçlar, toplum için var edilir. Ya da aksi, gören için gerekmeyen Kiril alfabesi dahi, toplum için, toplum adına gerektirilir.

Oysa inançta sizin için gerekli olmayan bir mabet yıkılır, üstelik sapkınlığı, küfrü önlediniz diye sevap alırsınız! Bunlar cahil uygulamalar, inançta yeri yoktur demeniz sizi kurtarmaz. Bu mantık yüz yılların uygulanırlığın sosyolojik bir mirasıdır. Kaldırmaya çalışırsınız ama sosyolojik genetiklik sürer. Hiçbir zaman bir inancın, örneğin kilisenin; kendi dışındakine siz de ibadet edin diye havra, ya da havranın, kilise yaptığı görülmüş duyulmuş bir inanç, edimsel kucaklayış tutumu değildir, olmamıştır. Çünkü tüm bunlar da inanmanın değil aklın gereğidir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Laikliğin, nesnel yasalara, toplumsal yasalara, bireysel var oluşlara, bir ön yargı koyuşla (inançla) yaklaşılmaması gerçeği olduğunu belirtmiştim. Bu şu demek, olgu ve olaylara Yüce Ruh, bunu böyle istedi, bunu böyle takdir kıldı diye, ön deyi, ön koyuş yapmamaktır. Bu dört devinim biçimine, fiziksel -kimyasal devinim, toplumsal devinim, biyolojik devinim, öznel devinim yasalarına, inanç temelli yaklaşmamaktır. Biz, Tanrı iradesini asla bilemeyiz.

İnanç bazlı yaklaşımınız, üç bakımdan yanlıştır denebilir. Birincisi, bir olgudaki merakımıza cevabımız, “”yaptığından sual olunmaz””, deme mantığı ile inanma şartlanması ise, bu, bizde, azmimizi durdurma olur. Artık o işte yapacak bir şey yoktur. Olayların rast geleliği, bizi güdecektir. Böyle olunca da, hiçbir şey var edemezdiniz. Avcılık ve toplayıcılık döneminde kalırdınız. İnsanın girişimi doğaya, yapılanı bir sual değildir. Bu ters, geriletici boş mantıktır.

İkincisi de, bir kısım insanın, sizin gibi inanmadığıyla davranıp, o olgu ve olayların öyle olmadığını size göstermesi, yüce Tanrı iradesi olmayan anlamanızı, yüce Tanrı iradesi sayma gafletinden ötürü, bu Yüce Tanrı inancınızı da ister istemez, zaafa götürür ki, çok yanlış olur. Hikmetinden sual olunmazlığın, bizce; o şekildeki telakkisi, Yüce Tanrı’nın bize söylediğinin değil de; bizim öyle bilip inanmamızın alt olmasıdır aslında. Oysa Yüce Tanrı hikmetini sual için, sürekli oluşla ortaya koymuş görünüyor ve yol öyle gidiyor. Bu insanın Tanrı'ya sual sorarlığı değildir. İnsanın Tanrı'ya sual sorabileceği var sanı inanması, usa da aykırıdır.

Üçüncüsü de böyle durumlarda her yanlış ve yanılmalarımızın, her vebalimizin, hatamızın yanılgımızın, suçlusu, sorumlusu, Mutlak Varlık olurdu. Ve bir sual olunmazlık kör gidişatı; tamamen insansal öznelliktir. Elbette Yüce Tanrı evreni ve bilemediğimiz her şeyi kendi muktedirliği ile yaratmıştır. Biz, davranmak zorundayız. Davrana biliyorsak davranacağızdır. Unutmayalım bu da yaratılışın içindedir. Biz, zaaflarımızı, Yüce Yaratan'a izafe etmiş oluruz ki, çok anlamsız ve yanlış olur. Sonu; sorumsuzluğumuza varacak bir kusura ve vurdumduymazlığa giderdi. Yönetenlerin işine yarayacak iyi bir sorumsuzluk argümanı olurdu.

Herkes kendi öznelliği içinde inanır. İnanarak toplumsal hizmetini de verir. Ama inanmanın gereklerini dayatmaz. Araba sürerken siz, cennete inanıyor da olabilirsiniz, inanmıyor da... Bu iş bu kadardır. Ve bizim içsel anlama ve Yüce Güç'le aramızda bir bağ kurma anlama ve duyuşudur. Kendi kişi erincimizdir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Artık toplum, yönetimle baş başadır. Yönetenin kararının her durumda denk düşer cevap olmaması, güvensizlik ve kulak asmamayı doğurabilecekti. Bunun garantiye alınışı daha sonranın da, kurnazlığı olacaktı. Bu durumda olan, güven sarsan gücün kabahati, hiçbir zaman inancın ya da buyuran bir doğaüstü gücün hatası olmayacaktır. Çünkü yorumu veren kişi, kendi tecrübesini söylemiştir. Durum gerçekçidir. Kendi düşüncesini doğaüstü güç söylüyor diye telkin etmemektedir henüz. Büyülü nesneler, henüz doğaüstü güçler değildirler.

Yeryüzünde her hangi bir somut olgu, sınırlı davranılan güç, mana algı düşüncesine katılmış, sayılanmaktadır. Saygılaşan güç, her şeye muktedir değildir. Tüm doğaya egemen olan bir anlayış yoktur. Sadece o fetiş nesnenin gücü ne için saygılaşıyorsa, güç o alan için geçerli ve etkindir. Bu durum, sınırlı bir yeti, güçlülüktü. Ya da o mana inancını sangıladığı kişinin bireysel kararı ve yönetimi idi. Ya da başka alanda kendini bir şekilde kabul ettiren güçtü. Çünkü güç, boyun bükülen ve saygılaşan bir otoritedir, yaptırımdır.

İnanç temelli, saygılaşır olmayan birinin, toplumu yönetir olması ve isabetsiz kararlar alması, kararlarındaki saygı ve yaptırım gücü azalmasını önlemek için; sübjektif kaygılarla arayışa girecektir. İki otoriter güç: inançsal düşünce alandaki güçle, hayat akışının o anda düzenlediği kurallı somut güç, özleri ve konuları gereği dayanışmalı idi. Bu dayanışımla bir aradalar. Ama ayrı ayrı gücün birbirini destekler biçiminde de, olabilecektirler. İki güç; bir elde de, olabilecek bir değişkenlik ve çeşitlilik gösterebilecek ve gelenekleşecektir.

İnanç adamından yönetim erki çıkması Ya da inanç adamı dışında bir oluşumun yöneten erk hüviyeti alır olmasının özleri; yönetir olmalarıdır. Meşru yaptırım sağlamalarıdır. Konuları; üreten insanların ve üretimin; denetlenip, düzenlenmesi, yapının güvenliklerini sağlayıp paylaşımın yaptırılmasıdır. Ani durumlara karşı öngörüler koyabilmesidir.

Artık başlangıcın daha bulanıksı toplumsal yapısında, ayrı alan temelli, ama inançlar kendi alanında gelişemeyecekti. Çünkü soyutlama gücü henüz emekliyordu. Toplumun işleyiş yapısı üzerine, kendini ajan prova kete edebildiğinden, bu işleyişe katılabilmektedir. Bu bir enjektörün, vücudun parçası olmaması gibidir. Enjektör vücuda bir şeyler ekler. Bu eklenen amaçlı olarak; asıl vücuda ilişkin olmayan, ama vücuda faydacı – zararlı işlemler yaptırır. Ve vücuttan da, bir şeyler alabilen tutum ne ise, başta inanç da toplumda öyle idi.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

O kadar olup bitenin kör düğümüne, sürerliğine karşın, bilgisayar, sizin soruya laf olsun torba dolsun kabilinden iyilik güzellik diyemediğinden, bu soruya verilecek cevabın saçma olacağını bildiğinden, soruyu saçma ve cevaplanamaz görmüş. Eh soru PC disiplinine göre böyle saçma ve tersten olursa, Hiç bir cevabı da olmaz elbette.

İnancın en belirgin yanı, amaçlılık; erek güder oluşudur. En genel söylemle, her şey insan içindir! Eşeğin anırması insan için olmasa da! Eşeğe binmek, yük taşıtmak, insan içindir! Yanardağ, bir zorunlulukla infial etmez, insanın inançsız ve ahlaksızlığı için bir cezadır!

İlkel yaşamın günümüzde de süren, Batlamyus anlayışı dediğimiz bir erekçiliktir bu. Bu temel felsefe de şudur: Dünyanın varlığı, Tanrı varlığı içindir. İçenliğin birinci şartı bu. İkinci şartsa, Tanrı da halefi kıldığı insan için, her şeyi var etmiştir. Ağacın meyve vermesi, yarın Güneş'in doğması, vesaire hep insan içindir. Ve bunu kutsal kitaplar: “”Sizler için verdiğim, türlü türlü nimeti, nasıl inkâr edersiniz”” diyerek pekiştirirler.

O halde insan, ne edip, ne edip; kayıtsız şartsız bu Yüce Ruh'un duvar gerisinde Ya da perde arkasında bildireceklerine uyulması gerekiyor. Asur'da Ziusudra; Sümer'de Ut-Napiştim duvar gerisinde buyrukları alırlar. Sanki Ruh, tüm evreni dilediğince yaratmamıştı ya da yaratamamış da, nihaiyi şeklini veriyor sanırsınız! Zan etmenin, bir bilmezliğin, hem de otoritenin kendisini bu yolla akis ettirişidir, bu tutum. Yüce Ruh'la aldatır olmanın ilk adımlarıdır.

Yüce Ruh, bireylerde bir bilinç durumudur. İnsanın araçla doğayı üretir olması, önce toplumu ve sonrada mal edinme çarpıklığını ortaya koymuştur. İnsandaki Yüce Ruh anlayış mutluluğu, yalnızlıktan kurtulma, yaşamının gelecekte de sürer oluşu, yaşamının gayesiz olmayacağı algısı ile biçimlenirken, Toplumdaki eşitsizlikte Yüce Tanrı anlayışını belirleyen unsurlardan biri olmuştur.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Artık sizin düşünmeniz akıl erdirmeniz gerekmez. Siz, sadece; olanın bitenin Yüce ve Üstün gücün, varlığının bir delili olduğunu düşünün yeter. Doğaüstü güç, sizin yerinize düşünür, size söyler. Size, güzelce uymak düşer. Zamanla çelişkiler, yetmezlikler mi oldu. Doğaüstü gücün sözlerinin, zamanlar üstülüğü, devreye girer. Bu kez rahipler, sizin için kafa patlatır. Siz, düşünüşte ne yapacaksınız, sorun gitsin ulemaya!

Bütün bu yanılmalar, doğaüstü gücün, anlaşılıp öğrenilememesinden çarpıtılmakta. İnsan bilinci, iki olgu arasındaki geçiş, anı kaotik durumların, etkiyen zaman paradokslu hareket yansımalarını algılamaktadır. Algılama nedeniniz, bizimde, aynı nesnel yasallığı içermekte oluşumuzdur. Özdek olarak... Aynı bozulup dağılma, dağılırken aynı var kalma, aynı var kalırken dağılma zaman, uzay devinimlerini yaşamaktasınız. Aynı gibi kalıyor iken, hal durumlarına çözülen madde frekansları birbiri içine yansır, geçer. Buhar oluş gibi zan ola.

Bu hal duyuşun, yasallığı bilinmediğinden öznece çarpıtılmakta. Beyin çevredeki yansımaları yaşamaktan kurtulamaz, süzüp değerlendirse de. Kendi seçme kriteri ve yansımanın izini dönüştüremeyerek silikçe, beynin; üzerinde taşımaktan kurtulamadığı bir baskıdır. Bu hal manyetizmanın var olup, bizim duyumsal olarak manyetik etkiyi var edemeyişimiz gibi, bir seçiciliği, gelişmenin bu aşamasında, dönüştürüp yansıtamama kusurudur.

Şöyle açıklayım suyun üç hali bilinir. Bir hacim buz, buz hali ergirken hem buz, hem su oluş özelliğini, aynı anda taşır. Yani buz gibi davranırken, su özelliği kazanıp, su gibi davranmaya nicelenmiş, su gibi davranırken, buz olayları zamanı, frekansı, hareketi sürmekte. Bu ara az da olsa buharlaşma olay ve süreçlerini de yaşar. Bu geçişlerin dalga frekans, zaman, hareket davranımını beyin yansı olarak duymakta. Yani çevredeki kaba oluş süreçlerini izlerken, beynin algısında olan, ama somutlanamadığı, fakat kişiye tarifsiz bir ruhsallık tadı veren algı. Mana ve kendinden geçiş algısı, doğanın kendisinden gelen bir algıdır

Temeli nesnel, ama yeni bir ilişki ve bağıntı, ancak beyinin ortaya koyup bizi rahatlıkla davrandıracağı bir durum, gibi gelmekte bana. Belki beyin yeterli olgunlaşmadığından, özel beyin bölgesi ile işleyip, yasa kılamamada, anlayamamada bu düzlemselde. Bu yansıma aklın çarpıtmalarıyla yamuklaşıp insanı rahatsız etmekte ve bir teslimiyet algısı ile inanma doğmakta. Belki beynin daha cücüklük evrimi taşıyor olmasıdır bu. İnanç bu kırılma geçiş anlarının aynı anmalıkla, ileri geri zaman sarması, varlık olurla oluşa yönelmesi, geçişleri gibi değerlendirmekteyim. Uyanıksınız ama ayıkamayıp aynı anda bir önceki uykudasınız. Bu detaylanacak bir konu.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Toplumsal etmenlerde nesnel zorunluluğu görüp: “”Güneş nasılsa doğacak, parti kurmağa ne gerek var? “” deme aptallığına düşülmemelidir. Bu da başka bir aptallık olur. Nesnel etmenlerle, öznel etmenlerin bağımlılığını bilmemek de, nesnelin yasal zorunlu oluşunu, amaçlarımız doğrultusunda varlaştırma yapabileceğimizi, bilmemek olur. Sanki nesnel yasalar, bizim amacımız doğrultusunda kendiliğinden, doğa dışı güçle, geliştirilecekmiş gibi bir yanılma, soruyu tersten ortaya koyma olur. Siz, amaçlamadan, siz gereksemeden, kendi kendine bilgisayar, Hiçbir zaman, kullanımınıza amade olmayacaktır. Gereksemeniz de, yolun belirlediği eylemlerin akabinde ki aşamasal kat edişlerin varlaşmasıdır.

Toplum, bireylerin kurumların, karşılıklı ilişkileri ile sürer. Toplumun sosyo ekonomik yapısı da bireyleri oluşturur. Toplum dışında birey olmaz, gruba Ya da sürüye aitlik vardır. Benim doktor birey oluşumla, sizin uzay mühendisi bir birey oluşunuz, toplumun diğer bütün yüz binlerce kişilerinin, yaşama olanaklarınızı, ekonomik olarak ve bilgi alt yapısı ekipmanı olarak, sağlıyor olması sayesindedir. Bunların hiç biri, toplum dışında ve inançlarla, halkla var edilemezlerdir. Halkın inançları varsa, toplumun da, özgürlüğü sağlayışı vardır. İnançlar nesnel anlayışlarla, kanı ve sanı oluştururlarsa işlevsel olabilirler.

Eğer bir sistemde, üretim ilişkileri, üretim yapısını, engellerse, o yapı, değişmek zorundadır. İstense de, istenmese de. Yani üretim ilişkisini, üretim güçlerine göre destek olur biçimli yapılarsınız. İnançlar böyle bir yasal oluşun Hiç bir yerinde yok ve onu desteklemez. Ne üretim gücünün (Makine, insan, hammadde, alet, toprak, deneyimler; edinilmiş tutumlar, nesnede çıkarsınmış bilgiler, bunun gibi olabilecek araştırma geliştirme vs.) içinde, inançlar yoktur. Ne de, üretim ilişkisinin içinde, inançlar vardır. Ama bu ilişkilerin ikisi de, toplumsal talepte vardır, zorunludur. Geliştiricidirler, dinamik karşılıklı bağımlılık var ederler Karşılıklı değişime açıktırlar. Ve toplum bireylerini, dolaysı ile de, halkı; özgürleştiricidirler.

İnandığınız için, inanç açısından; dışlama özgürlüğünüzdür. Dolaysıyla dışlanırsınız. İnanma dışlamadır, kendini belirleyiştir. Her belirleyiş gibi, dışlamadan inanmanız yalandır. Ta ki, fırsatını bulana değin katlanmadır bu söyleyişiniz. Bu eskiyi dışlamadır. Çünkü eskiyi dışlamadan, inançsal olarak, inanç olarak, ne yer edip kabul edilirsiniz, ne de kendinizi gelişebilirsiniz. Ancak, dışlananın yerini siz alarak, kendinize bir yer açabilir ve kalırsınız. İnanç, nesnel temeli olamayan, ancak böyle bir inandırma gerekçe ile ikna ve var oluştur.

İnançlar da; gelişmek, tutunmak için, eski olma korkuları nedeniyle ve eskiye karşı hayati korkuları zorunluluğu ile yeni oldular. Bu bir zorunlu oluştu. Eski ile biraz bağı kesilmiş bir halk yaratıp, yeni oluşun kapısını araladılar. Bunu yaparken de, eskinin unutulan, zararlı bozulan yol yöntemlerini (şeriatını) düzelttiklerini iddia ve ikna yöntemini ortaya koyarak, yeniyi; eski olandan düzeltmelerle kalıcı olanı ihdas ettiler.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Hoşgörü, halksal yaşayıştaki, farklı anlayışları çatışmasından, sindirtir önleyici, zorunlu bir ilke gibi doğmuş tutumdur. Hoşgörü farklı oluşa katlanma ve ses çıkarmamadır. Bu bir özel yaşam gereği ve özel yaşam hakkıdır. İnançsal taşımalarınızın serbestliği buradadır. Halkın burasının, kendi normatifliği ile biçimlenir. Bu normatifliği yaygın kullanım ve benimsemeler öne çıkartır.

Yani müsamaha, inancın kendi yapılaşmasının, kökleşmesinin bir tutumu olarak çıkmıştır. Esasen hoşgörü, başkasına rızadan ziyade, sonradan ihdas olanın tutunabilmesinin bir varoluş sigortasıdır. Diğerleri ile bir arada yaşama arzusu gibi fayda ve yansımaları talidir. Ve de olumludur. Bu çeşitli inanmalar, insanların bozuk ve çarpık, inanç olarak başkasının varlığını kabul edememenin, zamana bağlı bilgilenmelerinden yansırlar.

Bu, yansımalar mücadelenin ürünüdür. Ve yeni olanın, mevcutta benimsenmiş, yaygın olan inancın, yani bir önceki inancın yerini almak için, kendine hoşgörü gösterilsin diye, hoşgörü göstericidir. Bunu sık sık vurgular. Bu kendisine yer açmak isteyiş bencilliğidir. Böyle bir tutum alışladır ki, kendinden bir sonraki inancada; bilmeden, istemeden kapı açmasıdır. Ve böylece yeni inançların, mevcut inançlar karşısında var olması ya da gelişip güçlenip yaygınlaşması için hoşgörü belirmiştir.

İnsanlar bilgilendiği sürece, nasıl Ay'a gidileceğine, uzayda yaşanacağına, gübrenin bitkiyi geliştireceğine veya 2x2=4 ettiğine, hoşgörü ile yaklaşmıyorlarsa, pekin bilgiyi, tutum olarak benimsiyorlarsa, aralarında dişe değer gruplaşmıyorlarsa. Bilgilendikleri sürece bu tür inançlar gündemden kalkacak, hoşgörünün kapsamı da bir iyice daralacaktır. İnançla laikliği kısaca şöyle karşılaştırabiliriz:

1-Laiklik toplumsal yaşayışın ilkesidir. Halkın özel yaşamına göre, laiklik toplumun kendini nesnel somut yaşantılaştırmasıdır. Halkın yaşamı, daha bir şev ve esnek, özel ve kişisellik tutumludur. Gösterişi ve takdiri beğenilmeyi içerir. Bu nedenle soyut ve subjektiflik damgalı egemenliktir. Hoşgörü halksal yaşayışın bu tutumunun zorunlu yaşantılaştırılmasıdır. Bu iki organik ilişki kümelerinin (toplum ve halkın) anlayış farklılığını arz eder. Laiklik gösteriş olmadığı gibi toplumdaki organik ilişkilerin nesnel oluşunu belirler.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İnanç toplumlarının, geri olmasını, gelişemez olmasını belirleyen nedenlerden biri de; bir tür anlayışların ve bir tür şekli biçimlenişlerin, yaygın ve örnekleşir olmasındandır. Böylelikle o birlikler dalgalanmayan girişemeyen seninki sana benimki bana sistem olmasıdır. Böylece de, pranga kuşanışlı, öğütçü; öznel, subjektif idealist biçimde yanıltılma ve kandırılmalardır. Hiç gerçekçi olmayan bir dural oluşta olmalarıdır. Bu toplumlar rekabeti ve yeniyi bir süre sonra üretemez konuma düşerler.

Yeni olanı, anında; “”eski köye yeni adet”” ten bidat sayılıp boğulur. Çağı kavrar düşünceyi de eline verseniz, bu anlayışların ışığında bir müddet sonra bu çağdaş düşünce boğulur gider.
Halkta yeniyi sönümletme eğilimi güçlü çıkar. Oysa toplumda yeni, araştırmanın konusu olur ve sürekli meydan alır.

Çünkü bilgi ve bilim ne aklen, ne üst yapısal kurumlarla, ne teknolojik olarak alt yapısal sahibiyet sizlikle sürdürülemezdir. Halk alan üst olanı, alt olana tepeleme eğilimindedir. İstendiği kadar, bu alanın öznel amacı, bu olumsuzlukları yaratmak olmasın. İstendiği kadar, hayır hasenat ve bilimden yana olunsun. İstediği kadar ölçüyü doğru tutma azminde olsun. Sistemin sonu kaçınılmazdır. Halk alan sistem halinde biçimlenmelidir.

Yukarıdan beri halkın egemenlik yetkilenmesinin az biraz yönetime katılma dâhiliyesini dahi, kırmak için, nasıl dezenformasyonik bombardımana tabi tutulduğunun örnekleri verildi. Yine devamla...

Halk, sistemler hakkında gelişi güzel konuşur. Ama kendi düzlemindeki öznelliklerden de bir mest oluşun, bir kendinden geçişin, hallerini yaşar. Bu düzlemin kopyası olmayı gösterebilen nitelikleri de hıfz eder. Bir güncel şarkıcı, türkücü oyuncu gibi karakterleri; en ince ayrıntı ve duruşuna değin benimser ve onu, bir benzeme yansıtması içinde olurlar. Böylece halktan bazı kesimlerin, giyimini söylemini vs.sini özendiği cibilliyetleri içsinirle kopyalarken, bir Cern gerçeğindeki sağlayışları ortaya koyan bireylere karşı tamamen bi habersiz ve ilgisizdir. Ya da öylesine bir kayıtla kayıtsızlıktır. Halk, asıl egemenlik sel alandan yana, seçme ortaya koyamamaktadır. Bu bir kusur değil gerçeğin belirişidir. Toplumda halkın tavrını ortaya koyup onu anlayamaya bilmektedir. Bu, alanların kendi yaşantılaşmalarından ve kendi farklı ilişkilenişlerinden kaynaklanır. Bu bir üstünlük üstünsüzlük olmayıp, gerçek bir beliriştir.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu şu demek, Toplumsal talepte üretişler vardır: 1-Toplumsallık demek, bizim dışımızda, bize göre olmayan bir nesnellik var demektir. 2- Bu nesnelliği bizler anlayıp tekrar yasallığı egemenlikle oluşturup gerçekleştiririz. 3- Bu bilgi ile nesnellikleri uyuşturup, amaçlı eylemle yaşama gereklerimizi sağlayışımız vardır.4-Bunu da, Ali'nin Veli'nin olmayan, ama müdahil oldukları, toplumsal emekle ve emeğin bağıntı ve iliş kinliğiyle oluşturabiliyoruz. 5-Toplumun üretim biçimi ve toplumun örgütlenmesi, karşılıklı etkileşimin, zorunlu bağlantılı ve somuta uygun düzenlemesi var demek. Toplumun üretim biçimi ve toplumun örgütlenmesi; toplum-insan; insan-doğa; insan -insan; insan-kurum; insan-araç ilişkileri ile karşılıklı etkileşimden olan üretimi, ortaya çıkmaktadır. 6-İnsan ancak toplum içinde, karmaşık emekle üretir. İnsan ancak ve ancak yalınızca toplum içinde köklü ve süren bilgi ve bilimini (öznellik) üretir.

Yani uçak yapımının ortaya konmasında, binlerce kişilerin birbirine bağımlı geliştirdiği on binlerce, emek aşaması ile yine onbinlerce bilgi ortaya koyması ile olur. Bir uçak yapımı için, bir insanın bilemeyeceği, tek başına yapamayacağı yetmiş bin ayrı işlem, madeni cevherden, arıtıma; arıtımdan kullanılır ürüne değin karmaşık emek, hüner, bilgi ve bunlara uygun, üretim aracı gerektirmesi bağımlılığını ön şart koşar. Toplumsal gücün, birey gücü olmayıp, bireyden bağımsız olduğunu biliyor muydunuz? Bu da ancak ve ancak; toplumla ve toplumda var olur. Toplum ve toplumsal emek kişisellik değildir. Hak ve özgürlüklerimizi sağlayan toplumsal emektir. Yanılmalar bu bilmezliklerden toplumsal bilincin olmazlığından saptırılmış inançsal tutumlar hak ve özgürlük diye körü körüne tartışılmakta. Üretimleriniz, üretimin tüketim zincirlemesi örgütlenmesi ve toplumsal emeğin; üretilme biçimi, bireysellik olarak siyasetle geliştirilir.

Bu üretimler, bu bağıntıları sağlarsa, toplumsal talep konusu olur. Yani uçak yapmanın koşulu, binlerce kişilerin, birbirine bağımlı geliştirdiği, on binlerce, emek aşaması ile ve onbinlerce bilgi ortaya koyması ile ancak olur. Bir uçak için, bir insanın bilemeyeceği, yapamayacağı, yetmiş bin ayrı işlem; arıtım, emek, hüner, bilgi ve bunlara uygun üretim aracı zorunlulukları bağımlılığı vardır. Toplumsal güç dahi, bireyden bağımsız olup, kendini geliştiren adeta dev bir sistemler organizmasıdır. İçinde canlı ve cansız yapı vardır. İkisi de tolumda gelişmek zorundadır. Canlı yapının gelişmesi, nesnel yapı ile nesnel yapının gelişmesi de, canlı yapı iledir.

Bu da ancak ve ancak TOPLUMLA olur. Toplum ve toplumsal emek kişisellik değildir. Halka aitlik (halksal) hiç değildir. Yanılmalar, kör dövüşleri, bu bilmezliklerden toplumsal bilincimizin olmadığından doğuyor. Üretimin tüketim zincirlemesi, örgütlenmesi ve toplumsal emeğin üretilme biçimi, bireysellikle bağıntılaşma gerçeklenmesi, siyasetle, politika ile geliştirilir.

Uçağın uçurulması şartı: hava limanı, haberleşme sistemleri, hava durumunu bilme, enlem boylam var etme, gibi bir yığın dışsal, toplumsal ilişkileri de ortaya koymakta. Hiçbir halksal tutum buralarda yoktur. Yani bunlar inanıldığı için, inanç böyle dediği için değil, nesnel oluş koşulların gerektirdiği, öznel yapımızın karşılıklı diyalektik ile amaçlılıkla, ortaya konulduğu topluma ait yaşamlardır (toplumsallıktır) .

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

İnanç temelli ön kabullerden biri de; ”” Biz Batı'nın bilim ve tekniğini değil de, ahlaksızlığını aldık”” deme gaflet dalalet ve yanılma yanıltma bilmesinlerciliğidir. Bu sakız, bu tekerleme tanzimattan günümüze, değişme mantığına uyamamanın, kişi inanç durumunun dışa vurulan yuvarlamasıdır. Bu soyutçu mantığın, insanı kendi düşüncesine yabancılaştırma bilmezliğidir. Burada ahlakın tanımını, çıkış epistemolojisini değil de, sübjektifliğe nazaran objektifliğini belirtmeye çalışacağım.

Tüm din ve inanmalarda “”Güzel ahlak””! Söylemi vardır. Güzel ahlak nedir? Sanki güzel ahlakın, uymamız gereken belli bir biçimi, belli bir şekli varmış gibi yutturulur. Bu mantıkla biz de, Dünya'ya şöyle bakarız; Sanki bizde, gelir dağılımı bozukluğundan kaynaklı ahlak yok da, hırsızlığı bilmeyiz de; bizde, kötü ahlak yok da, bulunmaz da, biz Avrupa'dan antibiyotik ithal eder gibi, ahlak ithal ediyoruz! Bu bozuk mantık bu körlüğü yapar. Bu işin birinci yanıdır.

İkinci yanı ise, bu öznel düşünceciliğin, düşünceyi insana yabancılaştırmasıdır. Alabildiğine cahillik içerir, alabildiğine akıl bilim dışıdır. Siz Avrupa'dan bilim ve teknoloji alsanız, hatta teknolojiyi kendi becerinizle oluştursanız da, bu yaşamsal üretimin olanaklı ahlakını da (kullanımdaki çeşitliliğin dağılımını da) otomatikman üretmiş olursunuz.

Örneğin bir bilgisayar teknolojisini ister Avrupa'dan almış olun, isterseniz ilk kez siz üretin. Bu bilgisayarda birlikte; çetleşme, a mail atma, virüs geliştirme, hekırlık etme, sanalda ticaret, sanalda dolandırıcılık, sanalda evlilik ve aşklar gibi bir yığın ahlaki Ya da ahlaksızlıkları üretmiş olacaksınız, isteseniz de, istemeseniz de. Bunu engelleme şansınız yok. Çünkü her gelişmeniz öngöremediğiniz bir olanaklar alanını beraberinden getirir. Bu yüzden, bulduğunuz şey, bulduğunuz kadar değildir, daima biraz fazladır. Bunlar, o ürünün gerek amacı içinde, gerek amacı dışındaki, bir yapabilirlik olanaklarıdır. Satıcıya tüm bu olanaklarınızı bilgisayardan ayrı tutun da, bana sadece bilgisayarı verin diğer olanaklar ı yani ahlakı Avrupa'da kalsın! Da, bize sadece yazılımı ile donanımlarını verin deme, seçme şansınız var mı Allah aşkına. Bu ne usa aykırı, akıl etmezliktir, kör cahilliktir deli saçmalığıdır. Kamyon alacaksınız kaçakçılık ahlaksızlığını, kullanım tarihi geçmiş ilaç kullanım aklarsızlığını Avrupa' da bırakacaksınız! Çok keskin ve güçlü bir zekâ! Aptala takla attırır.

Bir arabayı ürettiğinizde hiç de üretim amacında olmayan, bir davranışı da üretmiş olursunuz. Belki de hiç düşünmeden. Örneğin arabayı üretmekle, içerisinde “”gezici fuhuş yaptırma”” yapabilirlik olanağınıda üretmiş oluyorsunuz. Bunu Avrupa'dan öğrenecek kadar da Aptal olmak, gerekmiyor her halde! Otobüsü alırken, oturma yeri fazlası yolcu almaktan, ayaktaki yaşlı ve hamileye vs. yer vermek ahlaki tutum beceri ve akıl edilişi, özendirme gibi otobüsün yanında batılılardan alamayız ki. Bu hal otobüsü kullanma şartlarından, kendiliğinden doğan tutumlardır bunlar. Onun için bu, Avrupa'nın kötü ahlakını aldık deme, nanesini yer oluş dezenformasyonudur. Sanki şunu da yanında istiyoruz veya şunu istemiyoruz dermişiz de, deme akıllılığı gösteremiyormuşuz gibi bir abukluk!

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Oysa yozlaşma, bir geliştirmeyi taşıyamamanın fanatizmidir. Yozlaşmada gelişenin, gelişmeyi taşıyamaması nedeni ile kendisini bir asıl olanına, bir ilk olan modele doğru, yeniden döndürmesidir. Gelişmeyi saçmaya çevirmesidir.Gerileşme anlamına gelir ki, kültür bitkisinde ve biyolojik geliştirmelerde görülür bu yozlaşmalar. Bu tür geliştirmelerin kendi kendisine ilk örneğe doğru eğilimleşmenin bile temel bir evrensel yasası da vardır. Ama burada buna değinmek, konu uzunluğu yapar.

Değilse bir kültürün nicelenmesi değişmesi, çoğalması, büyümesi; yozlaşma değildir. Büyüyen her şey eskisine göre farklılaşan, tanınamayacak kadar olandır. Ki bu da yozlaşma değil, gelişmedir. Her gelişme kendi düzleminin olumluluk ya da olumsuzluğunu içerir. Bunlar bir önceki ile kıyaslanmazlar. Kıyaslanamayanlardan da yozlaşma ifadesi çıkarılamaz.

Böyle olunca da kimi sevgili yazarlar da kültürleri bir değişmezlikle algılamaktadırlar. Ve bunu böyle empoze ederek dar ufuklu düşünemeyen, kuşkuları ortaya seremeyen, farkında olmadan şablon kontrollerle yönlendirilen, okur kitleleri hazırlanmaktadırlar. Yazanların kendisinin de farkında olmadığı değişir olmaları da yozlaşma gibi oldukça sıradan bir kapasitif tutumlaşışla ele almış oluyorlar. Oysa yazdığı yazının okur kitlesinin skala dağılımını da göz önüne alıp, kendi yazar olmalarının sorumluluğu gereği, kontrolcü düzeltmesini yapıp, bu ucubeliğe düşülmemeliydi.

Sosyal yaşam, her zaman gelir dağılımlarının paylaşılması esası üzerine oturmuştur. Gelirlerin tüketimindeki yaşantılaşmaları paylaşan sosyal sınıf grup yaşantılarıdır. İşin tuhafı sosyal kültürler; toplumsal kültürü, yani üretime ilişkin kültürü; nesnel, bilimsel ve toplumsal sınıf temeline dayalı kültürü, görmemişler, yok saymışlar. Ve bunlar inanç kültürüyle tümden, izole edilmiştir. Veya Arap saçına döndürülerek hepsi karıştırılmıştır. Esasen yazı iyice okunduğunda, yazar böyle bir ayırt oluşun hiç bilincinde bile değildir. Tabii ki böyle bir çalışma isteneni sağlayamamış olmakla eş anlama da gelebilir.

Bir yazar, ele aldığı konuya bir bakışla, bir sunuşla, bir ortaya konuluş üslubuyla ve konusunun diğer bağıntılarla ilişkilemesini, ya da bunların tümleneni üzerindeki genel felsefesini belirtmelidirler. Bu yüzden kimi yazarlarımızın bilimsel felsefesi hiç yok. Biraz öğütçülük biraz sokak kültürü, biraz da inançsal bilgi ile bu iş oldu, sanılıyor. Az buçuk bilir olmayı, allamelik sayabilme cahil cesaretini gösteriyorlar.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Laiklik, tutum edinmeye uygun, insanlığın toplum içinde, halksal, grup ve cemaat yapılanmalarına ve kişi insan öznel tutumlarına karşı, üretilen ilkedir. Ve toplumun gelişip dönüşmesi ile anlam ve tutum olarak; temel üzerinde yeniden üretilebilirdir. Devamlı ve sürecin adımları ile içi doldurulabilir gözü ile bakılmalıdır. Ancak temelde şaşılmadan. Temel düzleminde kayan her yapılanış, laiklik olmayacaktır.

Bu ilke de, İsa'nın deyişinde kendini bulan; din ve toplum (devlet) işinin ayrılığı ve birbirine karışmazlığıdır. Zaten inanç, apayrı bir oluş olmayıp, yapısı gereği öznel ve fırkacıdır. Yani İncil ayetine göre: “Sezar'ın hakkı Sezar’a, Tanrı'nın hakkı Tanrı'yadır. 'İnançlar bir asayiş sorunu yaratmadığı ve birey-kişi korunucunu olumsuzlamadığı sürece, devlet; inanca ve inancın düzenlemesine karışmazdı. Temel olan şey, inancın değil, toplumsal ve halksal yapının, iç dinamiğine aykırı değiştirilmelere karşı korunmasıdır. Oysa inançlar, kişi uhdesinde zaten korunmaktadır.

Laikliğin anlamında, zamanla ve ihtiyaç halinde olabilecek değişme, inançlara da, uzun vadede, esnemeler getirir. Bu esnekliğin de, tinsel yetkinliği ve tinsel gelişmeyi olgunlaştıracağı şüphesizdir. Yani laiklik, inançsal anlamaları da, geliştirecek, bir işlev yüklenmesi ilkesi olmaktadır. Bu bilinçli bir düzenleme değil, sistemin kendisinin çevreye, kendiliğinden gölge yansımasıdır.

Laiklik, inançların çatışmacı ve müdahaleci olmasının zorunlu sonucu olarak, bu müdahalelerin zoruyla belirlendiği bir disiplindir. Laiklik, kendisini belirleyeni de (inançları da) : belirlemekten kaçınamayacaktır. Bu da evrensel apaçık belliliğe, aşikâr olana, transfer gibi konup, yapılaştırılmaktır. Bu durum belirlediği ile belirlenme ilkesidir. Çocuk doğumla kadının anne olmasını belirlerken, annede, doğurarak çocuğu belirler.

Nasıl anne doğurmadan önce, anne değilse. İnançlar da birbiri ile ve toplumla çatışmadan önce, ne hoşgörü ne de laiklik belirlenmiştir. İnançlar, birbiri ile ve toplumla çatışmasa idi, laiklikte, hoşgörüde doğmayacak, birbirini belirlemeyecekti. İnançların çatışmacı olması, inanç bizatihiliği açısından gerekli bir haldir. Çünkü başka türlü, inançlar kendine yer edinemez, varlaşıp gelişemez, kendini kabul ettiremez. Önce, kendinden evvelki inancı olumlar, böylece ayakları yer tutar. Oturmaya başlarken de diğer inancı dışlayarak kendine yer açar ve onun yerine geçer. Bu inançların geliştirici özüdür.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Egemenlikleşme toplumsaldır, toplumsal yol ve yöntemlerin yasallıklı tutumlaşmasıdır. Kişi ve halkların tutumu çokça nesnel yasallıklı olmayan bir öznelleşmedir. Hatta kişisel biyolojik inişlere götürülen kişi psikolojileri taşınır olacağından egemenlik sel değildirler. Ve egemenlikleşemez. Egemenlik bir özgür olma tutumsalıdır. Bu tutumsalda, kişisel ve halksal biçimlenişli olmayıp toplumsal karakterlidir. Özgürlük toplumsal üretiş biçiminden çıkmıştır. Halk alana kendi anlamasına göre ödünç ve anlam deformesi olarak yansımıştır.

Yani toplumsal bir var kılışın üretimi olan özgürlük, sizin iç ve dış şart uygunluğunuzla seçenekleşip, yararcı kullanımınızla gerçekleşen özgürleşmedir. Böyle olunca kişi ve halkın muktedirliği değildir. Örneğin bir uçağın yapımı, üretimi, toplumun işidir. Halkın uçağı üretmesi için iç şartı (bigi) ve dış nesnel şartı yoktur. Ve kullanıma açık özgür edişidir. Bu, muktedir oluşun egemenliğidir. Halkta uçağa binerek kullanım yararındaki özgürlüklerinden yararlanır, yaşamını sürdürür. Halk uçağı üretmediği için, yani özgürlüğü sağlayamadığı için egemenlik sel bir yapı değildir.

Paleolitik (eski taş çağı) çağın insan sosyal yaşamı, belki mezolitik dönemin karekteristik özelliğiyle, insanın toplulaşan yaşamında, halkın yaşamını ayrıştıran yapılar henüz yoktu. Ancak komün yapı tomurcuklanmıştı. Halk Ya da toplumsal yapı, örgenleşen organik yapının, halk ve toplum alan kırılma indisini, henüz neolitik (cilalı taş çağı) çağlarda yeni yeni, şimdi bizim göreceğimiz denli silik, az buçuk, belirlenir olmuştu. Tabi bu hal, o günün konjonktüründe okunacak bir şey değildi. Bu günkü merdiven basamağından geriye bakışla bunu söylemek olasıdır. Üstelik o zamanlar ilkel ortak yaşamın hükmündedir. Toplumlaşma teorik olarak halkı ortaya koyacaktır. Bu gide gide, günümüz sonrasındaki konjonktürlerde ise, nerede ise; toplumlar halksız olacaklardır!

Toplum evirildikçe, toplumsal yapı; halksal yapıdan çelişiyordu. Bu yinede ayırt edilir bir görünüş değildi. Toplumsal normlar, başlangıçta halkın normları ile özdeşleşiyordu. Özellikle teknoloji uygulaması insanı işsiz kılıyorsa da, başlangıcın insan nüfus yoğunluğu azlığı ve daha paylaşılmamış toprak alanların yerleşime açılması görecesiyle aşılıyordu.

İnsanın toplum oluşu ve evirilmesiyle; insana iş edinmesini, çalışma hayatını, bir düzenliliği yük ettirmiştir. Ve üretim güçlerinin, özelliklede teknoloji ve deneysel bilginin toplumsal üretime uygulanması insan emeğine ihtiyacı azaltıyordu. Zorunlu olarak toplumsal üretimin dışında kalan insanların, halk yaşamının içine iş yapabilirlerden dahi, yeni işsizler dâhil ediliyordu.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

3-] Ortadoğu kaynaklı monoteist kültürler, böylesine bir tarihi geçmişi olan Mezopotamya, Nil, Asur, Babil İran, Hint gibi uygarlıkları devralıp, üzerine geliştiler. Ve zaten süre gelen süreçle bu kültürler üzerine, bu kültürleri değişen şartlara uymayanlarını dışlayıp, yerlerine yeni yorumlu konumlamaları koydular. Bir seçme ayıklama yaparak ve kimi hala geçerli oluşla süren edimselleri de, ilahi kaynağın, tek kaynak kabul edilişinin içinde mütalaa ederek, eklektik bir berdevam edişe yükseltilmişti.

Arap kendisini sağ kült tanımlı ifade etmiş, inancını sağın kutsallığı üzerinde vurgulamıştır. Asur’un Eşek totemi olan kimliği, Araba göre; ‘ başkasına benzememe’ tabundu ilkesi gereği karşı totemin kabul edilmezliği üzerine filizlendi. M.S 6. Yüzyıla gelindiğinde, Arap inancında eşeğe dokunulma abdest bozan bir anlayış oluyordu. Ya da it totemdi toplumun tabu kimliği, Arap geleneğin, totemdi kimliğinin karşı totemi dışlaması nedeni ile karşı totem sembolün mundar olması anlayışı üzerinde ittifak etmişti. Böylece hiç değilse kimi Arap kabile geleneği içinde, ite dokunmanın mundar olması kimi kabilesinde de itin, temiz olması, anlayışı; çoktan inanç aşmıştı. Artık bular mezhebi anlayıştı.

Bu gibi bir yığın tabu anlayışların devam eden aktarımları içindeki eski toplumsal düzenleniş ilişkileri unutulmuştu. Ama köpeğin mundardan bir tabu olduğu inancı sürüp geliyordu. Yani kimi Arap inanç mezhep anlayışında, nedeni bilinmeyen bir tabu, yani ite değmekle veya itin size dokunması ile sizin aptestiniz bozuluyordu. Ama nedeni de bir türlü açıklanamıyordu. Açıklanan da hava da kalıyordu.

Özellikle günümüzde bizdeki doktrine sağ söylemlerin tutumu, toplumsal referanslar yerine, dinsel referansları ve tutumları aşırı şekilde yansıtıyordu. Dinler asla tartışma kabul etmezler. Karşı inanç ve anlayışları sapık ilan ederler. Sapık söylemi, bir tartışılır bir halktı argüman olmayıp, kestirilip atılır olan bir tiksinme bir iğrenme bir dışlanma bir tutulmaması gereken yol, olacakla belirtilir.

Söz gelimi Musa Horev’de Yüce Tanrı ile görüşürken kavimi sanki hiçbir işleri yokmuş gibisine sarı bir inek ya da buzağı heykeli yapıp saygı lamaya başlarlar!

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sadece konjonktürün görünen güncelleşmesi, eskiden dinlerin kullandığı saklamayı bu kez; ekonomik bağlamda, sözcük oyunları ile anlam kargaşası yaratacaktı. Dış fetih geliri olan çapul gelirleri de şimdinin vaz geçilemezidir. Çapul yapacak devlet, çapul yaptığı devleti, şimdi kalkındırmak için finanse ederler.

Talan, veya çapul, emperyalizmin bu kalkındırma şirin yüzünün içine spyware, ya da malware ya da adware olaraktan virusleşen bir şifrelenme olmuştur. Zorda olana yardım etme, adı altındaki finansmanlarla, akıl almaz çarpıtılmalar yapılmakta ve alicengiz oyunlarını oynamayla durum sürer gider.

Yine iç sömürü, kapitalist mantıkla teşebbüsün hakkı olan; 'bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' diyerekten konjonktürün gelişmiş yüzü olaraktan gösterilir. Toplumunun ulaştığı akıl almaz verim gücünden hareketle, eski kölelere göre, şimdinin yeni işçilerine epeyce bir pay vererekten ve daha çoğunu da çalaraktan, ücret, maaş, teşebbüs karı, adı altında şimdilik oyun sürdürülür durur.

Burada, genel bazda, halk ve toplum süreci içinde ve toplum ve halkların evrimi açısından; ideolojiyi irdelemekte yarar vardır. Tabi bunu konumuzla da, yer yer ilişkilemek zorundayız.

İnanç toplumsal bir talep mi? Konulu yazımda ideolojiyi toplum açısından bir amaçlılık olduğunu belirttim. Aynı yazımda ideolojilerin bir yasal zemine oturtulup, günümüz toplumları için eylem kılavuzu yapıldığını, toplumun bir öznel üst yapı envanteri olaraktan; düşünce, plan, inanç gibi soyut verileri işler olaraktan demiştim. İşin içine halkı katmamıştım. Elbette bir türden olmayan şekilde halkın da bir ideolojisi vardır. Ancak toplumun ideolojisi halkı birleştirir.

..

Devamını Oku