Yolculuk
Aylar tepe, yıllar dağ zincirleri
Zirveler aşarsın haberin olmaz.
Dur-durak bilmeden doğuştan beri
Mezara koşarsın haberin olmaz.
Emanete 'benim' diye bakarsın
Boş kalınca suya kazık çakarsın
Sırat köprüsünde yatar kalkarsın
Ateşe düşersin haberin olmaz.
Yolculuk
Yolculuk, her zaman düşündüm onu;
İçimde bu azgın davet ne demek?
Oraya, nemdeyse güneşin sonu,
Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek.
Altımdan kaydırdı bir el minderi;
Herkes yatağında, ben ayaktayım.
Bir gece, rüyada gördüğüm yeri,
Gözlerim yumula, aramaktayım.
Bir Yolculuk Üstüne
Açıyoruz kapıları,
kapıyoruz kapıları,
geçiyoruz kapılardan
ve biricik yolculuğun sonunda
ne şehir,
ne liman
tren yoldan çıkıyor,
batıyor gemi
düşüyor uçak.
Hayat Bir Emrin Var Mı? Kendimle Yolculuk
Oldum olası içsel yolculukları, bağlanmayı, mistisizmi ve aşkı severim. Aşkın insandaki en yoğun mistik duygu olduğuna inanırım. Âşık insanları bilge, derviş ve üçüncü gözü (feraset gözü) açılmış insanlar olarak görürüm. Aşk acısının, evreni yaratan yüce bir güç varsa (kimse o) onun tarafından verilmiş bir tılsım olduğuna inanarım.
Aslında hiçbir dine inanmam. Dinciliğin insanlığı yozlaştıran akımlar ve güçler olduğuna inanırım. Papazları, hahamları ve imamları hiç sevmem. Bu kişilerin dünyadaki yoksulluğun, baskıların ve can sıkıntısının bekçileri olduğunu düşünürüm. Kiliselerde, camilerde, sinagoglarda içim boğulur, duramam. Ama zaman zaman içim daralınca, aşk ırmakları tıkanınca, en yakın bildiğim insanların anlayışsızlıkları, bencillikleri ile karşılaşınca, hiçbir kadının benim sevgime layık olmadığını anladığımda, bir güce, esirgeyen, şefkatle koruyan, sonsuz hoş görülü bir güce yakarıp, ağlamak, ruhumu ona açıp, onunla dertleşip, birleşmek isterim.
Alkol içimdeki mistik duygularımın kapısını açan tılsımlı bir anahtardır. İçimdeki o uzun yolculuğa alkolle başlarım. Alkol içimdeki lambanın ışığını yakar. Alkolle, “ölmeden önce iyi insan” olurum. Hırslarım, kıskançlıklarım, dünyevi zaaflarım, bencilliklerim pençelerini içimden çeker. Alkolle aşkın ve bilgeliğin yolları açılır. Geriye doğru rüya görmeye başlarım. Sevdiğim bütün kadınlar, çocukluk arkadaşlarım, mücadele dostlarım, unuttuğum kardeşlerim hepsi aklımdan, rüyamın sahneleri içinden birer birer geçer. Kalbimin çektiği filmdir o. Sevdiklerim, dostlarım, yakınlarım beni istedikleri gibi kırabilirler. Bencil ve hoyrat olabilirler bana karşı, olsun ben aşk yoluna çıkmışımdır. Gözlerimi içime çevirmiş, alkolümü yudumlamış, içimdeki ışığı yakmış, rollerini sevgililerimin, dostlarımın kardeşlerimin oynadığı filmi seyre koyulmuşumdur. İçimdeki o büyük yolculuk başlamıştır.
Geçenlerde, yazdığım senaryoda geçen bir tarikata gittim. Tophane’deki Kadir-i tarikatında zikir vardı. İki katlı ahşap bir evin ikinci katına çıktığımda 40-50 adam, “Allah... Allah...” diyerek heyecanla büyükçe bir odanın ortasında dönüyor, dans ediyor, birbirlerine sarılıyor, heyecanlı sesler çıkararak kendilerinden geçiyorlardı. Zikirleri, yani mistik dansları iki, üç saat sürdü. Açıkçası bu adamların içinde bulunduğu ortamı, hiçbir şeye inanıp onun etrafındaki bu duygusal bütünleşmeyi tuhaf bir kıskançlıkla izledim. İşte kendilerine benim ve benim gibi birçok insanın bulamadığı bir manevi iklim yaratmışlardı. Kısa bir süre için de olsa birbirlerine derinden bağlanmışlardı...
Zikirden sonra hemen hepsinin yüzünde garip bir sevinç, bir hafiflik, bir arınmışlık vardı. Bizim gibi insanların arasında pek rastlanılmayan bir duygu iklimiydi söz konusu olan. Duydum ki bu tarikata meyhaneden gelip katılanlar varmış. Burada “meyhane ile Tanrı arasında güzel köprüler” kuruluyordu demek ki. Burada mezhebin, dinin katı kurallarının çokça önemi yoktu. Hoşuma gitti. Bir kez olsun bu coşku dolu zikri yaşamak istedim. Belki kendimi omuzlarıma binen endişe yüklerinden kurtarırdım. Yakınlarımın, arkadaşlarımın, bencil arzularını, hoyrat sözlerini, düşüncesiz hareketlerini biraz olsun yüreğimden atar, şu gelip geçici dünyada birkaç saat olsun, yerçekiminden kurtulabilirdim. Ama nerede? Zikir bitti. Adamlar yüreklerinde hafifliği, o mistik coşkuyu atar atmaz, hemen birbirleriyle polemiğe başladılar. “Sen niye iki adım öne çıktın? ”, “Siz arkadan geç geliyorsunuz.” “Ayaklar tempolu değil.” “İkinci grubun sesi duyulmuyor.” vs. vs. Tanrım meğerse o coşku yumağı hesaplı kitaplı bir folklor gösterisiymiş. Sıkıntılı bir müsamereymiş. Düşlerim alt üst oldu. Ben insanların kendi ışıklarıyla, ne hissediyorlarsa, içlerinden geldiğince zikir yaptıklarını ve özgürce hareket ettiklerini sanıyordum. Ama pek öyle değilmiş. Ben yakıştırmışım bütün bunları onlara. Üzüntüyle ayrıldım tarikattan. Bir meyhaneye girdim. Bir ufak rakı söyledim. İçimin ışığını yaktım. Başladım içimdeki rüyayı seyretmeye. Bugüne dek âşık olduğum kadınların yüzüne yaklaştırdım içimin ışığını. Tanrı da bendim, din de, aşk da bendim...
Yolculuk
Veda ettim gençliğimin gamsız geçen rüyasına,
Çıktım aşkın nihayeti bulunmayan sahrasına.
Bilmiyordum yol neresi? Varacağım yer neresi?
Dayanarak gidiyordum ilhamımın asâsına.
Bu sahranın kanat germiş her yerine ıssızlıklar,
Ufuklardan yalnız iki yıldız doğmuş semasına.
İki yıldız.. işte benim rehberim bu, yürüyordum;
Yolculuk Ve Aşklar
ben kendime derinim, -sana!
bir uzun 'kaybol! ' gibi olduğum;
kalbim kül dağları, yüklenir
ateşten kayıklara odunum...
orda geçti 'geç kaldınız! ...' günleri;
bağlar bahçeleri gibi yokluğum;
anımsarım, öyle sor kikolay mı
âh, o sarı anılarda sönen mum!
Kumrulu Şiir
Duydugum yoktu ne vakittir
Güvercin sesi, kumru sesi, pencerede;
İçime gene
Yolculuk mu duştu, nedir?
Nedir bu yosun kokusu,
Martıların gurultusu havalarda;
Nedir?
Yolculuk olmalı, yolculuk.
Yapraktı
Bir baska yolculuk dalindan dusmek yere,
Yasadigindan uzun;
Bir tatli yolculuk dalindan inmek yere.
Agacin yuksekligince,
Dalin yuksekligince ruzgarda;
Ve bir yeni ömür
Vardigin cimen yesilligince.
Değişik
başka türlü bir şey benim istediğim:
ne ağaca benzer, ne de buluta.
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
Bir Dizenin İlk Kelimesi Nasıl Doğar
Bazılarının sandığı gibi mısralar duyguların değil, yaşanmış deneylerin sonucudur. Tek bir mısra yazmak için birçok şehirleri, insanları ve nesneleri görmüş olmak, hayvanları tanımak, kuşların nasıl uçtuğunu duymak ve sabahları çiçeklerin açılırken nasıl titrediğini öğrenmek gerekir.
Bilinmez yerlerdeki yolları, beklenilmeyen karşılaşmaları ve uzun zamandır yaklaştığını sezdiğimiz ayrılışları, esrarı daha aydınlatılmamış olan çocukluk günlerini, size anlayamadığınız sevindirici bir haber verdikleri zaman kalplerini kırdığınız ana babaları, derin ve tehlikeli değişmelerle garip bir şekilde başlayan çocukluk hatalarını, kapalı odalarda geçen sessiz günleri,deniz kıyılarındaki sabahlamaları, denizin kendisini, denizleri, yükseklerde çağıldayan ve yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini yeniden, yeniden yaşamak gerekir. Bunları bile yaşamak yetmez. Biri ötekine benzemeyen sayısız aşk gecelerini, doğum sancılarıyla kıvranan kadınların çığlıklarını, odalarından bir türlü çıkamayan süzülmüş lohusaları hatırlamak gerekir. Ama ayrıca, ölenlerin yanında bulunmak; pencereleri açılmış, içine gürültülerin dalga dalga dolduğu odalarda bir ölünün yanı başında oturmuş olmak gerekir. Anıların olması da yetmez. Pek çoksalar onları unutabilmek ve geri dönmelerini bekleyebilmek için büyük bir sabır gerekir. Çünkü sorun anılarda da değildir
Anılar ancak bizde kan haline geldikleri, bakış ve davranış oldukları, adlarını yitirdikleri, kendimizden ayırt edilmedikleri zaman; işte yalnız o zaman, pek seyrek bir anda, bir dizenin ilk kelimesi onların arasından doğuverir.
Türkçesi: Suut Kemal Yetkin
Başka Türlü Bir Şey
başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
Zamanıdır
Yıllarca bir Burak sanarak tahtadan atı
Sürdüm yorulmadan sonu gelmez ufuklara;
Artık kesildi dizlerinin sahte takatı,
Artık mecâli yok uzayan yolculuklara.
Yelken açınca mavi denizlerde bir hayâl,
İnsan, bu yolculuk sürecek böyle hep, sanır;
Farkeyleyince sahili bir gün hayâl-meyâl,
Anlar ki yelken almanın artık zamanıdır.
Tension À Smyrne
kasım’da bir çarşamba çatladı
yarısını çaldılar yarısını ben çaldım
on üç gün dudak dudak yaşadım
dün gece kayboldu beni bıraktı
bir cıgara yaktım telefon ettim
ekipler on bir buçukta geldiler
gemisi on bir yirmi beşte kalktı
gözbebeklerimize mızrak gibi saplı
çığlıklar götürüp getiren bir tren
Vazgeçilmezimdin
Yakınlaştıkça kaybolan
bir kente dönüşürdün
Keşfedilmezim olurdun
içinde yolculuk etsem de...
Günahkar mevsimimdin.
Hiç umut yoktu sende
o yüzden vazgeçilmezdin,
vazgeçilmezimdin...
Günahkar Mevsim
Yakınlaştıkça kaybolan
Bir kente dönüşürdün
Keşfedilmezim olurdun
İçinde yolculuk etsem de...
Günahkar mevsimimdin.
Hiç umut yoktu sende,
O yüzden vazgeçilmezdin,
Vazgeçilmezimdin...
Mes''ut
Uyuyor suyun üzerindeki jelatin çocuk
başı yosunlara gömülü
çıplak bedeni akşam sefası
Gördüğü rüya kim bilir kaçıncı kopya
çıktığı yolculuk eski bir romandan alıntı
bindiği gemi sanki battı batacak
udun kavminde, belli, bu çocuk duman olacak
Müneccimlerin Yolculuğu
Bizi yıldıran bir soğuk geliyor,
Bir yolculuk, böylesine uzun bir yolculuk için
Yılın en berbat vakti tam da:
Yollar çetin ve hava haşin,
Tam ortası kışın.'
Yolculuk Başlıyor
Yolculuk Başlıyor
Bir yolculuk başlamalı ve hiç bitmemeli rüyalar son bulmalı, kavuşmalı hasretler. Bitmeli, dinmeli gözyaşları. Ezim, ezim ezilen yüreğim ne oldu sana öfkelerin, hırsların ne zaman sustu. Hiç haberin var mı? Hayat bıçak sırtında gidiyor kuşlar ne zaman uğramaz oldu bu diyarlara biliyor musun?
Bir an önce çıkıp gitmeliyim, çekip gitmeliyim. Bu Dünya bu zaman, bu yaşam bu içimizdeki sızı neden beni kahrediyor. Dünden kalan ben kendimleyim, kim nerde, nasıl bu zulme den kim ha kim. o mu haklı ben mi yalanım. Ben ve Tanrım, Tanrım ve ben, cennetin mi, cehennemin mi? Narı ateş mi bu yolculuk nereye? Doğru yürek fırtınalarına gecenin içinde yolculuk diyor ki satır aralarında bul beni; kadın masum dedik ya umut dağına yolculuk var. Yiğit bezenmiş oda belli yolculuğun içinde kalmak için debeleniyor. Tanrım bana seslensin ben küçüleyim, ufalanayım içimden yok olayım. Bu yolculuk alsa beni benden kavursa Âlemde beyhude salsam, salınsam yok olsam. Acı, özlem, hasret, yalnızlık korku ve suskunluklarımızda yok olmak bu Âlemde beyhude gizemlerimiz içimizde. Ne akıllı sanırız kendimizi küçük pembe yalanlarımızla Dünyayı cebimizde gizleriz bir tebessüm salarız huzur bu mu yuvarlak cümleler SEVGİNİN YÜCELİĞİNDE kayboluyor. Beyhude uğraşma güzelliklerimizi yaratırken içimizde ki benleri, benliklerimizi karanlığımıza hapsediyoruz. Özlem türkülerimizle yüreğimizden akan acılarımız, unutulmaya yüz tutmuş kabuklaşmış sevilerimiz hançer misali saplanır dudaklarımıza yapışır kalır; SEVGİ, AŞK türkülerimiz, yolculuğumuz yarım kalmıştır yine yalnızlıklarımıza çıkar her yol sureti aynamıza döneriz.
Aşka Yolculuk
Bu yolculuk, bin basamak,
Derinlerden çıkar gelir.
Bu yolculuk, bin basamak,
Aşka sevgiyle yükselir.
Bu yolculuk, ırmakta su,
Gökte yıldız, dağda rüzgâr,
Bu yolculuk, aşk kokusu,
Yolları içime doğar.
Tutma Yüreğimi
Bu yolculuk, bin basamak,
Derinlerden çıkar gelir.
Bu yolculuk, bin basamak,
Ufka sevgiyle yükselir.
Bu yolculuk, ırmakta su,
Gökte yıldız, dağda rüzgâr,
Bu yolculuk, aşk kokusu,
Yolları içime doğar.