Meçhul Öğrenci Anıtı

Buraya bakin, burada, bu kara mermerin altinda
Bir teneffus daha yasasaydi
Tabiattan tahtaya kalkacak bir cocuk gomuludur
Devlet dersinde oldurulmustur

Devletin ve tabiatin ortak ve yanlis sorusu suydu:
- Maveraunnehir nereye dokulur?
En arka sirada bir parmagin tek ve dogru karsiligi:
- Solgun bir halk cocuklarının ayaklanmasinin kalbine! dir

Yuvarlağın Köşeleri-Akıldan, Okuldan Yana-Etika-Birinci Bölüm-120

AKILDAN, OKULDAN YANA-ETİKA-120

Doğru kurulmuş bir problem: Biri bunu yanlış çözdü. Daha doğrusu çözemedi.
Kuruluşunda bir yanlışlık olan problem: Bir öğrenci bunu, yanlışlığı sezmeden doğru çözdü.
Sınavı problemi çözemeyen kazanır.

Yuvarlağın Köşeleri-Akıldan, Okuldan Yana-Etika-Birinci Bölüm-116

AKILDAN, OKULDAN YANA-ETİKA-116

Öğrenci sözlü sınavda:
Hatırlamadığını bilmediği için bilemiyor.
Öğretmen:
Bilmediğini hatırlamadığı için, hatırladığını soruyor.

Kaşık

kırıldın
su dolu bardaktaki kaşığın huyuyla
başındaki fenerin aldığın gözlerinle
kördün, bir işçinin
suskunluğunu yazdı kalemin
bir öğrenci evi sofrasında, hazırdım
kaşığı kıran bardaktaki su olmaya

Edebiyat ve Eleştiri Dergisi Mayıs-Haziran 2001 sayısı

Annelik Oyunu Bitti Otobüsümüz Yolun Kenarında Öylece Duruyordu

Otobüste sevgi yoktu. Orada herkes kendine ve birbirine düşmandı. İşte bu yüzden otobüsteki insanlar birbirlerine en kötü yüzlerini göstermekten çekinmiyorlardı. Şoför en acımasız tavrıyla yolcuları durmaksızın azarlıyor, genç öğrenci başının dibinde artık ayakta durmaktan gücünü tüketmek üzere olan yaşlı bir kadını görmezlikten geliyor; genç bir adam adeta bütün gövdesiyle, önündeki kızı habire sıkıştırıyor, açıkçası cinsel tacizde bulunuyor; üstü başı pis, üstelik kendi kendisine konuşuyor diye yaşlı bir adamın yanına kimse oturmuyor; gençten biri yanında kendisinden biraz daha kısa boylu birinin üzerine neredeyse abanıyordu. Bir sivil polis önünde oturan iki öğrencinin neler konuştuğuna kulak kesilmişti. Bir başkasının ayağına basan sonra asla özür dilemediği gibi ayağına bastığı kişiye adeta, “ayağımın altında ayağının ne işi var” der gibi bakıyor, herkes herkesi olup olmadık zamanlarda suçluyor ve aşağılıyordu... Evet, bu otobüste sevgi yoktu! ..

Bir duraktan genç bir kadınla, dokuz on yaşlarındaki oğlu bindi, otobüse... Kısa bir süre sonra avını bulmuş bir avcının heyecanıyla, “biletini at hanım” diye bağırdı bizim şoför. Genç kadınsa utanarak yolcuların arasına saklanmaya çalıştı. Şoför yine: “Biletini atmadın, bak kafam bozuluyor artık” diye öfkeyle çıkıştı. Biraz daha gittik ama çok geçmeden genç kadın ağlamaklı bir ses tonuyla: “Durun... Lütfen, burada inmek istiyorum” dedi. Otobüs durdu. Kadın, yanında çocuğuyla durak dışında, öylesine bir yerde indi aşağıya. Bu defa yüzünü örtmüş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Oğlu ise annesine sarılıp: “Anne ağlama, ne olur ağlama” diyordu habire. Otobüste ansızın bir sessizlik olmuş, herkes nefesini tutarak bu olayı izliyordu. Bu genç kadının varlığıyla kötü bir düşten uyanmış gibiydik. Oğluna sarılıp ağlayan bu genç anne yıllardır bastırdığımız duygularımızı hatırlatmıştı sanki bize.

Ve hemen sonra hiç beklemediğimiz bir şey oldu: Şoför otobüsün el frenini çekip aşağıya indi ve kadınla çocuğun yanına gitti ve onlardan özür dilemeye başladı. Duyuyorduk, şoför ağlayan kadına yaptığı işten çok bunaldığını, geçim sıkıntısı çektiğini, trafiğin ve yolcuların sinirlerini harap ettiğini, demin yaptıklarından pişman olduğunu söylüyor ve biletsiz olsa bile -ki şu an bu hiç önemli değildi- genç anneyi otobüse davet ediyordu. Genç kadınsa biraz önce çok aşağılandığını, çok utandığını, bir daha o otobüse binemeyeceğini söylüyordu.

Otobüsün durduğu yerin biraz aşağısı deniz kenarıydı ve hemen oracıkta bir çay ocağı ve gökyüzü renginde masa örtüleri bulunan masalar vardı. Güneş ve rüzgâr bu çay bahçesini soylu bir neşeyle kucaklıyordu. Genç kadın çocuğuyla beraber biraz olsun soluk almak ve dinlenmek için bu çay bahçesindeki masalardan birine oturdu. Gözyaşları dinmişti. Şoförse onu bırakmıyor, yanına diz çökmüş özür dilemeye devam ediyordu, işte ne olduysa bu andan sonra oldu. Herkesin yüzü aydınlandı ve ortak bir kararla gideceğimiz yerlerden vazgeçip otobüsten indik, adeta koşar adım gökyüzü rengindeki örtülerle örtülü masaların olduğu çay bahçesine gittik. Genç kadının yanına diz çöken şoförün omuzuna vuran güneş ışığı, genç annenin o unutulmaz masum yüzü defalarca içimize işlemişti. Sanki birbirinden çok, ama çok farklı insanların içinde ne gariptir ki aynı ortak ses: “Artık yeter, bunca kötülük, bunca duyarsızlık yeter” diyordu.

Nitekim şimdi hemen herkes genç anneyi teselli ediyor, sakinleşmesi için çaba harcıyordu. Genç kadın bu yakınlığımızdan cesaret alıp durumunu güçlükle de olsa anlattı. Kocası siyasi mahkummuş, yıllardır cezaevindeymiş, kendisi işten çıkartılmış, günlerdir iş aradığı halde bulamıyormuş, evde hiç yiyecek bir şey kalmamış, çocuğunu annesine götürüyormuş, otobüs bileti alacak parası yokmuş. Genç kadın bütün bunları anlatınca bir anda herkes garip bir duygusallığa kapıldı ve deminki dehşet otobüsünde uyanan kötü ruhları için birbirlerinden özür dilemeye başladılar. Yalnızca çok genç insanlarda görülür bu duygusallık; o kötücül mantık yoktur. İyi ki de yoktur, göğüsleri heyecanla inip kalkar...

Boğuntu, Patlama, Susku

Calovan değirmeni. İki yıl boyunca, bir ağustosböceği
çiftliği, bir keçisağan kuşu kalesi. Sellerin dilinden konuşuyordu
burada her şey, kimi kez gülmelerle, kimi kez gençlik yumruklarıyla.
Bugün yaşlı direnmeci, çoğu dondan, yalnızlıktan ve
sıcaktan ölmüş taşların ortasında birazcık yumuşadı. Geleceğe
değgin haberler de duruldu çiçeklerin sessizliğinde.

Roger Bernard: Canavarlar çevreni çok yakındı toprağına onun.

Dağda arayıp durmayın; ama olur da buradan birkaç kilometre

Kanto Xlıv

Denizler evler ey! Her keresinde
Mumla aradığım ay tabaklarda uykulu
Ay tabaklarda.. Zeytin ağaçları sökülmüş
Çocuklar geceler boyu dipsiz kuyu

Sonra gider çocukları öldürülmüş annelere
oğul olurum
Ey Beyrut! Öğrenci çantaları, kırık oyuncaklar..
Elimi yüzüme kapatırım
Yüzüme kapanan kapılar karanlık

Şam-İstanbul Köprüsü

Bundan seneler evvel, tıbbiyede yeni yetme bir üniversite öğrencisiyken, Hakan Albayrak ile tanıştım. İlk tanıştığımız anı daha dün gibi hatırlıyorum. Cihangir’de, Firuzağa Çay Bahçesi’nde çaylarımızı yudumlarken; Bosna’dan, Filistin’den, Suriye’den ve dahi diğer bütün dünya ülkelerinden haberler veren, yüksek enerjili bir muhabbete maruz kalmıştım. Hiç mübalağa etmiyorum, sanki devrim yapmak için Hakan Abi’nin çayını bitirmesini bekliyorduk.

İşte o yıllarda, Hakan Abi, Şam-İstanbul Köprüsü adlı bir belgesel üzerine çalışıyordu. “Türkiye-Suriye Birliği” adlı kitabı, bu belgeselin çekirdeğidir. Çaylarımızı bitirdikten sonra belki devrime gitmedik ama, içimizde gün be gün büyüyecek o devrim bilinci ile birlikte benim kaldığım öğrenci evine geçtik. Herkes uyuduktan sonra Hakan Abi ile, yani yeni tanıştığım ve ilk görüşte gerçek bir ağabey gibi sevdiğim bu mübarek adam ile, sabahın ilk ışıklarına kadar konuştuk. Neyi mi konuştuk? Türkiye-Suriye Birliği’ni…

Ağıt Değil

Gücünüz varsa sizin
Sözcüğü tutuklayın.
Öğrenci, kitap, türkçe
En güzel kavramı dilimin
Özgürlüğü tutuklayın.

Ben ki düşünüyorum
Var olduğumdan beri
Silahlar bana dönük
Savaşlar sizin için

Payıma Düşen

herkes işinde gücünde
tohumu alınıp bostanda bırakılmış bir salatalık
gibi sararmış kurumuş elleriyle yün eğiren
şu nine işinde gücünde
arsa alım-satımıyla uğraşan profesör
ve öğrenmediği şeylerle sürekli sınanan
öğrenci işinde gücünde
saymakla bitiremediği paralarla
ellerinin ilişkisini araştıran veznedar
ve büyük kızını dün evlendiren

Yaz Kapılarında

Her şey bir güzel kız için yazılır, diyor.
Kırkına yakın, yılgın biraz.
İsteksizce yanıtlıyor derginin sorularını.
Öğrenci derneğinde konuştuğu akşam

uzaklarda gibi dinleyenlerden, güvenle konuşuyor -
üst üste kazandığı yenilgilerin güvenliği içinde.
Oyunlarından sahneler geçiyor gözlerimin önünden,
değişik zamanlarda, değişik sahnelerde izlediğim:
çürüyen bir şey, çocukluktan erginliğe geçerken,

Öğrenci Olmak

Öğrenci olmak kuzu kuzu okula gitmektir. Sonra sıraya girip hizaya girmektir. Saçında şu var, gözünde boya var, elbisende leke var, var oğlu var sözlerini duymaktır. Öğrenci olmak hasta kabul edilmektir. Bir muayeneden geçer gibi kontrol edilmektir. Öğrenci olmak sıraya adını yazmaktır, duvara dayanmaktır. Bütün nemli düşünceleri mendiliyle kurutmaktır. Öğrenci olmak yazıt olmaktır. Oku oğlum yaz kızım seslerini duyarak bilgilerin beyne kazınılmasına çalışılmasıdır. Öğrenci olmak adın ne olursa olsun sus soyadını taşımaktır. Ayşe Sus, Melisa Sus, Orhan Sus gibi... Öğrenci olmak gibi olmaktır. 'Oğlum niçin Ali gibi akıllı durmuyorsun? ' örneğinde olduğu gibi. Öğrencilik hiç kolay değildir bir sınıfın içinde dakikalarca konu mankeni gibi durman gerekir. Ondan sonra hoca sorar: Kızım konuyu anladın mı? Nasıl anlayayım hocam şu an mankenlik yapıyorum diyemezsin bile. Saçını başını yolarlar. Başın belaya girer yani. Öğrenci olmak bir devlete ait olmaktır. Kurallarla, kanunlarla karşılaşmaktır. Kedinin pisliğini örtmesi gibi, gizliden gizliye kopya çekmektir. Öğrenci olmak koca koca yüzler varken on almaktır. Sonra kırmızı don gibi utançtan kızarmaktır. Yani kırmızı donun utandığına ilk defa şahit olmaktır. Öğrenci olmak sağcı olmaktır, solcu olmaktır; fakat adam yerine konulmamaktır. Öğrencilik bangır bangır bağırmaktır; ses telleriyle saz çalmaktır. 'Telgrafın tellerine kuşlar mı konar. 'deyip polise sapanla taş atmaktır. 'Yürü oğlum içeri, dışarısı sana çok gelir; bak bakalım içerdeyken ziyaretine kim gelir.' şarkısını polisten duymaktır, öğrenci olmak. Öğrenci olmak, aşık olmaktır. Sevdiceğiyle okuldan kaçıp kaçamak yapmaktır. Kaçarken geride bir ajan bırakmamaktır. Çünkü Türkiye'de sevmek namus meselesidir. Sevince ne zaman meşru olmayan çocuğu doğuracak diye beklerler. Sanki sevmek anne olmak baba olmaktır. Sanki anneler babalar birbirini çok severler, yine de her gece beraber yatağa girerler. Sevmek el ele tutuşmaktır. Sevmek bulutları yatak yapmaktır. Dünyanın bütün dertlerinden oluşan bir tostu, dost ile paylaşmaktır. Öğrenci olmak dostluk kurmaktır. Bir zeytini, bir dilim ekmeği güler yüzle tatlandırıp, güle oynaya yemektir. Öğrenci olmak dert çekmektir, tarlaya bol bol patlıcan ekmektir. Her ikisi de mordur. Her ikisi de sıkma candır. Öğrenci olmak ihaneti görmektir. Cüzdanından paran çalınır, dolabından donun alınır. Bunca ihanet içinde öğrenci olmak karakol gibi sağlam durmaktır. Kimseyi suçlamamaktır. Davayı hakime bırakmaktır. Yaşamak, herkes için aynıdır. Sadece başkası olmak vardır. Başkası olmak herkesten ayrılmaktır. Öğrenci olmanın başka bir tadı vardır. Öğrenci olmak dostluğu, arkadaşlığı, aşkı doya doya yaşamaktır. Öğrenci olmak vedalaşırken utanmadan ağlamaktır. Ne utanç verici değil mi? Ağlamaktan utanır olduk, sarılmaktan utanır olduk, yan yana gelmekten utanır olduk. Öğrenci olmak, noktayla virgülü yan yana getirip, noktalı virgül yapmaktır. Ve bundan utanmamaktır. Öğrenci olmak göz önünde olmaktır. Toplumun gözü kocamandır. Hep seni gözetler ama başına bir şey gelse, bir damla kirpiklerinden yaş gelmez. Bu yüzden öğrenci olmak zavallı olmaktır. Çünkü zavallılara, ekmek verilir, yemek verilir, para verilir ama bir damla gözyaşı verilmez. Öğrenci olmak kör vicdanlara kalmaktır. Öğrenci olmak onurlu kalmayı öğrenmektir. Ve şu hayat okulunda hepimiz öğrenciyiz aslında. Her şeyi öğrendik de onurlu yaşama öğrenemedik.Onurlu yaşama konusunda hepimiz sınıfta kaldık. Ne mutlu onuruyla yaşamasını bilene. Ne mutlu ekmeğini onuruyla kazanıp, onu bir başkasıyla paylaşabilene.

Öğrenci Ah Öğrenci

Ah öğrenci vah öğrenci.
Yollar biter sınav bitmez.
Kalmadı onun direnci.
Genç yüzü hiç gülmez.

Hadis der kolaylaştırınız.
Yokuşa sürmeyiniz.
Bu canlar bizimdir.
Hayata küstürmeyiniz.

Okullar Kapanırken Bir Kaç Söz...

Okullar kapanıyor. Sınıfını geçen öğrenciler için uzun bir tatil başlarken, ortalama yükseltme ve sorumluluk sınavına girecek öğrenciler için maraton devam ediyor.
Her gün bin bir zorlukla okula gelen öğrencilerimizin tabi'i ki sınıfta kalması hiç hoş değildir. Ama sonuçta çalışmanın bir mükâfatı çalışmamanın da bir cezası vardır.
Hiçbir öğretmen öğrencisinin sınıfta kalmasını istemez ama öğrenci öğrencilik hallerini unutmuş yapması gerekenleri yapmıyorsa bu durumda öğretmene söyleyebileceği hiçbir sözü kalmamaktadır.

Bir Yaşam Öyküsü! . = 000.006 =

Bir Öğrenci Olarak; Öğreniverdiğim Bir Bilgi ile Umutlu Olabilirim! .
= Kayıt No: 006 =
Bir Öğrenci Olarak; Kitap Okumayla Geçireceğim Günleri Arıyorumdur! .

"BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE" Adlı Romandan:

/ Bir cigara yaktı, ağız dolusu bir duman üfledi göğe doğru / Hepimizinki de bir ekmek derdi / { Kitap Yazarı: Orhan KEMAL }

Bir Öğrenci Olarak; Saygıdeğer Büyüklerimizin Çizgisinde Olmalıyım! .
= DOSTLUĞUN TEBESSÜMÜ DAİMİ OLUVERSİN İNŞALLAH! .

Bir Yaşam Öyküsü! . = 000.004 =

Bir Öğrenci Olarak; Öğreniverdiğim Bir Bilgi ile Umutlu Olabilirim! .
= Kayıt No: 004 =
Bir Öğrenci Olarak; Kitap Okumayla Geçireceğim Günleri Arıyorumdur! .

"BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE" Adlı Romandan:

/ Başını havaya kaldırdı / Biz biz olalım / Bir şey olmaz evvel Allahın izniyle / { Kitap Yazarı: Orhan KEMAL }

Bir Öğrenci Olarak; Saygıdeğer Büyüklerimizin Çizgisinde Olmalıyım! .
= DOSTLUĞUN TEBESSÜMÜ DAİMİ OLUVERSİN İNŞALLAH! .

A Denemeleri Eğitim Üzerine 14 Bakanlık Ve Eğitim

Eğitim Üzerine Yazılar


BAKANLIK VE EĞİTİM


Ne demiş eski bir Milli Eğitim Bakanı:’Şu okullar olmasaydı ne güzel yönetirdim ben bu bakanlığı’. Evet, biz de diyelim ki bu söze karşılık: ‘Ah şu bakanlık olmasaydı ne güzel eğitim yapardık biz eğitimciler’.
İşi gücü eğitimi karıştırmak olan bir bakanlık var karşımızda. İşin mutfağına yabancı, her şeyi bildiğini zanneden bu zavallı bürokratlar eğitimi yazboz tahtasına döndürmekten başka bir şey yapmıyorlar. İşleri güçleri ayakları yerden kesik projeler üretmek. Hiçbir ön araştırması olmayan, uygulayıcısına sorulmadan kotarılan, afaki projeler birlerinin nemalanmasından başka bir şeye yaramıyor. Ya da çokbilmiş birkaç uzmanın, kendini eğitim düşünürü sanan akademisyenin tatmininden başka bir işe yaramıyor.

A Denemeleri Eğitim Üzerine 25 Eğitimin İçini Boşaltan Yenilikler

EĞİTİM ÜZERİNE YAZILAR

Eğitimin İçini Boşaltan Yenilikler:

Bakanlık ne yapıyor Allah’ını seversen. Eğitimin içini boşaltmak için bunca alayişe valayişe ne gerek var. Allah Allah. Her gün yeni bir şey çıkarıyor bu bakanlık. Ve her yaptığı değilse bile çoğu eğitime aykırı, onu deforme eden, bozan, yıkan bir işleve sahip nedense.
Bunları yapmak için çok mu uğraşıyorlar bilmiyorum. Bunları yapanlar alanında başarılı uzmanlar mı Allasen? Her neyse. Neyin nesi kimin fesiyse, neyi, nasıl, niçin yapıyorlarsa yapsınlar bu beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren yanı bu çalışmalarla getirilen değişikliklerin eğitimi felç ettiği, ya da gömülmeye hazır mevta haline getirdiğidir. Şimdi bu mevta yıkanıp cenaze namazının kılınarak defnedilmesini bekliyoruz.

Yaramaz Öğrenci

Öğrenci elinden, kalmışım naçar
Beni bile harcar, satar öğrenci
Hiç sebebi yokken, okuldan kaçar
Çırpındıkça dibe, batar öğrenci.

Arka sıralarda, dürtüşme başlar
Ufak tefek şeyden, sürtüşme başlar
İdareye kızar, okulu taşlar
Camları ateşe, tutar öğrenci.

Bu Üniversitenin Öğrenci Sayısı Da Ne Kadar Çokmuş

Bizim üniversiteye başladığımız 1982 Yılında sanıyorum yurdumuzda yirmidokuz ya da otuz üniversite vardı. Vakıf üniversiteleri yeni yeni hayatımıza girmeye başlıyordu. Şimdilerde ise özel üniversiteler ile birlikte üç yüze yaklaşıyor bu rakam bildiğim kadarı ile... Tabi bunların içinde dünya standartlarını yakalayıp da ileri düzey de eğitim ve öğretim verenlerin sayısı çok da fazla değil...


Sahip olduğu öğrenci sayısı bakımından üç büyük il Ankara, İstanbul ve İzmir'de ki üniversitelerin öğrenci sayıları hayli fazla. Bir de Açık Öğretim Fakültesi var, sanırım o uzaktan eğitim olduğu için en yüksek öğrenci sayısı da onda... Aslında ondaydı, şimdilerde onun tahtı kuvvetli bir şekilde sallanıyor, nasıl mı? Nasılı var mı arkadaş, bir de Hayat Üniversitesi varmış. Onu da yeni öğrendim ben. Face de bir sürü arkadaşım, profiline yazmış, mezun olduğu okulun bölümüne ''Hayat Üniversitesi'' diye... Eee boşa yazmıyor ya bunlar.