Funda İçin
haylaz bir serçenin sesinden ısındım bu ilkyaz göğüne
eskimeyen bir güneşin ışıklarıyla tutuştu gövdem
kadınım o çocuk yüreğin nasıl yoksul komadıysa hayatımı
ela gözlerin de birer yıldızdır bu lacivert geceye düşen.
Otoban
Kar, buza tutunursa yaşar! lacivert
parmaklıklara çivili prenslerin hislerindeki
buhurdandan üfleniyor parçalı bulutlu suçlar
Sanırım, aranıyorum uzunca bir vakittir
velakin, ağzıdaki delidolu akrepli tedbir
dolunayda haleleri aralar
düşük voltajda hala çaresiz kurtadamlar
Armağan
-I-
ölümsüzlük yalan, diyordu zaman
dinle bak, içindeki o lacivert uçurum
derin bir kuyunun hüzünlü şarkısıyla
çağırıyor seni hiç usanmadan
ama sen ölüm yokmuş gibi sev
ve dinle sevincin şarkılarını
hayat ağacının yapraklarından
Beyaz
İz!
Beyaz bir ülkeden çıkıp gelen ikiz!
Lacivert çarşaflara buzdan siluetini çizen sonsuzluk
ve giz, Yaklaş!
Beden nerede parçalandıysa kartallar oradadır. Uykunun
beyaz kum tanecikleri gibi dağıldığı bir gün şeffaf
kanatlar seni yerden kaldıracaklar.
Tuz! Buzu çözen formül, kanallardan akan kar ve pus
Beden nerede parçalandıysa kanatlar oradadır.
Dev kanatların yalayıp geçtiği tuz çölleri,
Deplasman
Futbol oynuyor çocuklar Downs Park'ta.
Sırtlarında siyah beyaz, sarı lacivert formalar,
saçları hep kapkara ve kısa.
Dalmış gidiyordum ki yanlarından,
'Şımaykıl gibi kaleciyim lan' sesiyle
nerede olduğumu şaşırdım bir an.
Ben dönerken maç bitmişti.
Serilmiş çimenlere yatıyordu çocuklar,
Mavi, Işık Ve İnsan
Mavi,
Işığını yitirince
Koyulaşır,
Lâcivert olur…
Işık,
Aydınlığını bitirince
Siyahlaşır,
Karanlık olur…
Alıştık, Bittik Mon Ami
Bu gece ay bir tomar ışık düşürdü bağrıma. Gece susuz, sessiz ve Lacivert. Alıştık, bittik mon ami. Kökü su'dan çektik. Kuruttuk, alıştık, bitirdik.
"Alışmak ağır ağır tükenmektir, tüketmektir" denir ya inanmamıştım o zamanlar bu bilgece söze. Oysa sonradan, anladım yakından bakınca servilere, servilerin nasıl birbirine alışıp sessiz sessiz eskidiğine.
Bir de bu çağda tez tüketilen, çok tüketilen, vitrinlere kalplerle, öpücüklerle serpiştirilmiş bir meta oldun sen. Ya nice lekeli flörtlere konu olmana ne demeli senin?
Hüznün Lalesidir Dünya İnler Pervane Dönerek
şehzade nûn aşkıyla ağlıyormuş intizâr
rebâbın renklerinde uşşâkın isyanı var
vuslat inkılabıyla uyandırdı ruhu râst
ismin âhımla açar, nigâhımla şarkılar
sabâda kâküllenen ocak esrârı yıkar
çiçeklenir lâcivert ismin, ummana çıkar
çoğalır umman ile letâfet çeşmeleri
yeşerince erguvan, onurum kabre sızar
Süheyla Değildi Adın
hangi bulutlara niçin sarındın
gözlerindeki mavi kimin gökyüzü
süheyla değildi başkaydı adın
gülüşlerin donuk neş'e öksüzü
o erken sonbahar görüntüsü
inceden inceye boyanmaz mıydın
kirpiklerinin lacivert örtüsü
süheyla değildi başkaydı adın
ellerin buz gibi ağzının büzgüsü
Yirmi Beşinci Saat
İzmir limanında suya çöktüğüm malum
suya kırk beş kuruşluk bir akşam çöktüğü
yirmi dört yıldızın battığı malum
lâcivert üstünde beyaz joseph conrad
sipsicim dişlerimin ucundan çekilmiş
dört yöne bıçak sırtı telgraf telleri
on sekiz nokta yirmi bir hat malum
ışıltılı bir sakal gibi çenemden sarkıyor
Blaise Cendrars’ın kıvırcık şiirleri
iki gözümün arasında üçüncü gözüm
Yıldızların Nerede Amsterdam
Bir kente, bir insana nasıl başlanır
takvimlerden düşmekte olan soluk bir pazartesiye
taraçalarda - gaz tenekelerine yerleştirilmiş -
mor karanfiller, taş basamaklara...
Yeşil bir su akıyor gecenin içinden
Asitlenmiş kuleleri ve yorgun parkları kentin
yaralı. Saat kaç olursa olsun.
Umutsuz bir ilişki değildir gökyüzü.
Renklerin Dili
Pembeler içinde geldin dünyaya
Masmavi umutlarla kucaklandın
Yeşillerde uzandın huzura
Lacivert gecelerde kanatlandın
Kırmızılarda vuruldun aşka
Sararmış mevsimlerde kanadın
Turuncu iklimlerde yokluğa
Kahve gözlerde ayrılığa
Griye çalan sabahlarda yalnızlığa boyandın
Gün oldu mor yataklarda seviştin
Sevda Yağması
Ağaç demişim ağaç olmuş
Kuş demişim kuş olmuş
Bir de tutup gök demişim
Kocaman bir gök olmuş
Bulutlar kara kara bulutlar
Ya size neylemişim
Yağ demişsem yağmışsınız
Dur demişsem dinmişsiniz
Özleyiş
Gülüşümü ıslattım —kar yağdı bütün gün—
Daha yağsın
Kar yağsın bütün otellerin üstüne
Üstüne üstüne bütün otellerin
Kar yağsın
Lacivert gözlerine Seniha'nın
Hiç bitmesin, yağsın
Karla dolsun göğsünün katedrali
Avluya düşen org uyansın
Kariye
Teninde doğum fırtınaları
Gölgesi durgun suda uyuyor ulu çınar
Uzak umutlar süzülüyor usundan
Prizmasından tarih geçiyor
Gün güle değiyor hüznünün gergefinde
Gamdan örülmüş bir tülün ardında elin
Süt ve gümüş sim ve ipek
Tutuşuyor özlemin penceresinde
Karanlıkta Nakış İşliyor Kızlar
Karanlıkta nakış işliyor kızlar
Kızlar yasak düşlerde yalnızlar
O şakalarında saklı elması
Büyüten aynalarında çatlağı
Yalnızlar
Mor bir ayrılığa gazel söyleyen
Turuncu bir aşkla lacivert kedere
Üsküdar
Ak libasına sarınmış lacivert akşam
Sönmüş yangın ıssızlığında karşı kıyı
Işıltıyla bakıyor tambur rengindeki cam
Dingin gülüşünün derinliğinde
Durmadan akıyor ve sürüklüyor anlamı
Ahşabına zamanı sindiren yalı
Yakamoz titreşiminde karar kılan
Hüznü hüzzamda vuran bir ses aramalı
Biraz Oyalanmak
Beni çevreleyen sükunet içimdeki sükunetle birleşti, ben sabahın solgun sessizliğine karıştım.
Küçük bir sazan balığı, bir dağ yemişi, bir zakkum çiçeği gibi o sakin güzelliğin bir parçası oldum.
Böyle bir sabah vakti inci grisi bir gölü, nefti dağları, sulara çizilmiş lacivert çizgiyi, kızılımsı zakkumları sevmek için buraların sahibi olmak gerekmiyordu, burası benim vatanım olmasa başkalarına ait bulunsa da hissettim ki ben orayı gene sevecektim.
Bu toprakların tarihi ise, binlerce yıldan beri oraların sahibi olmak için birbirlerini öldüren insanları, savaşları, baskınları, felaketleri anlatıyor.
Hatırlayan Delikanlılar Tangosu F
akşamın
sonrası baktığıyla suçlandığı yere kurayazdı yuvasını
yine de yazgısı ertelenmiş tembel kalp de
bilir hatalarını hatırlayan delikanlıların girdaplarıyla
gidip geldiği dolaplarda düşürülmüştür çocuk çığlıkları
ile konuşan bir adamın yeminidir çünkü duyduğu
hisler ne anlatabilir ki ağzını midye kesen ü harfi
bilakis en hüzünlü bataklıktır, mesela pişmanlık huyları
inildiğinde içeri ve çıkıldığında fazla dışarı
o kanlı baraka: aşağıya doğruki tepeler
Nazım Hikmet
10. nazım hikmet
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve olumu bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylan
ve günleri hoyrat bir mahmuz