Ay Karanlık
Maviye,
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine.
Rüzgarda asi,
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
İki Karanlık Orman Birbirini Sevse Ne Olur, Sevmese
Anlaşmak diye birşey yoktur aslında
dillerin ve yüzlerin altında başıboş zamanlar
dolaşır
sokaklarda bir kıç,bir penis,bir çocuk-köpek gibi
dolaştığım zamanlar
varlığımı koruyabilmek için
masaların altında ellerimi, ayaklarımı
parçaladığım
zamanlar
Karanlık
Son ışık söneli nice zamandır;
Rüyalar! Yeniden önüme düşün!
Yardan ayrı geçen uzun yıllarda,
Hülyası bulunmaz bir anlık düşün.
Yayını kalbime Ayzıt asalı,
Başka bir eldenim katı yasalı.
Burda koskoca bir gönül masalı
Kaybolur içinde bir damla yaşın.
Karanlık Duvarlar
I.
Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda
Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum
Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse
elini uzatmıyor
Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan
bir deniz gibi
Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu.
Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme
Karanlık Deniz
Şimdi seni düşünüyorum, biliyorsun
Aklıma ellerin geliyor önce
Yağmurlu birgün hatırlıyorum
Islanmış bir serçe kuşu hatırlıyorum
Durup durup ölümü hatırlıyorum
Alnıma bir ışık vuruyor karanlıkta
Sonra alabildiğine bir sessizlik başlıyor
Alabildiğine bir deniz
Alabildiğine kum
İçim ürpertilerle dolu
Karanlık Gezinti
-I-
Bir köşesinden tutulmuş gibi yarı gecede
kopuk bir damar gibi vuruyor,
yalnızlığın, denizsizliğin, taş çağının yarası.
Savruk bir uykunun sarmaş dolaş yaşamasıdır,
eski, inik, bir davul gibi gürültülü.
Gidelim yeniden yaşamaya başlayınca:
Deniz yeniden yaşamaya başlayınca kıyılarda;
Karanlık Dünya
İnsanlık bir kermekeş içindedir
Yaşlı dünyamızın beş kıtasında
Nihayetsiz kederler ortasında
Şehirler ve köyler ateş içindedir
Arzın paramparça haritasında
O dünya kulların büyük dünyası
Kullar Tanrının büyüklüğünce hür
Bütün anlamını kaybetmiş ömür
Söz verilmiş geniş haklar sonrası
Karanlık Kokulu Otlar
Ölüm, sizin eve sığınan kimsesiz bir çocuktu.
Sen ondan öğrendin kendine ne kadar uzakta olduğunu
Ölüm düşürdü seni ruhunun gurbetine
Ve büyük bir yalandan kurtardı.
Bu yüzde hiç aldanmadın
Hiç de mutlu olmadın...
Ölüm, ömrünün o yalan yarısını senden aldı.
Aşka susamış öbür yarısını yakın uzaklara saldı.
Ölüm yüzünden ne kimsenin kimsesi oldun
Ne de kimse senin gördüğünü gördü.
Karanlık Yapı
Vurmus daglara daglara isigi
Belli olmus uzagi yitmisliginden
Düsünür bizi
Gece asagida
Üstlerden büyür samanyolu
Bir sevgiye benzer
Baska bir sevgiye benzerken
Gece asagida
Kırda Karanlık
Kırda metalsi bir uçurum kalınlığında
Hiç kimselerin geçmediği sesi
Orda burda yaslı ısınlar. Ötede az
Bir korkuluk; olumun kırçıl çiçeği
Saklı bir seyircini resim kalışındaki leke
Her evin bahçesinde bir lamba yanıyor sanki.
Gündüzler kimi yerde gecedir artık
Bakışım kumdan simdi
Önce yaslı ısınlar, sonra karanlık
Karanlık Kara
Döner divaneler gece yastığında - -
Kilitli kapılar nerden geldin
Uzun uzun ungan koşarken ardında
Ben seni çok kısa görmüştüm.
Yüzüm zifir yastığında
Ay gözleri yakan alıcı ışık
Bir hesap mı yoksa çok önce
Ben seni karanlık kara gömmüştüm.
Bir Ağaç Karşısında
Soğuk bir kış günü, karanfil almak için çiçekçi dükkânına girdim. Tatlı bir yaz hararetiyle ısıttırılan bi yerin havası, nibâti usarelerin hafif, sert ve yeşil buğulariyle dolu idi. İstediğim çiçeklerin destelenmesine kadar, bana gösterilen sandalyede oturdum. Mes`ut bir insanın hayâl evi gibi, iklim, mevsim, yer ve zaman dışında meyl ve hevesin arzu edebileceği her türlü renkte otlar, yapraklar ve çiçeklerle dolu olan bu âdeta sihirli dükkânda sessiz bir hayat ile nefes aldığı hissedilen karanlık yapraklı, bodur bir hurma ağacından başka hiç bir şeyle meşgul olmadım. Hayâlim, sanki âciz bir sinekti ve nebatî örümcek onu birden ağlarında avlamıştı. Hareketsiz duran haşin ağaca baktım ve düşündüm: Bir limonlukta hapsedildiği için, uzaklarda kalan diğer hemcinsleri gibi, öğle güneşlerinde sıcak toprağa gölge salamayan, yağmurlarda ıslanamayan, fırtınalarda sarsılmayan, semayı, yıldızları, ayı görmeye görmeye unutan şu ağaç, bulunduğu köşede acaba mes`ut muydu? En hakîr ottan, en muhteşem çınara kadar her nebatın muhtaç olduğu hava ve ışıktan, kuş ve böcek ziyaretinden mahrum olarak, bu ağacın soba harareti ve insan nefesiyle yaşamaktan mes`ut olabileceğine hükmetmek için kendimce makul bir sebep bulamadım.
Nebatların zekâsı hakkında büyük Maeterlinck`in anlattığı akıllara hayret verici müşahedelerden sonra, bir ağacı mes`ut veya muztarip tasavvur etmekte hiç bir garabet kalmıyor. Varlıkların sükûtuna aldanmamalı! Muztaripler yalnız ‘‘muztaribim’’ diye bağırabilenler değildir. Bilinmez niçin, acıya hayat katan kudret, insandan başka hiç bir mahlûka acının sırrını açıklamak imkânı vermemiştir. Her mahlûk, hayatın kanlı yollarında, boynuna geçirilen ve sesini boğan bir ağır ‘‘sükût’’ zincirini sürükleyip yürüyor. Hiç bir beygir, hiç bir arı, hiç bir sinek, başının ağrıdığını veya midesinin bulandığını bize söyleyememiştir. Fakat bu cinsten bir ıztırabın gözü, başı, ağzı olan bir mahlûka yabancı olabileceğini sanmak ne merhametsizliktir. Rüzgârlı, karanlık gecede, bahçenin ağaçları, vahşi gürültülerle hışırdıyor; bu ağaçların niceleri kırılan bir dalın yarasiyle kanıyor, niceleri gizli bir böceğin zehiriyle için için ölüyor, niceleri can çekişmekte, niceleri anlaşılmaz acıların kıskacına yakalanmış, kıvranmaktadır. Fakat bunu hiç kimse bilmiyor, çünkü rüzgârlı, karanlık gecede hepsi aynı gürültü ile sallanıp hışırdıyor. Çöllerin serbest bir ağacı iken, ırsîbir terbiye ile, yavaş yavaş ateş kenarında yaşamaya mahkûm uyuşuk bir kedi zilletine indirilmiş, bu şimdi çiçeksiz, meyvesiz, aşksız ağacın her dokusu, duyulmak için ağız ve sesten başka bir şey istemeyen bin karanlık feryat ile dolu olduğunu pek muhtemel gördüm.
Dar saksıya gömülen kısa kütükten çelik süngüler gibi fışkıran yapraklar, korkunç bir ıztırap ile gerilmiş büyük bir elin bana doğru uzanan sert parmakları gibi göründü ve demir kafes arkasında yatan hasta arslanın sıtmalı, büyük, sarı gözlerini andıran nebatî gözlerle, mahbus ağacın bana bakmakta olduğunu, tüylerim ürpererek düşündüm.
Gurebâhâne-i Laklakan
Havuz
Eskiden ne vakit baksam işıldayan
O dünya ne oldu, nedir bu karanlık?
Bir kara kedi mi aramızda zaman?
Yalnızım; havuzu doldurdu karanlık.
Yenilen Büyür
İşte karanlik büyümüstür,
Dag daha dag
Su daha su
Yildiz daha yildiz olmustur ötelerde.
İşte karanlik büyümüstür,
Ellerin
Ayaklarin
Soluklarin karasi,
Göklere, göklerin karasina karismistir kocaman.
İşte karanlik büyümüstür,
Karanlığın Düşündürdüğü
Karanlık
Bulutlar sarmış etrafımızı,
Gözümüz görmez
Sesimiz duyulmaz olmuş;
Ellerimiz boşlukta kalmış
Seçemiyor, tutamıyor eşyayı.
Karanlık,
Kapkaranlık odalara
Hapsedilmişiz sanki;
Sanat
-Karanlık dönemlerde peki,
Şarkı da söylenecek mi?
-Elbette şarkılar da söylenecek
Belgileyen karanlık dönemleri.
(sacide üçer)
Arkadan Konuşmak
Yolculuğa... O uzun, o zorlu, ama bizi iyileştirecek acıya doğru yolculuğa çıkarız umuduyla gitmiştim yanlarına bu gün de.. Heyecanlıydım, sabırsızdım, çocukluğun kutsallığından renkler kuşanmıştım üzerime...
Ama yanlarına vardığımda yüzlerinde sanki beni ıssız, karanlık ve balçıktan bir göle itmişler, sonra kurtarmayı çok isteseler de kurtaramamışlar gibi kirli gölgeler ve hak etmedikleri 'suçlu zevklerin' çürümüşlüğü vardı...
Yine benimle ilgili gerçek düşüncelerini ben yokken konuşmuşlardı... Yanlarına geldiğimde ise benimle ilgili bütün gerçek düşüncelerini söyleyip bitirmişlerdi. Hayatına ortak oldukları, kararlarını etkiledikleri, dostluk oyunu oynadıkları birini arkasından kötüleyip, orada yokken onu balçıktan simsiyah bir göle atmak onları birbirlerine bağlayan, yakınlaştıran tek ortak şeydi neredeyse... Şimdi birlikteyken bana 'umutsuz bir hasta' gibi bakmaları biraz önceki suç ortaklığının tadını biraz daha uzatmak içindi sanki...
Yalnızlık
Yıllar var ben hangi kapıyı çalsam
Yalnızlık, yalnızlık, sonu yalnızlık
Ne zaman nerede birini sevsem
Ayrılık, ayrılık, sonu ayrılık
En güzel yıllarım geçti hasretle
Bir tebessüm bile geldi zahmetle
Kime sarıldıysam binbir ümitle
Pişmanlık, pişmanlık, sonu pişmanlık
Sokak
SOKAK
Gecenin ağırlığı sokaklar üzerine gelip oturmuştu.Tek tük parlayan yıldızlar, sokakların çakılı bekçileri olan kaldırım taşlarının renklerini çözemiyorlardı.İkindi zamanı bulutların gözyaşlarıyla bütün caddeler ıslanmış, yer yer su birikintileri gecenin karanlığına dek bu yollarda saklanmışlar ve üzerlerinde misafir ettiği yolcu ayaklara bin türlü eziyetler çektiriyordu. Soğuk bir hava,gecenin yalnız yüzü,hızlı ve telaşlı karanlık adımlar bu sokaklarda cirit atıyordu… Bu kaldırımı ve sokakları arşınlayan adımlardan birisi de Yüzünde yılların yorgunluğu belli olan bu adamdı.Orta boylu,buğday tenli,kahve gözlü ve bakışları bir tebessüm içerse de gözbebeklerinden bir gizemin fısıltısı ve hüznün yansıması yüreklere gelip yerleşirdi.Çok şey yaşamış,çok şey görmüştü. Ruhu ve yüreği genç olmasına rağmen yaşı kırk olmuştu.Yalnızlık onun bir benzeriydi.Kim olduğunu bilerek yürüyen ve hep hesaplaşma muhasebesi içerisindeki bu adam,on beş –yirmi metre uzakta kalan ve ancak köşe başına varınca görebileceği çıkmaz sokağın iç taraflarından gelen avazlara dikkatini çekti.Siyah saçlı,etine dolgun ve gecelere meydan okurcasına kendinden emin bir kadın sağ sola küfürler savurarak bağırıyor, karşısında ve sağ solunda bulunan siyah giyimli birkaç adamla dalaşıyordu.Karanlık sokağın, karanlık yüzleriydi.Yalnızlığını peşinde gölge gibi sürükleyen bu adam,”dünyanın bilmem neresinde,bilmem hangi sokağında böyle gizli yüzler hep kol gezer” diye mırıldanmaktan kendini alamadı.Tek tük parlayan yıldızlar bu sokağa gelince saklanmışlardı.Gökte bir yıldız arıyordu.Bilmediği buydu.buraların semalarında yıldız olmazdı.Buralar hep karanlık hep karanlıktı.Çocukluğundan beri hep hayallar kurardı; hep yıldızlar altında yürür,ışık demetlerini savururdu göklere.alnı açık adamlar selam verirdi.Şimdi hayallerinden yoksun,dipsiz kör kuyuda kalmış gibi gerçeğin tam üzerinde yürüyordu.Bu sokak, benim kaderim olamaz; Bu sokak, bütün iğretilerini bende var edemez,düşünceleri gelip yerleşmişti ki; bu yalnız adamın, birden ayak uçlarına düşen ve renklerin bütününü kağıda bezemiş çirkinliğin resmine gözü ilişti.Bu sokak kirletmemeliydi,incitmemeliydi.Kadir-kıymet bilmezdi bu sokak…Eğildi ve ıslanmak üzere olan bu resmi avuçlarına aldı.Avuçlarında yer yoktu.Yoktu sanıyordu.Yüreğini avuçlarına alır gezerdi.Bir tılsım mıdır? Bir çocukluk hayali midir? Resim kendiliğinden yapışıverdi ellerine.Başını kaldırdı.Sokağın göz görmez ışıksız yamaçlarında bir ay parçası gibi resmin sahibi ışık huzmeleri gibi gözbebeğini iniyordu.Kağıda bütün renkler döşenmiş ve tabiat ananın bütün çiçekleri bezenmişti.Çirkinlik kendini hemen gösteriyor,resimle birlikte Çirkin Ayça ve portakal çiçekleri yalnız adamın avuçlarını yakıyordu…
“Yalnızlık kuvvettir” derdi.Yalnız olduğu zamanlar hep güvendeydi.bu sokak onun yalnızlığını yansıtırdı.Şimdi nerden çıkmıştı bu Ayça…Ay’dan güzel olan her şeye Ayça derdi.Tılsımı bozulmasın diye güzelliğin adını da Çirkin koymuştu.O anda, damarlarına taze kan yürümüştü.Tanrı gökten indirmişti bu karanlık sokağın,karanlık yüzüne bu çirkinliği.Yalnız adamın,bir kez daha burkuldu yüreği.Gönlünün bir yerinde saklanmış vuslat türküleri depreşmişti.Çirkinliğin şavkı gözlerini almış,kaybettiği dünyalarında bir filiz gibi yeniden doğmuştu umutları…Karanlık gözlerin karanlık sokağı birden silinip yok oluyor,artık ona beyazları çizmenin zamanı geldiğini söylüyordu.Yüreğinde yanan ateş onu ısıtmaya başlamış,bu karanlık sokağa artık ışık oluyordu.
-Sana gelirim.Adını yazdım çirkinim.Bu sokakta sana gelirim.Bütün karanlığı avucumda hapseder sana gelirim.Bir bulut akıyor yüreğimden artık korkmam karanlıktan,ölümden,bu seslenişlerle sana gelirim.Sokakta bütünüyle ışıklar yanıyordu artık.Karanlık sokakların karanlık yüzleri,çoktan göç mevsimine katılıp başka başka karanlıklara gitmişlerdi.Bu sokakta,çirkinliğin lambaları yanıyordu.Çirkinlik yağıyor,çirkinlik doğuyordu.
Gecenin Karanlığında
Ve gecenin karanlığına hapsolmus bir yalnızlıkti özlem .gözlerimi kapayip hasret kokan tenini hayal etmekti karanlık. Yokluğun acısını kalbini donduran soğukVe gecenin karanlığına hapsolmus bir yalnızlıkti özlem .gözlerimi kapayip hasret kokan tenini hayal etmekti karanlık. Yokluğun acısını kalbini donduran soğuk yatağa hapsetmekti karanlık .yalnızlık yapayalnizlikti gece çaresiz sessiz . Umitsiz sonu gelmeyen bekleyiş...
Ve gecenin karanlığına hapsolmus bir yalnızlıkti özlem .gözlerimi kapayip hasret kokan tenini hayal etmekti karanlık. Yokluğun acısını kalbini donduran soğuk yatağa hapsetmekti karanlık .yalnızlık yapayalnizlikti gece çaresiz sessiz . Umitsiz sonu gelmeyen bekleyiş...
Ve gecenin karanlığına hapsolmus bir yalnızlıkti özlem .gözlerimi kapayip hasret kokan tenini hayal etmekti karanlık. Yokluğun acısını kalbini donduran soğuk yatağa hapsetmekti karanlık .yalnızlık yapayalnizlikti gece çaresiz sessiz . Umitsiz sonu gelmeyen bekleyiş...
yatağa hapsetmekti karanlık .yalnızlık yapayalnizlikti gece çaresiz sessiz . Umitsiz sonu gelmeyen bekleyiş...