Endişe Beyanı

Başkalaştı hasbahçenin kokusu
Bülbül gülü kirletecek, korkarım..
Kıçın kıçın yüzmektedir su kuşu
Ördek gölü kirletecek, korkarım..

Tüm sular yokuşa doğru akacak
El-âlem hayretle bize bakacak
Neyi tutsak elimizi yakacak
Ateş külü kirletecek, korkarım..

Zaman, Yer, Sonra

Ayla örtünüyoruz çağlardır, buğulu camlar ve farklanmış yüzümüzle. Başkaları uygarlıktan söz ediyor, bilmeden her geriye dönüşün belki ulaşılmaz bir ileriye adım olduğunu. Tohumdan korkuyoruz, yeryüzünün ilgisizliği hafif kılıyor bedenlerimizi, bakışımız göğe yönelirken yürekler serin tutuluyor. Sonra her çınlamayla endişe güğümleri omzuma biniyor; toprağın değişmezliği, yapıların kalıcılığı, anaların istemi kadar tehdit edici yükler. Örümcek ağında gizlenen eski yazılar kinin kuşkusunu kusuyor. Yeniden hatırlanıyor bir zamanın beyaz evleri, dudakların uyarısıyla sonu ertelenen aşkın iyicil kucağı açılıyor, öte dünyanın gerçek konutlarında. Çerçeveleri yalnızlıklarımızdan oluşan, kapıları acılardan örülmüş, toz, taş, geçmiş ve şimdiyi saklayan güzellik! Hiç bitmesin diyoruz dingin tavrımız, bir kez seçilmiş uğraşı yaşamdan ayırmamakla. Arınalım, arınalım artık yolsuzluklarından şu densiz yeryüzünün kalık çirkefinden; sevgi yazısıyla!

Korkum Yok

Ham ervahta her zaman endişe var, evham var
Benimse insanlığa, adalete sevdam var
Varsın gökler gürlesin, varsın şimşekler çaksın
Hak bildiğim hususta ne korkum ne pervam var.

20.09.2007/Vakit

Korku

Bir lahza uzaktan seni görmem,
Hasretle yanan bağrıma bir damla su oldu.

Sensiz geçerek ruhu karartan koca bir yıl,
Hissiz ve hayatsız bir ölüm uykusu oldu.

Ömrümdeki en korkulu endişe ve duygu,
Sensiz yaşamak korkusu oldu.
5 Mayıs 1945

Tûtî-İ Mu''cize-Gûyem Ne Desem Lâf Değil

Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çarh ile söyleşemem âyînesi sâf değil

Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil

Yine endîşe bilir kadr-i dür-i güftârım
Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil

Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma'ânî elime

Bilenlere Sormak Gerek

Bilenlere sormak gerek bu tendeki can neymiş
Can hod Hak’ın kudretidir damarda ki kan neymiş

Fikir yumuş oğlanıdır endişe kaygı kanidir
Bu ah-u vah aşk donudur taht oturan han neymiş

Şükür onun birliğine yok iken uş var eyledi
Çünkü asıldan biz yoğuz mülk-ü hunuman neymiş

Çalap veribdi bizi var dünyayı görün diye

Âgâz-I Gazeliyyât 10

Devr itdi menzilüm suhan-ı hem-nefes bana
Gul-ı reh oldı nagme-i bâng-ı ceres bana
Gülzâr-ı dilde bülbül-i dem-beste olalı
Âgûş-ı gonçe oldı kenâr-ı kafes bana
‘Âşık-firîb-i nergis-i bîmâr-ı yârdan
Düzdîde bir nigâh yeter mültemes bana
Dest-i hevesde sünbül ü reyhân-ı dehrden
Zülf-i dırâz-ı şâhid-i endîşe bes bana
Âgâh câm-ı bâde-i fasl-ı bahârda
Terk itmez idüm olsa eger dest-res bana

Dîvân-I İlâhîyât 57

Gâh olur ol dost cemâli gönlümüze düşe gelir
Anın içün aşk deryâsı kaynayuban cûşa gelir

Gâh olur lutfu yüzünden gösterir envâr-ı cemâl
Gâh olur celâl perdesi her yanadan üşe gelir

Ketb olup ahvâl-i âlem kân mâ kân ceffe'l-kalem
Yâ nic'etsin benî-Âdem yazılan hod başa gelir

Bu dedi kim tevhîd-i sırf muktezâ-yı cem'le cem'

Hasret-İ Ruyün İle Ceşmi Ki Giryan Buluruz

Hasret-i ruyün ile ceşmi ki giryan buluruz
Reng-i ruhsarını her katrede pinhan buluruz

Anberin hattın ile ruyünü andıkça velî
Bezm-i endişe de bir micmer-i suzan buluruz

Nîkbahtan ki bulur cevf-i sadefde dür-i pâk
Şumi-i baht ile biz katre-i baran buluruz

Aks-i ruhsarını aylneden görsün o mehin

Her Gonçe-İ Nev-Rüste Nigâh İtmege Degmez

Her gonçe-i nev-rüste nigâh itmege degmez
Âvîze-i destâr-i külâh itmege degmez

Çevgân-i temennâ ile hâmûn-i keremde
Gûy-i himeme kaddi dütâh itmege degmez

Rû-gerden olup tîg-i hirâsân-i kazâdan
Mûy-i bedeni mevc-i sipâh itmege degmez

Sad-âyine-i tevbeyi işkeste it ey dil

Âgâz-I Gazeliyyât 320

Kankı sâkîden şarâb-ı nâb nûş itdük yine
Kim dili âmâde-i cûş ü hurûş itdük yine
Şîşe-i nâmûs-ı takvâyı şikest itsek n’ola
Tevbe-i rüsvâ vü ‘aşkı mı fürûş itdük yine
Fârig olduk güft  u gû-yı nâsıh-ı bî-derdden
Biz ki mînâ penbesin sîm-âb-ı gûş itdük yine
Oldı çeşmümde sevâd-ı şehr ü dâg-ı lâle bir
Nev-bahâr oldı vedâ‘-ı ‘akl ü hûş itdük yine
Fikr idüp Âgâh ruhsâr-ı ‘arak-âlûdını
Tûtî-i endîşe-yi âyîne-pûş itdük yine

Âgâz-I Gazeliyyât 6

Komadı dilde melâl ü keder aslâ sahbâ
Virmedi böyle neşât olalı sahbâ sahbâ
Yârsuz tab‘ımuz efsürdedür ol mertebe kim
Bilmezüz içdügümüz âb mıdur yâ sahbâ
Küfr ü İslâmı katar birbirine meykede de
Olıcak mevc-nümâ çün hat-ı tersâ sahbâ
Güli kor bülbül ü pervâne gibi câma döner
Bâgda olsa eger encümen-ârâ sahbâ
Bu şeb endîşe-i la‘liyle o şûhun Âgâh
Oldı şi‘rümde benüm kâfiye-pîrâ sahbâ

Âgâz-I Gazeliyyât 98

Şem‘-i her bezm-i perî-rûda tarâvet mi kalur
Vakf-ı sâd-bâd-ı hazân gülde letâfet mi kalur
Her nefes subh gibi bûy-ı sadâkat mi virür
Her zamân âyîne-i hüsn-i selâmet mi kalur
Iztırâbum görüp ey reşk-i kamer ‘ayb itme
Âftâbı göricek zerre de tâkat mi kalur
Seyr idüp cünbüş-i reftârını ol sîm-tenün
Dilde endîşe-i âşûb-ı kıyâmet mi kalur
Öyle bî-rahm ile Âgâh müdârâ güçdür
Beni öldürmiyecek cevr ile rahat mi kalur

Âgâz-I Gazeliyyât 127

Hayâl-i çeşm-i fettânun dil-i mahzûndan ayrılmaz
O ‘âşık-ı ülfet âhû bir nefes Mecnûndan ayrılmaz
Düşer geh fikr-i zülf ü gâh vasf-ı kaddine yârun
Hemîşe tab‘-ı şûh endîşe-i mazmûndan ayrılmaz
Sen insâf it nice ‘akl u hıred dîvâne olmaz kim
O sâhir gamzeler ehl-i dile efsûndan ayrılmaz
Olur geh neş’e-yâb-ı hûn-ı dil geh câm-ı mey ‘âşık
Humâr-âlûde-i gam bâde-i gülgûnden ayrılmaz
Eger sad-çeşme-i hurşîd sarf-ı şüst ü şû olsa
Yine Âgâh reng-i kîne çarh-ı dûndan ayrılmaz

Âgâz-I Gazeliyyât 141

‘İşret demi câvidân bulunmaz
Gül bâgda her zamân bulunmaz
Dil-mürde neşât-ı ‘aşkı bilmez
Iklîm-i ‘ademde cân bulunmaz
Destâr-ı gül oldı lâne-i zâg
Bülbüllere âşiyân bulunmaz
Dildâr ile olsa da hem-âgûş
‘Âşık yine şâmdân bulunmaz
Âsûde o dil ki anda Âgâh
Endîşe-i âb u nân bulunmaz

Âgâz-I Gazeliyyât 224

Ma‘şûk şûh u gül-ruh-ı pür-hûb-rû gerek
‘Âşık girişme cû vü hezâr ârzû gerek
Deryâ dil olma itme sakın her kenâre meyl
Ey gevher-i yegâne sana âb-rû gerek
Çâk itme ceyb-i ‘ismeti ey şûh-ı dest-i nâz
Endîşe ile kim ana bir gün rüfû gerek
Tâ sürme oldı hâk-i teyemmüm o dîdeye
Erbâb-ı ‘aşka hûn-cigerle vuzû gerek
Oldı bahâr u pây-ı gül ü tarf-ı cûybâr
Âgâh bir nigâr ile câm u sebû gerek

Menüm Tek Hîç Kim Zâr Ü Perîşân Olmasın Yâ Rab

Gazel

Menüm tek hîç kim zâr ü perîşân olmasın yâ Rab
Esîr-i derd-i ışk u dâğ-ı hicrân olmasun yâ Rab

Dem-â-dem cevrlerdür çekdügüm bî-rahm bütlerden
Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasun yâ Rab

Görüp endîşe-i katlümde ol mâhı budur derdüm
Ki bu endîşeden ol meh peşîmân olmasun yâ Rab

Hayat Bir Emrin Var Mı? Kendimle Yolculuk

Oldum olası içsel yolculukları, bağlanmayı, mistisizmi ve aşkı severim. Aşkın insandaki en yoğun mistik duygu olduğuna inanırım. Âşık insanları bilge, derviş ve üçüncü gözü (feraset gözü) açılmış insanlar olarak görürüm. Aşk acısının, evreni yaratan yüce bir güç varsa (kimse o) onun tarafından verilmiş bir tılsım olduğuna inanarım.

Aslında hiçbir dine inanmam. Dinciliğin insanlığı yozlaştıran akımlar ve güçler olduğuna inanırım. Papazları, hahamları ve imamları hiç sevmem. Bu kişilerin dünyadaki yoksulluğun, baskıların ve can sıkıntısının bekçileri olduğunu düşünürüm. Kiliselerde, camilerde, sinagoglarda içim boğulur, duramam. Ama zaman zaman içim daralınca, aşk ırmakları tıkanınca, en yakın bildiğim insanların anlayışsızlıkları, bencillikleri ile karşılaşınca, hiçbir kadının benim sevgime layık olmadığını anladığımda, bir güce, esirgeyen, şefkatle koruyan, sonsuz hoş görülü bir güce yakarıp, ağlamak, ruhumu ona açıp, onunla dertleşip, birleşmek isterim.

Alkol içimdeki mistik duygularımın kapısını açan tılsımlı bir anahtardır. İçimdeki o uzun yolculuğa alkolle başlarım. Alkol içimdeki lambanın ışığını yakar. Alkolle, “ölmeden önce iyi insan” olurum. Hırslarım, kıskançlıklarım, dünyevi zaaflarım, bencilliklerim pençelerini içimden çeker. Alkolle aşkın ve bilgeliğin yolları açılır. Geriye doğru rüya görmeye başlarım. Sevdiğim bütün kadınlar, çocukluk arkadaşlarım, mücadele dostlarım, unuttuğum kardeşlerim hepsi aklımdan, rüyamın sahneleri içinden birer birer geçer. Kalbimin çektiği filmdir o. Sevdiklerim, dostlarım, yakınlarım beni istedikleri gibi kırabilirler. Bencil ve hoyrat olabilirler bana karşı, olsun ben aşk yoluna çıkmışımdır. Gözlerimi içime çevirmiş, alkolümü yudumlamış, içimdeki ışığı yakmış, rollerini sevgililerimin, dostlarımın kardeşlerimin oynadığı filmi seyre koyulmuşumdur. İçimdeki o büyük yolculuk başlamıştır.

Geçenlerde, yazdığım senaryoda geçen bir tarikata gittim. Tophane’deki Kadir-i tarikatında zikir vardı. İki katlı ahşap bir evin ikinci katına çıktığımda 40-50 adam, “Allah... Allah...” diyerek heyecanla büyükçe bir odanın ortasında dönüyor, dans ediyor, birbirlerine sarılıyor, heyecanlı sesler çıkararak kendilerinden geçiyorlardı. Zikirleri, yani mistik dansları iki, üç saat sürdü. Açıkçası bu adamların içinde bulunduğu ortamı, hiçbir şeye inanıp onun etrafındaki bu duygusal bütünleşmeyi tuhaf bir kıskançlıkla izledim. İşte kendilerine benim ve benim gibi birçok insanın bulamadığı bir manevi iklim yaratmışlardı. Kısa bir süre için de olsa birbirlerine derinden bağlanmışlardı...

Zikirden sonra hemen hepsinin yüzünde garip bir sevinç, bir hafiflik, bir arınmışlık vardı. Bizim gibi insanların arasında pek rastlanılmayan bir duygu iklimiydi söz konusu olan. Duydum ki bu tarikata meyhaneden gelip katılanlar varmış. Burada “meyhane ile Tanrı arasında güzel köprüler” kuruluyordu demek ki. Burada mezhebin, dinin katı kurallarının çokça önemi yoktu. Hoşuma gitti. Bir kez olsun bu coşku dolu zikri yaşamak istedim. Belki kendimi omuzlarıma binen endişe yüklerinden kurtarırdım. Yakınlarımın, arkadaşlarımın, bencil arzularını, hoyrat sözlerini, düşüncesiz hareketlerini biraz olsun yüreğimden atar, şu gelip geçici dünyada birkaç saat olsun, yerçekiminden kurtulabilirdim. Ama nerede? Zikir bitti. Adamlar yüreklerinde hafifliği, o mistik coşkuyu atar atmaz, hemen birbirleriyle polemiğe başladılar. “Sen niye iki adım öne çıktın? ”, “Siz arkadan geç geliyorsunuz.” “Ayaklar tempolu değil.” “İkinci grubun sesi duyulmuyor.” vs. vs. Tanrım meğerse o coşku yumağı hesaplı kitaplı bir folklor gösterisiymiş. Sıkıntılı bir müsamereymiş. Düşlerim alt üst oldu. Ben insanların kendi ışıklarıyla, ne hissediyorlarsa, içlerinden geldiğince zikir yaptıklarını ve özgürce hareket ettiklerini sanıyordum. Ama pek öyle değilmiş. Ben yakıştırmışım bütün bunları onlara. Üzüntüyle ayrıldım tarikattan. Bir meyhaneye girdim. Bir ufak rakı söyledim. İçimin ışığını yaktım. Başladım içimdeki rüyayı seyretmeye. Bugüne dek âşık olduğum kadınların yüzüne yaklaştırdım içimin ışığını. Tanrı da bendim, din de, aşk da bendim...

Sabah

Uyanır seccadeler üstünde din,
Aklın endişeleri yayılır şehre,
İnsan kastle, güneş vakitle temas eder
Taşa, toprağa..herşeye! ..

Serinlik bir ihtiyardır ki şehrin üstünde
Gerinir sabahla beraber;
Kurtarır gecenin karanlığından
İnsanı, hayata davet eder.

Benüm Tek Hîç Kim Zâr-Ü Perîşân Olmasun Yâ Râb

Benüm tek hîç kim zâr ü perîşân olmasun yâ Râb
Esîr-i derd-i ışk u dâg-ı hicrân olmasun yâ Râb

Dem-â-dem cevrlerdür çekdüğüm bî-rahm bütlerden
Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasun yâ Râb

Görüp endîşe-i katlümde ol mâhı budur derdüm
Ki bu endîşeden ol meh peşîmân olmasun yâ Râb

Çıharmak itseler tenden çeküp peykânın ol servün